Atatürkçü laik eğitim sistemi 1950 yılından beri ağır yaralar almakta, bu sistemden sapmalar yaşanmaktadır.
1950’den sonraki siyasal iktidarlar halk dalkavukluğu yaparak dini siyasete alet etmiştir. Bunun sonucunda laik eğitim düzeninden ödün verilmiş, kısmen din eksenli eğitim sistemine geçilmiştir. (ı) Medreselerin kapandığı sırada izledikleri ders programı ile 1950’den sonra imam hatip okullarında okutulan ders programı birbirine çok benzemektedir. (ıı) 1959’da Yüksek İslam Enstitüleri kurulmaya başlanmıştır. (ııı) 1965’ten sonra imam hatip okullarının ve öğrencilerinin sayısı, amacı dışında ve anayasaya aykırı biçimde çok artırılmıştır. (ıv) 1965’te yürürlüğe konulan Diyanet İşleri Başkanlığı Yasası ile Kuran kursları düzenleme yetkisi müftülüklere verilmiştir. (v) 1973 yılında imam hatip okulları “lise” statüsüne kavuşturulmuştur. (vı) 1976’da kız çocuklarının yasayı ve Anayasa’yı ihlal ederek imam hatip okullarına kabul edilmesi, bu dönemdeki laik eğitim düzeninden sapmaya örnek gösterilebilir.[1]
Özellikle 1983’ten sonra, laik eğitimden sapmalar yoğun biçimde yaşanır olmuştur. 2003 yılında başlayan süreçte ise, din eksenli eğitim düzeni neredeyse laik eğitimin yerini almıştır. Şimdi son düzenlemelerle bu yolda eksiklikler giderilmeye çalışılmaktadır. Yeni anayasa ile laik eğitim sistemi tümüyle sonlandırılacaktır.
Sapmanın yarattığı sonuçlar
Birleşmiş Milletler’in de aralarında bulunduğu saygın birçok uluslararası organizasyon, sivil toplum kuruluşu ve izleme örgütü, düzenli olarak ülkelerin demokrasi, yargı, basın özgürlüğü, cinsiyet eşitliği, insan hakları ve benzeri konulardaki durumlarını gösteren raporlar yazmakta, endeksler hazırlamakta ve ülkeleri sıralamaktadır. Bu raporlar ve endeksler, ülkelerin özgürlük, uygarlık ve gelişmişlik düzeyini göstermesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Birleşmiş Milletler 2011 “İnsani Gelişmişlik Endeksi”nde Türkiye’ye, 187 ülke arasında 92. sırada yer verilmiştir. Bu sonuçla Türkiye, “yüksek insani gelişme” sınıfındaki ülkeler ortalaması ile Avrupa ve Orta Asya ülkeleri ortalamasının altında kalmıştır.
The Economist Dergisi’nin “2010 Dünya Demokrasi Endeksi”nde Türkiye’ye 167 ülke arasında 89., 2011 Endeksi’nde 88. sırada yer verilmiştir. Bu sıralar ile Türkiye “Melez Rejimler” kategorisinde yer almıştır. Bu kategorinin yerini belirtmek için, demokrasilerin dörde ayrıldığını vurgulamak gerekir: (ı) Tam demokrasiler; (ıı) Kusurlu demokrasiler; (ııı) Melez/Hibrit rejimler; (ıv) Otoriter rejimler. Dikkat edilirse bu ayrımda, ilk ikisi dışındaki kategorilere demokrasi bile denmemektedir. Türkiye’nin, 2008 raporunda 87. sırada iken 2010 raporunda 89. sıraya düştüğünü de belirtmek gerekir.[2]
Cinsiyete Dayalı Gelişmişlik Endeksi’nde Türkiye, Pakistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin bile arkasında, 109 ülke arasında 101. sırada yer almıştır.[3]
Freedom House 2012 Dünyada Özgürlükler Raporu’na göre, Türkiye kısmen özgür bir ülkedir.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü 2011/2012 Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre 179 ülke arasında Türkiye 148. sıradadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) göre, üye 47 devlet içinde Türkiye en fazla dosyası olan ve en fazla hak ihlali yapan devlettir.
Dünya Ekonomik Forumu 2011 Kadın-Erkek Eşitliği Raporu’na göre Türkiye 135 ülke içinde 122. sırada yer almaktadır. Türkiye’de kadına karşı şiddet giderek artarken, kadınların sadece yüzde30’u çalışma yaşamında yer almaktadır.
