Sezai Ozan Zeybek: Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) konusunda şu an dünyada ve Türkiye’de pek çok tartışma ve sanırım bir tür kafa karışıklığı var. Pek çok insan GDO’ya çeşitli sebeplerle itiraz ediyor. Yapılan anketler pek çok ülkede hâlâ büyük bir kesimin GDO’ya karşı olduğunu gösteriyor. Fakat buna rağmen hemen her yerde GDO’lu tarımla ilgili yeni yasal düzenlemeler yapılıyor. Hükümetler, kimi zaman kamuoyunu yok sayacak bir kararlılıkla GDO konusunda adımlar atıyor.
Ölüm Tohumları isimli kitabınızda bu konulara değiniyorsunuz; GDO’nun aynı zamanda büyük bir siyasi proje olduğundan bahsediyorsunuz.
William Engdahl: Evet, bu doğru. Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in 1970’lerdeki bir sözünü hatırlatmak istiyorum önce. Kissinger, “petrolü kontrol edersen ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin”, demişti. Sanıyorum Amerikan dış siyasetini değerlendirirken bunu hep akılda tutmamız gerekir.
GDO’lu gıdalar çok tehlikeli bir siyasi projenin parçası. Amaç, dünyadaki tüm gıda üretimini birkaç şirketin tekelinde toplamak, bu şekilde milyonlarca insanın hayatını kontrol etmek.
Burada kâr hırsının ötesinde birtakım emeller de var, bunun altını çizmek istiyorum. Dünya üzerindeki hayatı azaltmaya yönelik bir projeden bahsediyoruz: Kim yaşayacak, kim ölecek? Şu an önümüzdeki mesele bu!
SOZ: Biraz açar mısınız?
WE: Bunun için biraz geriye gitmemiz gerekiyor; çünkü GDO projesi zannettiğimiz kadar yeni değil. GDO’yu destekleyenlerin kim olduğuna bakmamız gerekiyor öncelikle. Bu işteki para hareketlerini takip ettiğimiz zaman karşımıza devamlı aynı isimler çıkıyor. Mesela Rockefeller ailesi…
1950’li yıllarda Rockefeller grubu tarıma yönelik yeni bir girişimde bulunma kararı aldı. Buna “agro-business” dediler. Amaçları, aynı petrolde olduğu gibi bir monopol oluşturmak ve bütün ülkeleri belirli birkaç tarım ürününe bağımlı kılmak idi.
Fakat o günden bu yana kadar uzanan ve o kadar gizli olmayan ikinci bir gündemleri daha var. O da dünya nüfusunu azaltmak, “gereksiz insanlar”ın çok değerli doğal kaynakları tüketmesini engellemek. Dediğim gibi, gizli bir amaç değil bu; açık açık söylüyorlar. Özellikle 3. Dünya ülkelerindeki nüfus artışının doğal kaynaklara ulaşımı zorlaştırdığını, bu sebeple nüfusu azaltmanın gerekli olduğunu yazıp-çiziyorlar. Mesela doğum kontrol yöntemleri işte böyle bir iradeyle hemen hemen bütün ülkelerde aynı anda ortaya çıktı. Bu programların arkasındaki finansal destek gene Rockefeller ailesinden geliyor.
Durumu netleştirmek için biraz daha geriye gitmek gerekiyor belki de. 1930’lu yıllarda Hitler Almanyası’ndaki “eugenics” (soy arıtma) çalışmalarına destek sağlayan gruplara baktığımızda gene bu aile karşımıza çıkıyor. Verdikleri maddi destek savaşın başladığı yıl olan 1939’a kadar sürmüş. Bu aslında o kadar da şaşırtıcı değil. O dönem Amerika’da, Hitler’in yaptıklarını olumlu karşılayan pek çok insan var. Hatta Hitler’in cüretini kutsayan, ABD’de böyle bir siyasi iradenin olmamasından ötürü hayıflanan önemli mevkilerdeki insanlar bunlar… Rockefeller ailesi de bunlardan biri.
