Bir zamanlar Türkiye’de hemen her sokulan ünlü böcek zehiri DDT, tarımdan, hayvancılığa pek çok alanda bilinçsizce kullanımının yanında bit ve benzeri parazitlere karşı adeta pudra rahatlığıyla çocuklar başta olmak üzere insanlarda da yoğun olarak kullanıldı. Ancak mucidine Nobel Ödülü kazandıran DDT’nin (Dichloro Diphenyl Trichloroethane) içerdiği kimyasalların doğada bozularak daha tehlikeli olduğu söylenen DDE’ye dönüşmesi kanser başta olmak üzere pek çok hastalığa yol açıyor. Bu yüzden DDT’nin kullanımı, bir ülkeyi saymazsak dünyanın neredeyse büyük bölümünde yasak. DDT’yi yasaklayan ülkelerin arasında Türkiye’de var. Peki Türkiye’de bu yasağa ne denli uyuluyor, DDT’nin ülkeye girişi, kullanımı engellenebiliyor mu? İlgili kurumlar insan sağlığının yanında doğada da uzun yıllar kalıcı bir katliama yol açan DDT’yle ilgili yasak konusunda yeterince denetim yapabiliyor mu?
Bu soruya “evet” yanıtını vermek hiç de kolay değil. Çünkü hala Türkiye’ye yasa dışı yollardan sokularak kırsalda halen satıldığı belirtilen DDT’yi kullanan üreticiler var. Antalya’nın Manavgat ilçesine bağlı köylerden birinde görüntülediğimiz üreticiler, kendi yiyecekleri patatesleri toprağa ekerken bitkinin köklerine zarar veren ve halk arasında ‘dana burnu’ olarak adlandırılan zararlıya karşı kül ile karışık DDT kullanıyor. DDT’nin nereden temin edildiği yönündeki sorumuzu yanıtlayan köylüler, etiketsiz ambalajlar içerisinde temin edildiğini söylüyor.
PROF. DR. TAYFUN ÖZKAYA: ‘YASA DIŞI YOLLARDAN GİRİYOR’
Satışı ve kullanımı yasak olmasına karşın halen kullanılmaya devam edilen DDT insana ve doğaya yönelik olumsuz etkileriyle ilgili görüşlerine başvurduğumuz Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya, yarattığı olumsuz sonuçlar öğrenildikten sonra 1972 yılında yasaklanan DDT’nin, hala bazı ülkelerde kullanıldığını ancak Türkiye’ye yasa dışı yollarda sokulduğuna dair duyumlar aldıklarını kaydederek, bunun önüne geçilmesi gerektiğini dile getirdi.
‘DSÖ, DDT’Yİ KANSEROJEN SINIFINA SOKTU’
Geçmiş yıllarda tarımda ve başka alanlarda kullanılan DDT’nin kullanımının ardından doğada bozulumuyla daha tehlikeli bir kimyasal olan DDE’nin ortaya çıktığı bilgisini veren Özkaya, “Bunlar birikim yaparak sonunda kansere ve başka hastalıklara yol açıyor. DDT konusunda insanlar üzerinde halen bir araştırma doğrudan yapılmış değil. Çünkü bu mümkün değil. Ancak hayvanlar üzerinde çok araştırma var. Bu nedenle Uluslararası Kanser Araştırmaları Kurumu DDT’yi de kanserojen olarak 2A sınıfına soktu. GDO’da kullanılan ot ilacı glifosat da yakın zaman önce aynı gruba alındı” dedi.
‘KÖYLÜLER BİRDEN ÖLDÜRMEDİĞİ İÇİN ZEHİRSİZ SANIYOR’
Köylülerin, tarımda kullanılan zehirlerin, aşırı doz alınmadıkça birden bire öldürmediklerine bakarak bunların zehirsiz olduğuna kanaat getirmelerinin büyük bir sorun yarattığına değinen Prof. Dr. Tayfun Özkaya, bu düşüncede olan kimi Ziraat Mühendislerinin bulunduğunu dile getirdi.