Legatum Institute Uluslararası Refah Endeksi’nde Türkiye 110 ülke içinde 75. sıradadır ve Avrupa’nın toplumsal refah bakımından en geri ülkesidir.
Son olarak, Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği 2010 raporunda, 134 ülke arasında Türkiye’ye 128. sırada yer verildiğini de belirtmek gerekir. Türkiye’yi 129. sırada İran, 130. sırada Suudi Arabistan izlemektedir.[4]
Bunlar eğitim sisteminin neden olduğu sonuçlardır. Eğitim sistemine dönersek şöyle verilerle karşılaşmaktayız:
Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) 2010 yılı verilerine göre Türkiye’de “15+” yaş eğitim durumu şöyledir: İlkokul ve altı yüzde 42, ilköğretim ya da ortaokul bitirenler yüzde 23, lise ve dengi okul mezunları yüzde 21, fakülte ve yüksekokul mezunu yüzde 8, yüksek lisans ve doktora yapanlar yüzde 1, bilinmeyenler ise yüzde 5.
Eğitimde reform mu?
Eğitim sistemimiz bu durumda iken, çıkarılan yasa “eğitimde reform” diye nitelendirilmektedir.
OECD tarafından düzenlenen “Uluslar arası Öğrenci Değerlendirme Programı” (PISA), 2000 yılından beri yaptığı sınavlarla, 15 yaş grubu öğrencilerin “okuma becerileri”, “matematik” ve “fen bilimleri” alanındaki başarılarını, dolayısıyla ülkelerin eğitim sistemlerinin durumunu ortaya koymaktadır.
PISA 2006 sınav sonuçlarına göre Türkiye, sınava katılan 57 ülke arasında 37., 30 OECD ülkesi arasında ise 29. sırada yer almıştır.
PISA 2009 sınavlarına 65 ülke katılmış, bu kez Türkiye 65 ülke arasında 41. olmuştur. Türkiye’nin, sınava katılan 33 OECD ülkesi içindeki yeri ise 31.’lik olmuştur.[5]
PISA 2003, 2006 ve 2009 yarışma sonuçlarından çıkan sonuç şöyle açıklanmıştır:
– Türk Eğitim Sistemi niteliğini yitirmiştir.
– Türk Eğitim Sistemi sınıfsal, bölgesel ve cinsiyete dayalı eşitsizlik ve adaletsizlik üretmektedir.
– Türkiye’de nitelikli öğretmen yetiştirilememektedir.[6]
Getirilen değişikliklerin “reform” olarak nitelendirilebilmesi için her şeyden önce tüm bu eksiklere ve bu sorunlara çözüm içermesi gerekmektedir. Yasa incelendiğinde böyle bir içeriğe sahip olmadığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, bugün köylerde 10.413 ilköğretim okulunda “birleştirilmiş sınıf” uygulaması yapılmaktadır. Fiziki yer yokluğu ve öğretmen yetersizliğinden dolayı 1, 2, 3. sınıflar bir derslikte, 4 ve 5. sınıflar ayrı bir derslikte, aynı anda ders yapmaktadırlar.
2011-2012 eğitim öğretim yılında ilköğretim okullarından 6.953’ünde, ortaöğretim okullarının 1.484’ünde olmak üzere toplam 8.437 okulda “ikili öğretim” yapılmaktadır. 2010-2011 eğitim öğretim yılında sınıf mevcudu 50’nin üzerinde olan 2.451 ilköğretim sınıfı, 1.555 ortaöğretim sınıfı, toplam 4006 sınıf bulunmaktadır.
Öğretmen açığı ise, 108.502’dir.[7]
İlk ve ortaöğretimin henüz bu sorunları giderilememişken, eğitim sisteminde köklü değişikliğe gidilmesi gerçek amacı göstermektedir. Gerçek amaç, birkaç yinelediğimiz gibi, 28 Şubat sürecinden rövanş almak, bu bağlamda imam hatip orta kısımlarını yeniden açmak, hatta bir adım öne geçilerek “tüm okulları imam hatipleştirmek” ve kız çocuklarını ergenlik çağında eve kapatmaktır.
Türkiye’nin gerçekten eğitimde reform yapmak istiyorsa, Avustralya, Yeni Zelanda, Danimarka ve Finlandiya gibi ülkeleri örnek alması gerekir. (Bu öneri TOBB’a bağlı Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı-TEPAV tarafından dile getirilmiştir.) Çünkü bu ülkeler temel eğitimde başarılıdırlar.
