Dün avukatlar günüydü. Tayyip Erdoğan, kendine layık gördüğü avukatları külliyesinde topladı ve adet olduğu üzere bir de konuşma yaptı.
Konuşmasının önemli bir bölümünü, barolar; TMMOB; TTB gibi meslek örgütlerinin yergisine ayırdı.
Meslek örgütlerinin iyi bir sınav vermediklerini söyledi. Tayyip Erdoğan, Ülkenin içinden geçtiği kritik süreçte, herkesin bir ve beraber olması; ortak bir hedef doğrultusunda kenetlenmesi gerektiğini düşünüyor ve meslek örgütlerinin tam tersini yaparak, ayrışmayı özendirmesinden üzüntü duyuyor.
Bu görüşlerini zaman zaman; “ilgili kişilerle” de paylaşmış. Kimlerle görüştüyse, bu önemli sorunun, yönetim ve denetim organlarının seçilmesi yönteminden kaynaklandığı konusunda mutabakata varmışlar. Seçim yöntemini değiştirip, meslek örgütlerini, belirli çıkar çevreleri ve ideolojik grupların hegemonyasından kurtarmaya kararlılarmış. Tayyip Erdoğan, Meclis ve Hükümet üzerine düşeni süratle yerine getirirse sorunun yıl bitmeden çözümlenebileceğini umuyor.
Bu sözlerinden, yeni anayasanın yürürlüğe girebilmesi amacıyla AKP’lilerin seferber olacakları anlaşılıyor. Çünkü seçim yönteminin değiştirilmesi için, önce 12 Eylül Cunta Anayasasının 135. Maddesindeki meslek kuruluşlarını tanımlayan şu kuralın değişmesi gerekiyor: “….organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleridir.” Tayyip Erdoğan’ın hükümete ve meclise tanıdığı 8 aylık sürenin nedeni bu olsa gerek. Anayasada bu kural yer almasaydı bir günde değiştirmeleri işten bile değildi.
İnsan, içinden geçenleri içtenlikle söylemeyince çelişkilerden kurtulamıyor. Tayyip Erdoğan’ın konuşmasında birbirini izleyen iki paragrafta böyle bir çelişki var: birinde, her türlü ayrışmanın bir kenara bırakılarak kenetlenilmesi gerekliliğini okuyor; ötekinde ise, farklı seslere şu sözlerle övgüler düzüldüğünü görüyorsunuz: “tüm farklı görüşlerin, düşüncelerin ifade edilebilmesine, farklı seslerin kendilerini duyurabilmelerine imkân sağlayacak çoğulcu bir yapıyı tesis etmeliyiz”
Meslek örgütleri, AKP’nin hep hedefinde oldu. Siyasal iklim elverdiğince yasal ve yönetsel düzenlemeler yaparak etkisizleştirmeye çalıştılar. Hatta Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, değişiklikler için siyasal ve moral iklim oluşturmak amacıyla meslek örgütlerini DDK’na denetletti.
Devlet Denetleme Kurulunun 28.9.2009 günlü raporunda, kamu tüzel kişisi sayıldıkları için bir türlü sivil toplum kuruluşu gibi davranamadıkları; tekelci ve şeffaflıktan uzak bir örgüt yapısına sahip oldukları gibi bir dizi olumsuzluk atfedilerek eleştiriliyor; Anayasal ve Yasal değişikliklerle bu olumsuzlukların giderilmesi öneriliyordu. Çok seslilik adına önerilen ise meslek odalarını yok edecek bir öz taşıyordu. Bütün odaların biri diğerinden bağımsız olacak biçimde il düzeyinde örgütlenmesi ve TMMOB yapısının ortadan kaldırılması öneriliyordu.
Kısacası dün Tayyip Erdoğan’ın söylediklerinin hepsine 2009 yılındaki DDK raporunda yer verilmişti.
Meslek örgütlerinin zaten çok sınırlı olan özerkliklerini ortadan kaldırmak için bugüne değin yasal ve yönetsel birçok düzenleme yapıldı. 2011 yılında çıkarılan 644 sayılı KHK ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığının örgüt yapısı içinde Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü adlı bir birim kurularak, TMMOB’nin, bakanlığın bağlı kuruluşu gibi çalışmasını sağlayacak ortam oluşturuldu.
Yasa, yönetmelik ya da genelgelerle kamu adına denetim yapma yetkileri kısıtlandı; çeşitli kurullarda temsilci bulundurmaları önlendi; ekonomik kaynakları ve üyeleriyle ilişkileri zayıflatıldı. Kyoto Protokolü uyarınca oluşturulan İklim ve Hava Yönetimi adlı iki kurulda, ilgili bakanlık temsilcileriyle birlikte TOBB, TÜSİAD, MÜSİAD gibi işveren kuruluşları yer alıyorken TMMOB dışlandı.
Ve en önemlisi de 1983 yılında TMMOB Yasasına konulan Bakanlıkların denetleme yetkisinin AKP İktidarları döneminde kullanılmaya başlaması oldu. Böylelikle Meslek kuruluşlarını kıskaca almaya çalıştılar.
AKP, meslek odalarının etkinliklerinden çok rahatsızlık duyuyor. Ağız tadıyla iş cinayetlerine yol açamıyor; kentlere ve doğaya dilediğince zarar veremiyor; sağlığın metalaştırılması sürecinde ağır kalıyor; avukatlara, adaletin/savunmanın ayrılmaz bir öğesi değil, savcı ve yargıçların emrindeki personel gibi davranılmasını sağlamakta güçlük çekiyorlar ve bütün bu nedenlerle, tekellerin isteklerini yerine getirmekte yeterince hızlı olamıyorlar. Bu da onların fena halde canını sıkıyor.
Oysa şu kritik günlerin birlik ve beraberlik ruhuyla aşılması gerekiyor. Öyle değil mi?
sol