Çanakkale…
Bu öyle muhteşem bir mücadele ki, bu konuda yazmak bir onur, atalarımızın torunu ve bu halkın bir ferdi olarak yazmak hele, yüce bir his..
Yıllarca Çanakkale konusunda, ve 1900-1916 yılları arasındaki sürede, Mustafa Kemal’in mücadelesini ve Osmanlı’nın hayatta kalmak için nasıl insanüstü bir gayret sergilediğini okudum. Tarih dersinde 1919 sonrası Kurtuluş Savaşı ve oradaki savaşlar anlatılır. 1919 öncesi çok kısa geçiştirilir, ve benim asıl merak ettiğim de bu zaman dilimi idi. Çünkü 1919’dan sonraki mücadele bu zamanın öncesindeki gelişmelerle şekillenmişti, ve ben ne nasıl oldu çok merak ediyordum. Bu nedenle okumaya başladım, ve Mustafa Kemal’in Harp Akademisi’nden mezun olduğu 1905 yılının Ocak ayından itibaren, (aslında Kasım 1904, çünkü o tarihte dersler sona ermişti, diploma için belirli bir süre bekleniyordu) her anının ülkenin geleceği için bir adım şeklinde geçtiğini gördüm. Yani o Osmanlı’nın var olma mücadelesinin her anında kurtarıcı olarak vardı.
18 Mart nedir, ve ne değildir?
Okullarda bu eğitimin detaylı verilmesi gerekirdi, ancak bunu zamanında eğitim sistemini ve özellikle de tarih dersinin içeriğini bilinçli olarak değiştiren birileri engelledi diye düşünüyorum.
Ülkemizde tarih dersi ezbere dayalı, olayların arasındaki mantık ilişkisini kurmayan bir yapıda. Bu nedenle kimse, eğer özellikle okul dışında kendi çabası ile tarih ile ilgilenmemişse, tarihini bilmiyor, öğrendiğini de, ezber sisteminden dolayı, unutuyor.
Evet, 18 Mart nedir, ve ne değildir?
Rejim ve Türklük ve Atatürk düşmanları Çanakkale’de ne olup bittiğini gayet iyi biliyorlar. Ancak bu eğitimin ülkemizde düzgün verilmemesinden dolayı, herkesin bilgisizliğinden faydalanıp, istedikleri noktaları ön plana getirip, istemedikleri bilgileri de yok gösteriyorlar.
Çanakkale nedir diye düşünürken önce Çanakkale niye oldu ve onu oluşturan nedenler nedir konusuna kısaca eğilmemiz lazım.
Almanya 20. Yüzyılın başlarında silah teknolojisinde çok başarılı bir durumda idi. Bu gidişat onun Avrupa’da diğer ülkeleri istila etmek isteyeceğinin işaretlerini veriyordu. İngiltere ve Fransa Almanyayı durdurmaları gerektiğini görmüşlerdi. Almanya’nın iki cephede savaşması İngiltere ve Fransa’nın istediği bir şeydi, bu suretle savaştıkları ordu gücünü 2 cepheye bölmek durumunda kalacaktı. Bu diğer cephe de Almanya’nın doğusundaki Rusya idi. Ancak Rusya ülke içi çeşitli problemlerle boğuşuyordu ve onu desteklemek gerekiyordu. Bu destek de denizden olabilirdi ancak. Yani Akdeniz, sonra Boğazlar ve Karadeniz. Ancak Boğazlar Osmanlı Devletindeydi.
Osmanlı Devleti’nin bu üç ülke ile de bir sorunu yoktu. Hatta ordunun modernleşmesi için Almanlarla anlaşma yapılmıştı, ordunun başında Almanlar, jandarmayı ıslah etmek için Fransızlar ve donanmayı modern bir hale getirmek için de İngilizler ile anlaşılmıştı. Bu ülkelerden gelen heyetler ordu, donanma ve jandarmayı çağdaş bir hale getirmek ile görevlendirilmişlerdi.
Osmanlı bir savaş çıkacağını görüyordu, ve bu ülkelerle müttefik olmak istedi. Önce Fransızlara başvurdu, onlar ilgilenmedi. Zayıf bir müttefik istemiyorlardı. Sonra İngilizlere başvuruldu, onlar da aynı nedenden dolayı istemiyorlardı. Almanya İmparatoru 2. Wilhelm ise başından itibaren Osmanlı Devletine dikkat edilmesi gerektiğini söylemiş ve belirli bir ortak düşünceyi devam ettirmişti. Meşhur Enver Paşa’nın mesela Almanlarla arası gayet iyi idi.
Dediğim gibi Osmanlı’nın hiçbir ülke ile savaşmasını gerektirecek bir durumu yoktu ama yaklaşan savaşta bir müttefiğe gereksinim duyuyordu. Sonra bilindiği gibi İngilizlerden kaçan iki Alman denizaltısı Çanakkale’den girdi. (Enver Paşa’nın denizaltıların giriş izni beklediğini duyunca yüzünde renk kalmadığı söylenir). Kısa bir tereddütten sonra ve Alman Büyükelçisi von Wangenheim’ın otoriter bir şekilde devreye girmesi ile ve hiç kimseye danışmadan bu izin o denizaltılara verildi ve Osmanlı Devleti de Almanlarla beraber bu savaşa girmiş oldu. Her ne kadar denizaltı personeline fes giydirilip “satın aldık biz bunları” dense de, bir süre sonra zaten Amiral Souchon komutasındaki bu denizaltılar Karadeniz’de Sivastopol ve Novorossisk limanlarını bombaladılar ve Osmanlı da savaşa fiilen girmiş oldu.
Burada diğer bir konuya da değinmek istiyorum. Osmanlı Devleti İngiltere’ye iki zırhlı gemi siparişi vermişti. Bu zırhlıların parası halktan toplanmıştı ve herkes hevesle teslim edilmelerini bekliyordu. Bu halk için ağır bir yük olmuştu. Gemilerin üretimi tamamlanmak üzereydi. Hatta birinin adı Reşadiye, öbürünün ki de Sultan Osman idi. Ancak “savaş şartları geçerli artık” diyerek İngiltere son kuruşuna kadar parası ödenmiş olan bu gemileri teslim etmedi ve alıkoydu. Bu durum halkta müthiş bir öfkeye sebep oldu. Almanların iki denizaltısı bu nedenle biraz da sevinçle kabul edildi denebilir halk nezdinde.
Bütün bunlar 18 Mart tarihine götüren olayların arka planı idi.
Yarın 18 Mart’ı, 18 Mart yapan süreci ele alacağız.