Amerika’da da destekledikleri kurumlar, araştırmalar var. Mesela Margaret Sanger’in önceden “Amerikan Doğum Kontrol Cemiyeti” olarak bilinen “Planlı Aile Federasyonu” Rockefeller Vakfı tarafından desteklenmiş. Bu ırkçı kuruluş, rasyonel aile planlaması adı altında soy arıtım ve zorla kısırlaştırma çalışmalarına destek veriyordu. Sanger, “doğum oranları günümüz medeniyeti için en büyük beladır” diyecek kadar pervasızdı. Soy arıtımı yoluyla bir yandan “daha kaliteli” insanlar yaratmayı hedeflerken diğer yandan “kalitesiz” insanları elemeyi hedefliyordu.
SOZ: Bu anlattıklarınızın GDO ile bağlantısı nedir?
WE: Anlatacağım. Ancak önce bu işin uzun soluklu bir proje olduğunu vurgulamak istiyorum. Yürütülen politikalarda ciddi bir süreklilik var. Keza failler de aynı. Her şeyden evvel bunu görmemiz lazım. Genetik biliminin ortaya çıkış sürecindeki finansal desteğin kimlerden geldiğini, o gün ve bugün hâlâ devam eden politikaların nasıl bir seyir izlediğini çok iyi incelememiz gerekiyor.
Genetik, ‘eugenics’in (soy arıtım) yeni ismi. Bunu ben söylemiyorum. II. Dünya Savaşı’ndan sonra American Eugenics Society’nin başkanı böyle demiş. Genetik biliminin önemli destekçileri, daha önce soy arıtma araştırmalarını desteklemekteydi; ancak Hitler savaşı kaybedince soy arıtma “söylenmesi günah” tabirlerden biri haline geldi. Bunun yerine “genetik” kelimesi geçti.
Fakat Amerikan siyasetindeki temel yönelimin köklü bir değişime uğradığını söylemek mümkün değil. Nüfusun azaltılması hâlâ temel gayelerden biri. GDO da bunun araçlarından biri.
SOZ: Nasıl?
WE: Bugün dünyada büyük tarım-kimya (agro-chemical) kartelleri var. Monsanto, Dow, DuPond, Bayer gibi… Bana göre bunları “büyük bir mafya karteli” olarak adlandırmak daha doğru olur. Ellerine kan bulaşmış şirketler bunlar. Fakat öyle büyük bir güçleri var ki biz bu şirketlerin yaptıklarını gazetelerde okuyamıyor, televizyonlarda göremiyoruz.
Birbirleriyle bağlantılı şekilde çalışıyorlar. Gezegenimizdeki tüm “yaşam tohumlarını” ele geçirmeye çalışıyorlar. GDO ile yaptıkları araştırmalar gizli tutuluyor. Bugün Amerika’da GDO’nun sağlığa etkisi hakkında araştırma yapılamıyor. Tuhaf değil mi, insanın inanası gelmiyor. Yayımlanan araştırmalar sadece gıda karteline bağlı laboratuarlarda yapılıyor. O anlamda bağımsız bir bilimsel araştırmadan bahsetmek çok zor.
Fakat bu laboratuarlarda çalışan vicdan sahibi bilim insanları akademik kariyerlerini sona erdirme pahasına bazı bulguları ifşa ettiler. Onun dışında ödenek olmadan yapılabilmiş çok az sayıda test de var. Sonuçlar korkunç. GDO ile beslenen farelerde ve diğer denek hayvanlarında böbrek yetmezliği, akciğer hastalıkları baş göstermiş. Ama en önemlisi, GDO’lu yiyeceklerle beslenen hayvanlar kısırlaşmış yahut ölü yavrular doğurmuş. Fransa’da yapılan bir başka araştırmada Monsanto’nun GDO’lu soya için ürettiği “round-up” isimli zirai ilacın anne karnındaki bebeğe zarar verdiği bulunmuş.
SOZ: Türkiye’de yetkililer bunlardan haberdar değil mi? Yakın zamanda Tarım Bakanı GDO’nun “insana zararı yoktur, insana geçmez” dedi.
WE: Hah! O zaman bunu kanıtlasın. Madem GDO’nun bir zararı yok, madem bu ürünlere bu kadar çok güveniliyor, o zaman bağımsız araştırmaların yapılmasına müsaade edilsin. Bugün böyle araştırmalara izin verilmiyor; her şeye rağmen bu konuda çalışan ve gerçekleri söyleyen insanlar itibarsızlaştırılıyor. Büyük bir lobi faaliyeti var. Madem bu ürünlere güveniyorlar, bağımsız araştırmaların üstünü örtmek için neden bu kadar çok uğraşıyorlar? Yalan söylüyorlar. Tekrar ediyorum: GDO, bir soy arıtma projesi aynı zamanda. İnsanları takip ettiğimizde, onların ne dediklerini dinlediğimizde hep aynı amacı duyuyoruz. Mesela CNN’in patronu Ted Turner bir röportajında dünyanın yaşanılabilir bir yer olması için nüfusun 225 milyona kadar inmesi gerektiğini söylemişti. Bende bu röportajın görüntüleri var.