‘TÜRKİYE’DE HERKESTE ÖZAL’DA BULUNAN ZEHİRDEN VAR’
8. Cumhurbaşkanı Turgut özal’ın ölümünün ardından yaşanan tartışmalar sonrasında hazırlanan adli tıp raporunda, vücudunda zehir olduğu ancak ölümünün bu zehirlerden dolayı olmadığının kaydedildiğine vurgu yapan Özkaya, “Rapora göre Özal’da ağır metal kadmiyum ile DDT’nin bozulma ürünü olan DDE bulundu. Bu ikisi de insanı öldürebilecek maddeler. Bunlar çeşitli şekillerde doğaya yayılıyor ve hala dolaşıyor. DDT bozulduğu zaman kendisi kadar zehirli olan DDE denilen bir maddeye dönüşüyor. Türkiye’de veya diğer ülkelerde gerek yaşayanlardan gerekse ölülerden alınan örnekler üzerinde yapılan laboratuar çalışmalarından bu iki maddenin hemen herkeste bulunduğu saptanmıştır” diye konuştu.
DANABURNU’NA KARŞI ZEHİR YERİNE IŞIK TUZAĞI
Patates üretiminde danaburnu gibi zararlı böceklerle mücadele etmek için DDT gibi zehirli kimyasalları kullanmak yerine Entomolog (Böcek uzmanı) Dr. Füsun Tezcan’ın, “Börtü Böcek için Doğa Dostu Öneriler ve Ev Yapımı İlaçlar” başlığını taşıyan kitabından yararlanılabileceğini anımsatan Özkaya, kitapta danaburnu zararlısına karşı kullanılan ışık tuzağı yöntemini buna örnek olarak gösterdi.
DDT’Yİ ANLATAN BİR CİNAYET ROMANI: SESSİZ BAHAR
ABD’li biyolog ve doğabilimci Rachel Carson’un 1962’de yayınladığı ‘Sessiz Bahar’ kitabı, DDT’nin yasaklanmasına giden yolun başlangıcını oluşturacak tartışmalara yol açtı. 2. Dünya Savaşı sonrasında kullanılmaya başlayan tarım ilaçlarıyla ilgili kaygıları ele aldığı ‘Sessiz Bahar’, bir cinayet romanı gibiydi. Ortadan kalkan türlerden, kırları terk eden ve göç zamanları kasabalara uğramayan kuş sürülerinden, canlılığını yitirmiş göllerden söz eden bir cinayet romanı. Sessiz Bahar’daki katil ise DDT ve türevleriydi. Carson’un kitabı, ABD’den başlayarak DDT’nin yasaklanmasını sağlamak kalmayıp, çevre hareketinin önünü açan bir işlevi de yerine getirdi.
‘ŞİMDİ İNSAN HEM FAİL HEM KURBANDIR’
Yukarıdaki alıntıyı aktardığımız, Çevre İçin Hekimler Derneği’nin projesi olan ‘Kalıcı Organik Kirleticiler ve Sağlık’ başlıklı kitapta, DDT ve türevlerinin doğaya ve insana yönelik etkileri konusunda kapsamlı bilgilere yer veriliyor: “Daha fazla üretim, daha fazla verim, daha fazla kâr için üretilen bu tarım ilaçlarına, yani Sessiz Bahar’daki katillere, DDT’ye, Aldrin’e, Klordan’a ve Sessiz Bahar’dan çok sonra üretilen benzer özelliklere sahip ve sadece tarım ilacı olarak değil, binlerce değişik amaçla kullanılan sayısız kimyasala bugün Kalıcı Organik Kirleticiler diyoruz. Şimdi insan hem fail, hem kurbandır. Bir yandan doğayı yok etmekte, bir yandan da kendi geleceğini ve varlığını yokoluşa sürüklemektedir. Hem de kendi ürettiği, doğaya ve ekosistemlere olduğu kadar kendi bedenine de yabancı kimyasalları hesapsızca üretip, sınırsızca kullanarak ve çevreyi kirleterek.
