Bugünden itibaren salı günleri bu köşemizde tarihçi, gazeteci ve bir dönem siyasetin çok yakınında yer almış olan Sn. Orhan Koloğlu bizimle beraber olacak. Köşemizde yer almasından onur duyduğumuz Sn. Koloğlu Anadolu ve Rumeli Medya’da bize özel yazıları ile yer alacak.
HEM TARİH, HEM BASIN
Yaşamını tarihçilik ve gazetecilik mesleklerinde geçirmiş biri olarak yaşım sekseni aşınca “Ben 20. Yüzyılda kaldım, 21’e giremedim” sloganını benimsedim. Tarihçiliğim, dünya çapındaki başarısı sebebiyle Osmanlı Devletini övmemi, tabii oluşumları objektif değerlendirmemi hiç engellememiştir. Ancak çağdaşlaşmayı başaramayıp kendi hazırladığı tarihten silinme salt bir Türkiye Cumhuriyeti başarısıyla önlenince, hele bütün ileri dünya ile birlikte demokrasiye geçilince, iki konuyu yanyana yürütmem gerekti.
Zaten içinde büyüdüğüm ortamda demokrasinin yerleştirdiği özgürlük ilkeleri içinde – Yasama, Yürütme, Yargı – dördüncü sıraya yerleşen Basın’ınki en büyük tutkum oldu. Değişik görüşlerin yansıtılmasına izin verilmedikçe demokrasinin yaşamasının mümkün olamayacağı bilinir. Dolayısıyla şahsi inanç ya da görüş savunucusu olmadım.
Geçen yıl iki defa tekrarlanan seçimler sırasında bu görüşümü Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin gazetesinde açıkça belirtmiştim. Beni ilgilendiren ‘hangi parti kazansın” sorunu değildi. Bu amaçla yazdığım dört makalemin birinde Atatürk’ün rahat bırakılması esastı. O görevini yapmıştı, sorumluluk bizimdi. İlk iki makalede, “Ekonomideki bunalım ve Koalisyon işbirliği anlayışı “vardı. Asıl üzerinde durduğum ise “Düşünür/Aydın kesimin tutumuydu.” Mesleğimiz ve dünya çapında destek gören demokrasi anlayışı çerçevesinde, basın özgürlüğümüzün sağlam kalmasını hedefleyenlerin bunu bütün partilere benimsettirerek çözümü gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceklerini öğrenmek istiyordum.
DÜŞÜNÜRLERİMİZE
Seçimden bir hafta önce Kadıköy Belediyesi’nde verdiğim konferansta çağdaşlaşma çabamız çerçevesinde bu kesimin ne denli tutarlı olacağının belirlenmesi konusunu da gündeme getirmiştim. Konferansta “Devletlu – Münevver – Aydın” üçlemesi başlıktı. Ancak zamanla “Entel”, arkasından da “Akil” deyimlerinin yakıştırıldığını, hatta en son olarak “Mankurt” un gündeme geldiğini anımsatmıştım. Merakım, seçimden hangisinin yeniden öne çıkacağıydı. Böylece basına bağlılığımı tarihsel bir anlayışla bütünleştirerek yansıttım.
Seçimin sonucunu öğrenmenin peşinden Avrupa Birliği’nin, Türkiye’nin insan hakları ve hukukun üstünlüğünde geriye gittiğini açıklaması… Hele hemen arkasından Davutoğlu’nun “Basın özgürlüğünü kırmızı çizgi” saydığını ilanı da kafaları karıştırdı. Gerçi olumlu bakıyormuş hissi vermeye çalışıyordu ama, görevden uzaklaştırılan, mahkemeye sevkedilen yönetici, muhabir ve yazarların sayısı artar, uluslar arası toplantıyı izlemesine izin verilmeyenler ilan edilirken, bu rengin neyi belirlediğini incelememek mümkün değildi.
Böylece toplumsal evrimimizin, çağdaşlaşmamızın ve de demokrasi alanındaki ilerleyişimizin vardığı noktayı bir tarihçi olarak belirleyebileceğime inanıyordum.
Dünyayı modern çağlara 1450’lerde basın silahını yaygınlaştırmaya başlayarak getiren Rönesans – Reform – Aydınlanma akımının, yüzyıllar süren bir kaynaşmanın sonucunda başarıya ulaştığını biliyoruz. Hem de Haçlı Seferi tutkunlarına “Türkle savaşmayın onlar Allah’ın gönderdiği bir şeytandır, bizi düzeltecekler” diyen Luther’i de.
Biz ise devrimimizin ancak 92. Yılını doldurmuşken o birkaç yüzyıl gerektiren süreci hızlandırmamızı sağlayacak kadroları, aydınları, üretebilmiş miydik ???
Günümüzde Osmanlı’ya dönüş tutkusunu zirveye yerleştiren, “90 yılı enkaz” sayanların, fikir açıklayanı “Kayyum”la susturmaya çalışanların çoğaldığı görülüyor. Ben çizgimden vazgeçmeyerek toplumuma hizmet vermeye çalışacağım.
Orhan Koloğlu
fotoğraf: aydınlıkhaber