Rockefeller Vakfı, Bill Gates, Ted Turner, George Soros… Bu insanlar, mesela Bill Gates, Monsanto’nun önemli bir hissedarı. George Soros ise Arjantin’de GDO’lu soya üreten en büyük toprak sahiplerinden biri. 1990’larda Arjantin’in borç krizinde çok ucuza büyük araziler satın aldı ve şu an oralarda GDO’lu tarım yapılıyor.
SOZ: Tüyler ürpertici. Fakat bir komplo teorisine benzemiyor mu bu anlattıklarınız?
WE: Kitabımda hepsinin belgeleri var. Mesela doğum kontrol yöntemlerinin nasıl uygulandığını ele alalım. 1989’da Katolik Kilisesi’nin baskısıyla NSSM 200 isimli bir rapor açığa çıkarıldı. Raporun başlığı, “Dünya Çapında Nüfus Artışı, ABD’nin Güvenliği ve Denizaşırı Menfaatlerimiz” idi. Rapor, Kissinger’ın “silah olarak gıda” politikasının bir devamı niteliğindeydi. Dünya üzerinde gıdanın nasıl düzenleneceğine dair pek çok strateji öneriliyordu. Bunlardan önemli bir bölümü de nüfusun kontrolü ile ilgiliydi.
Raporda doğal kaynaklar bakımından zengin, fakat geri kalmış 13 ülkenin adı geçmekteydi: Hindistan, Nijerya, Meksika, Endonezya, Brezilya, Türkiye ve Kolombiya bu ülkeler arasındaydı. NSSM 200’de bu ülkelerdeki fakirlik, nüfusun fazla olmasına bağlanıyordu.
Bunun sonucunda iktisadi ilerleme için “çiftlerin çocuk sayısını belirleme hakları vardır” gibi ibareler içeren süslü raporlar kaleme alındı. Doğum kontrol kampanyaları birbirini izledi. Bütün bunları “seçim özgürlüğü” ve “sürdürülebilir kalkınma” olarak pazarladılar.
SOZ: Bu son dediğiniz bir hayli ihtilaflı bir konu. Birçok insanın buna itiraz edeceğini tahmin ediyorum. Bebek sahibi olmak ya da olmamak bir siyasi komplonun sonucu mu yani? Kişilerin seçimleri önemli değil mi?
WE: Kimileri için bir seçim olabilir; ama pekçok insan için öyle olmamış. Mesela Brezilya, NSSM 200 raporunun en açık belgelenmiş örneklerinden biri. 70’lerin sonundan itibaren NSSM 200 raporu Brezilya’da uygulanıyor. 1991’de Journal De Brasilia, Hovo de Povo ve Jornal Brazil gibi büyük gazetelerde Amerikan nüfus kontrol hedeflerinin ifşa edilmesinden sonra Brezilya Sağlık Bakanlığı kadınlarda başlayan kısırlık sorunlarıyla ilgili geniş çaplı bir soruşturma başlattı. Hükümet, 14 ile 55 yaş arası kadınlarda %44 oranında kısırlık görüldüğünün ortaya çıkmasıyla sarsıldı. Nispeten yaşlı kadınların, programın başladığı 70’lerden itibaren kısırlaştırıldığı ortaya çıktı.
Porto Riko da aynı şekilde büyük bir laboratuara dönüştürülmüş. Halk Sağlığı Ofisi’nin yaptığı araştırmalara göre 1965 yılı itibariyle doğum yapma yaşındaki kadınların % 35’i kısırlaştırılmış. Fakir Porto Rikolular ABD tarafından kurulan doğum evlerinde doğum yapmaya teşvik ediliyor, iki çocuğu olan kadınların burada istekleri dışında ve izin almaksızın tüpleri bağlanıyordu.