DDT ASKERLER, ESİRLER VE ÖĞRENCİLERDE KULLANILDI
Kalıcı Organik Kirleticiler (KOK’lar), doğada bulunmayan, insan yapımı, yapısında çoğunlukla klor içeren karbon temelli (organik) bileşiklerden oluşan bir kimyasal maddeler grubudur. Çevre ve insan sağlığı için en tehlikeli kimyasal zehirlerin bir kısmı bu grupta yer alır. Oysa DDT, bulana Nobel ödülü kazandırmış, II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında askerlerin, esirlerin, göçmenlerin ve hatta okul çocuklarının bitlenmeye karşı doğrudan ilaçlanmasında kullanılmış, tarım zararlılarına ve evde bulunan böceklere karşı mücadelede mucizevi ve hiçbir zararı olmayan bir ilaç gibi görülüp sınırsızca tüketilmiş bir kimyasaldır.
KUŞLAR, MEMELİLER VE İNSANLAR ÜZERİNDE GÜÇLÜ BİR ZEHİR
Rachel Carson daha 1962’de DDT ve kalıcı organik kirleticilerin biyolojik birikim yoluyla nasıl bitkilerden hayvanlara ve insana aktarıldığını, nasıl plasentedan ve anne sütünden çocuğa geçebildiğini ve sadece böcekler değil kuşlar, memeliler ve insan için de ne kadar güçlü bir zehir olduğunu anlatmaktaydı. Aradan 35 yıl geçtikten sonra Stokholm Sözleşmesi’nin imzalanmasıyla ve başlıca kalıcı organik kirleticilerin yasaklanmasıyla sonuçlanacak bu hikaye, aslında sadece DDT ve KOK’ların değil, kimyasal kirleticilerle ilgili algıdaki değişimin, insanlığın çevreden kaynaklanan kanser, endokrin bozukluklar, doğumsal anomaliler ve kronik hastalıklar gibi en ciddi sağlık sorunlarının nasıl ve hangi aşamalardan geçerek bilincine varabildiğinin ve neredeyse bütün bir çevre hareketinin hikayesidir.
SİSTEM KENDİ ÇIKMAZINDAN KURTULMAK İÇİN YÜZLEŞİYOR
Günümüzde küresel ısınma, üzerinde yaşadığımız gezegendeki yaşam koşullarını ortadan kaldırabilecek bir gerçeklik haline gelmiş, ormansızlaşma, okyanusların ve denizlerin kirletilmesi, sulak alanların yok edilmesi, ozon tabakasının tahribi ve türlerin birbiri ardınca ortadan kalkması ekolojik krizi derinleştirmiş, sınırsızca kullanılan kaynaklar tükenmeye yüz tutmuştur. Sistem kendi yarattığı bu çıkmazdan kurtulmak için uluslararası hukuktan, anlaşmalardan ve sözleşmelerden yararlanmanın yollarını aramaya, insanlar ise çevre mücadelesi içinde ekolojik krizle yüzleşmeye başlamıştır. Sessiz Bahar’ın açtığı yolda sadece DDT’nin ve bu kitapta anlatılan diğer kalıcı organik kirleticilerin değil, işte bütün bu hikayelerin izini sürmek gerekir.”*
CARSON’UN SESSİZ BAHAR’I NEYİ ANLATIYOR?
Yaptığı kapsamlı araştırmaların ardından yazdığı kitapla DDT’nin yasaklanmasını sağlayan Rachel Carson ‘Sessiz Bahar’da kalıcı kimyasalların doğadaki etkisini çarpıcı bir dille şöyle anlatıyor: “Bir zamanlar Amerika’nın kalbinde bütün yaşamın çevresiyle ahenk içerisinde göründüğü bir kasaba varmış. Bu kasaba, ilkbaharda yeşil tarlaların üzerinde beyaz çiçek bulutlarının gezindiği, yamaçlarında meyve bahçeleri ve yeşil buğday tarlalarının oluşturduğu bir satranç tahtasının tam ortasındaymış. Sonbaharda, meşe, Akçaağaç ve huş ağaçları çamların arkasından yanıp parıldayan bir renk cümbüşü yaratırmış. Tepelerde tilkiler ulur, geyikler sonbahar sabahlarının sislerinde yarı kaybolmuş halde, tarlalardan sessizce geçerlermiş.