PISA sonuçlarına göre temel eğitimde en başarılı ülke Finlandiya’dır. Finlandiya’nın başarısı eğitim kadrosundan kaynaklanmaktadır. Öğretmenlerin tümü en başarılı öğrenciler arasından seçilerek yetiştirilmekte; ancak master dereceli üniversite mezunları öğretmen olabilmektedir.[8]
Kesintisiz zorunlu eğitim Avusturya ve Yeni Zelanda’da 10, Danimarka ve Finlandiya’da 9 yıldır. Aileler, 6-16 yaş aralığındaki çocuklarını okula göndermek zorundadırlar. Mesleki eğitim bundan sonra başlamaktadır. ABD, Fransa ve İngiltere’de de mesleki eğitime yönlendirme yaşı 16’dır.[9]
Avrupa ülkelerinin 8’inde kesintisiz zorunlu eğitim 8 yıl, 9’unda 9 yıl, 12’sinde 10 yıl, 2’sinde 11 yıl ve 3’ünde de 12 yıldır.[10]
SONUÇ
“Bütün okullar imam hatiplileştirilecektir”, “Dindar bir nesil yetiştireceğiz” ve “Laik Cumhuriyetin yerini daha İslami bir yapıya bırakmasının zamanı gelmiştir” sözleri birleşmiş; yeni anayasadan önce eğitim sistemine ilişkin yasa teklifiyle vücut bulmuştur.
Laik düzende din eğitimi vermek ailenin görevidir ve bu eğitimi almak da tercihe bağlıdır. Bugüne kadar bu toplum, çoğunlukta olan dindar kesimi böyle yetiştirmiştir. Bugün 26 üyeli Bakanlar Kurulu’nun 20’sinin lise ya da meslek lisesi/teknik lise bitirimli olması bunu kanıtlayan en güzel örnektir. Ama eğer dindarlıkla dincilik eş anlamlı kullanılıyorsa, ki biz o kanıdayız, o zaman bugünkü eğitim sisteminin buna izin vermeyeceği ortadadır.
Yapılan yasal düzenleme Türk Milli Eğitim Sistemini din eksenli temel üzerine oturtması nedeniyle, Anayasa’nın laiklik ve laik eğitim ilkeleriyle Öğretim Birliği Yasası’na aykırıdır.
Tüm okulları imam hatipleştirme projesi Türk Eğitim Sistemi değişikliği, aslında Büyük Ortadoğu Projesi’ne hizmet edecek bir çalışmadır. Bilindiği gibi BOP projesi, Türkiye’nin Ortadoğu’ya lider olmasını, bunun için rejiminin bu ülkelere model olması gerektiğini; ancak, laik yapısıyla Türkiye’nin Ortadoğu ülkelerine model olamayacağını, bu nedenle de rejiminin laik yapıdan daha İslami bir yapıya dönüşmesi gerektiğini öngörmektedir.
İşte, eğitimin imam hatipleştirilmesiyle dini formasyonla yetişen yurttaşların oluşturduğu İslami Türkiye Cumhuriyeti, Ortadoğu’daki ülkelere model olabilecek ve bu ülkelerin liderliğinin de yolunu açacaktır.
Bu bölümü Emile Zola’nın bir sözüyle bitirmek istiyorum: “İrtica saltanatını, bir ülkenin eğitimini ele geçirerek kurar, böylece kökleşir ve kalır. Okullarda beyinleri yıkanan genç kuşaklar yönetimde görev aldıkları zaman, ülke çıkarlarının değil, kendilerini eğitenlerin sözcüleri olacaklardır.”[11]
Bülent SERİM
Odatv.com
Dipnotlar:
[1] Mehmet Perinçek, Aydınlık, 21.02.2012
[2] Orhan Birgit, Cumhuriyet, 17.12.2010
[3] Türker Ertürk, Aydınlık, 09.03.2012
[4] Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet, 22.07.2010
[5] Prof. Dr. Bahattin Baysal, CBT, 14.01.2011 ve 16.03.2012
[6] Prof. Dr. Kemal Kocabaş, Cumhuriyet, 09.03.2012
[7] Saygı Öztürk, Sözcü, 09.03.2012
[8] Prof. Dr. Bahattin Baysal, CBT, 16.03.2012
[9] Cumhuriyet, 01.03.2012, Fırat Kozok
[10] Eğitim İş; aktaran Orhan Bursalı, CBT, 09.03.2012
[11] Mahmut Adem, Cumhuriyet (Olaylar ve Görüşler), 04.03.2012
odatv