Özetle, doğum kontrol yöntemleri yıllarca Amerikan dış siyasetinin bir aracı olarak kullanıldı. O yüzden ben burada insanlığa karşı işlenmiş bir suç görüyorum ve bu bahsettiğim şirketlerin-hükümetlerin organize bir suç şebekesi olduğunu düşünüyorum.
SOZ: Peki dünyadaki diğer hükümetler bunu nasıl kabul edebiliyor?
WE: Yıllarca bu uygulamalara müsaade edecek hükümetler, liderler göreve getirildi. Arjantin’de Carlos Menem gibi… Bush ailesinin yakın bir dostu kendisi aynı zamanda. Borç krizi sırasında yapılan anlaşmalarla ülke GDO’lu tarıma geçti. Büyük topraklar el değiştirdi, artık Arjantin’de yaygın olarak GDO’lu mısır ve soya üretiliyor.
Dünyada şu an finansal kriz yaşayan bütün ülkeler GDO’ya zorlanıyor. Bunun karşılığında borçlar erteleniyor, krediler açılıyor. Hiçbir hükümet buna kafa tutamıyor. Hükümetler 50 seneyi, 150 seneyi değil, ancak önümüzdeki seçimleri düşünebiliyor. Finansal kriz bu şekilde sürekli tehir ediliyor, bu esnada pek çok taviz veriliyor.
Amerika’da da kartelin desteğini almadan göreve gelmek mümkün değil. Politikacılar bütün kariyerleri boyunca birtakım şirketler tarafından destekleniyor. O yüzden bugün hiçbir hükümet GDO’ya karşı tavır alamıyor. Obama da alamadı, alamaz.
SOZ: GDO’nun en yaygın olduğu yerler neresi?
WE: Ne yazık ki öncelikle benim ülkem (ABD). Şu an ABD’de insanların yediklerinin 2/3’ü GDO’lu. Hükümet kendi insanlarını kobay olarak kullanıyor. Ardından Arjantin ve diğer Latin Amerika ülkeleri geliyor. Bildiğim kadarıyla Türkiye temiz kalmış ülkelerden biri. Hâlâ GDO’suz tohumlarınız var. Bunu korumanız dünyanın geleceği için çok ama çok önemli.
O anlamda ben Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmemesini büyük bir şans olarak görüyorum. Bu sayede bağımsız bir siyaset takip etmeniz hâlâ mümkün. Bugün Doğu Avrupa’da tam bir tarım katliamı yaşanıyor. Ölüm tohumları her yeri istila ediyor. Çünkü bu bahsettiğim kartelin Avrupa’da çok büyük bir lobisi var. Hiçkimse üstlerine gidemiyor. Mesela yakın zamanda Brüksel’de Avrupa Birliği’nin gıda güvenliğinden (EFSA – European Food Safety Administration) sorumlu olan bir yetkilinin Monsanto’dan para aldığı ortaya çıktı. Kadın işinden atılmadı. Skandalın üstü örtüldü.
SOZ: Ama siz bu konuyu deşmeye devam ediyorsunuz… Bu lobi grupları sizi görmezden mi geliyorlar?
WE: Hayır, benimle de kişisel olarak uğraşılıyor, bunu söyleyebilirim. George Soros’un bana açtığı 1 milyon dolarlık tazminat davası geçen ay sona erdi. Ben kazandım. Fakat 3 sene süren mahkeme boyunca çok uğraşmak zorunda kaldım. Benim için bu süreç adeta bir siyasi işkenceydi. Soros, üstüme bir avukatlar ordusu saldı.
SOZ: Peki bir umut var mı? Zira bize bir hayli karanlık bir tablo çizdiniz.
WE: Ben umutluyum. Tekerlekli sandalyemle dünyayı gezip bunlardan bahsetmezdim yoksa. Mesela 2 sene önce kitabım Çince’ye çevrildi ve sanıyorum bir hayli çok okundu. Bunun ardından Çin Bilim ve Teknoloji Bakanlığı beni Çin’e davet etti. Orada da size anlattıklarımı anlattım. Ardından Çin’de GDO ile ilgili ciddi sınırlamalar getirildi.
İnsanlar GDO hakkındaki gerçeği öğrendikçe yaşama sahip çıkacak. Ben böyle inanıyorum.
Sezai Ozan Zeybek
http://dunyalilar.org/genetigi-degistirilmis-organizmalar-gdo-ve-insanlik-suclari.html