YERLEŞİMCİLERDEN ÖNCEKİ CENNET
Yılın büyük bölümünde, defne, kartopu ve kızılağaçlar; büyük eğrelti otları ve kor çiçekleri yolcuların gözlerini sevinç ışıkları ile doldururmuş. Kışın bile yol kenarları sayısız kuşun, meyve çekirdekleri ve karların arasından başını uzatmış kuru yabanıl otların tohumlarıyla beslenmek için geldikleri cennet gibi yerlermiş. Gerçekten de tüm yazı yaban kuş çeşidi ve bolluğu ile tanınırmış, ilkbahar ve sonbaharda göçmen kuş sürüleri akmaya başladığında insanlar çok uzaklardan onları izlemeye gelirlermiş. Diğerleri tepelerden akan ve kuytulardan alabalıkların yaşadığı gölcükler oluşturan tertemiz, buz gibi derelerde balık tutmaya gelirlermiş. Bütün bunlar bölgeye ilk yerleşenlerin evlerini dikip, kuyularını açmalarından ve ahırlarını yaptıkları günlerden yıllarca önceymiş.
OYUN OYNARKEN ANİDEN ÖLEN ÇOCUKLAR
Gel zaman git zaman bölgeyi bir acayip afetin karanlığı sarar ve her şey değişmeye başlar.Toplumun üzerine bir uğursuz büyü çöker; tavuk sürülerini esrarengiz hastalıklar kırıp geçirir, sığır ve koyunlar hastalanıp, ölürler. Her yerde ölümün gölgesi vardır. Çiftçiler daha çok ailelerindeki hastalıktan söz etmektedirler. Kasabada doktorlar her geçen gün hastalarında görülmeye başlayan yeni hastalıklar karşısında şaşırıp kalırlar. Ani ve açıklanamayan bir çok ölüm olmuş; bunlar sadece yetişkinlerde değilmiş; çocuklar da oyun oynarken aniden hastalanarak, birkaç saat içerisinde ölmüşler.
‘SESSİZ BİR BAHAR, KUŞLAR NEREYE GİTMİŞ OLABİLİRLER?’
Garip bir dinginlik vardır. Sözgelimi, kuşlar nereye gitmiş olabilirler? Çok kişi onlardan şaşkınlık ve endişeyle söz etmektedirler. Bahçedeki kuş yemlikleri terk edilmiştir. Sağda solda görülebilen birkaç kuş can çekişmektedir; şiddetli kasılmalarla, uçamamaktadır. Sessiz bir bahardır, bu bahar. Bir zamanlar sabahları, saka kuşları, kedi kuşları, kumrular, alakargalar, çalıkuşlarının şafak korusu ve diğer kuş seslerinin partisyonları ile canlanırken, şimdi hiç ses yoktur; sessizlik kaplamıştır tarlaları, ormanları ve bataklıkları…
‘BÜTÜN CANLILAR TERK ETTİĞİNDEN BURALAR DA SESSİZDİR’
Çiftliklerdeki tavuklar kuluçkaya yatmakta, fakat civciv çıkmamaktadır. Çiftçiler artık hiç domuz üretemediklerinden yakınmaktadır –yavrular çok küçük doğmakta ve sadece birkaç gün yaşamaktadır. Elma ağaçları çiçeklenmektedir, fakat artık çiçekler arasında arılar vızıldamaktadır, tozlaşma olmadığından meyve de olmayacaktır.
Bir zamanlar çok çekici olan yol kenarları, sanki alevler kasıp kavurmuş gibi sararmış ve kurumuş bitkilerle kaplıdır. Bütün canlılar terk ettiğinden buralar da sessizdir. Şimdi dereler bile ölmüştür. Bütün balıklar ölmüş olduğundan artık kimse oltasını alıp gitmemektedir.
‘SAÇAK ALTLARINDA GÖRÜLEN BEYAZ TOZ LEKESİ, İNSANLAR BUNU KENDİLERİ YAPTI’
Saçak altlarındaki yağmur oluklarında ve çatı kaplamaları arasında birkaç beyaz tanecikli toz lekesi görülmektedir, bu birkaç hafta önce saçaklar, çimenler, tarla ve derelere adeta kar gibi yağmıştır. Bu felaket kurbanı dünyada hayatın yeniden doğuşunu susturan ne kötü bir büyü ne de düşman saldırısıydı. insanlar bunu kendileri yapmışlardı.”
Yusuf Yavuz
Odatv.com