Prof. Dr. Baskın Oran, “Onur diye bir şey var” diyerek,‘bu ülkede yönetenlerin de hukuka tâbi oldukları’nın bilinmesi amacıyla Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a dava açtı.
Davanın nedeni Erdoğan’ın ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bildiriye imza atan akademisyenlere yönelik söz ve eylemleri. ‘Savaş durumuna derhal son verilmesini ve çözüm sürecine dönülmesi’ istenen bildiriye atan akademisyenlerden biri de Oran’dı.
Emekli profesör, “Bu ağır hakaretleri ne bir şahıs olarak kaldırabilirim, ne de bir bilim insanı olarak”dedi.
‘Kişilik haklarına saldırı’
Dava dilekçesinde de, ‘Erdoğan’ın, hukuka aykırı sözleri ve imzacı akademisyenlere yönelik idari ve cezai yaptırımlar uygulanması konusundaki talimatlarının davacının ifade özgürlüğü ve kişisel özerklik hakkının ihlal edildiği, kişilik haklarına haksız saldırıda bulunulduğu’ savunuldu.
Tazminat olarak da Erdoğan’ın dört konuşmasının her biri için 2 bin 500 TL’den toplam 10 bin TL istendi. Halen Mülkiye’de lisansüstü dersi veren Oran’a göre göre bu bir ilk.
Hiç kimsenin ağzına yakışmayacak laflar
Oran, “Erdoğan imzacıları terörizme destek vermekle suçladı, Yargı başta olmak üzere çeşitli yerlere hedef gösterdi ve değil bir cumhurbaşkanının ağzına, hiç kimsenin ağzına yakışmayacak laflar kullandı” diyerek davayı neden açtığını anlattı.
Bu ağır hakaretleri kaldıramam
“1) Şahsi sebepler:
a) Erdoğan’ın, TV’den yayınlanan 4 ayrı konuşmada kullandığı kelime ve terimler, dava dilekçemde alıntı yaptığım cümlelerin açıkça gösterdiği gibi, hakaret ve aşağılama doludur: “Alçak”, “zalim”, kapkaranlık”, “cahil”, tiksinti verici”, “vatan haini”, “lümpen”, “terör örgütünün maşası”, “ahlaksız”, “mandacı artığı”, “ruhu kirlenmiş.”
Kişilik haklarımı ihlal eden bu ağır hakaretleri ne bir şahıs olarak kaldırabilirim, ne de bir bilim insanı olarak.
b) Ben, hocalık ve kitap yazma dışında, bu devlete yıllar boyu azınlık ve Kürt sorunlarında bir kuruş ücret almadan hizmet vermiş bir uzmanım.
1999-2009 yıllarında Avrupa Konseyi’ne bağlı‘Avrupa Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Komisyonu’ (ECRI) nezdinde Türkiye’nin Ulusal İrtibat Görevlisi (National Liaison Officer) vazifesini yürüttüm. 2003 sonunda kurulan Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’na (BİHDK) hükümet tarafından re’sen atanarak ‘BİHDK Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu’nu yazdım. Nisan 2013’te Barış Süreci kapsamında kurulan Âkil İnsanlar Heyeti’ne yine hükümet tarafından re’sen atanarak Ege bölgesinde çalıştım.
Bu resmî görevler sırasında, devlet yetkililerine hep gerçekleri aktardım, bilim neyi gerektiriyorsa onu söyledim ve yazdım. Çünkü doğru karar verebilmeleri için böyle yapmak lazımdı.
Şimdi bizzat cumhurbaşkanının Yargı’ya talimat verdiği bu ortamda başgösteren hapis tehdidi, bu gerçekleri söylememe engel olma amacını güdüyor. Buna, özellikle bir cumhurbaşkanının hakkı yok.
Bu şahsi sebepler, cumhurbaşkanına dava açmam için yeterdi ve artardı. Ama tek mesele bu değil.
Onur diye bir şey var
2) Mesleki sebep:
İmzacı akademisyen arkadaşların büyük çoğunluğu, yaşları itibariyle, benim öğrencilerimin öğrencileri.
Bu gençlerin bir kısmını, üniversiteleri işten atarak açlıkla baş başa bıraktı.
Bir kısmı, kendi fakültelerinde bazı öğrencilerin odalarını işaretlediği bir tehdit ortamında direniyor.
Bir kısmı hakkında savcılar yıllarca hapis isteyen davalar açtılar.
Bir kısmı hakkında YÖK, sadece hukuk değil, ayrıca yasa dışı disiplin kovuşturmaları başlatmış durumda (yasa dışı olmasaydı, şimdi YÖK’e bu yetkiyi verme amaçlı bir torba kanun hazırlanıyor olmazdı).
Bir kısmı şu anda tecrit hücrelerinde tutuklu. Kitap bile verilmeyerek, havalandırılmaya çıkarılmayarak.
Geri kalan tümü de, polisin kendilerini sabaha doğru hangi saatte gözaltına alacağını düşünüyor.
Bu genç arkadaşlarım cumhurbaşkanının bu hakaretlerine dava açsalar, kendilerine reva görülen yasa ve hukuk dışı baskılar artabilir. Fakat ben, üstelik genç asistanken faşist 12 Eylül döneminde önce YÖK sonra da 1402 s. kanun kullanılarak 8 yıl boyunca fakültem Mülkiye’den ve memuriyetten atılmış 70’lik bir hoca olarak, gençlere reva görülen bu hakaretleri ve baskıları görmezden gelemem. Onur diye bir şey var.
Yönetenlerin de hukuka tâbi oldukları bilinsin
3) Kamusal sebep:
Cumhurbaşkanının kendi ağzına yakıştırabildiği bu hakaret ve aşağılamalardan herhangi birini bir TC vatandaşı bırakınız cumhurbaşkanına, herhangi bir vatandaşa söylese hemen hapis (ceza davası) ve tazminatla (hukuk davası) cezalandırılır.
Oysa TC yasaları, yönetilenler için olduğu kadar, yönetenlerin de tâbi olduğu hukuk metinleridir. Bu, hukuk devletinin bir numaralı kuralıdır.
TC Anayasası Md. 2’de ifadesini bulan hukuk devletini korumak için yemin etmiş bir cumhurbaşkanı, kendisine vatana ihanet dışında“ceza” davası açılamayacağını bahane ederek, ettiği hakaretler nedeniyle kendisine açılacak “hukuk”(tazminat) davasından kaçamaz.
Üstelik bu cumhurbaşkanı, bu mevkie geldiğinden bu yana kendisini eleştiren herkese binlerce dava açmış ve insanları hapse ve/veya tazminata mahkum ettirmiş biriyse.
Bu ülkede yönetenlerin de hukuka tâbi oldukları bilinsin.”
Dava dilekçesinin özeti
Oran’ın Erdoğan’a açtığı ekleri hariç 32 sayfalık dava dilekçesinin özeti de şöyle:
“Davalı Erdoğan, akademisyenlere yönelik son derece ağır hakaretler ederek ve aşağılayıcı nitelemelerde bulunarak kişilik haklarına saldırıda bulunmuş, milleti göreve çağırarak destekçilerinin de saldırılarına zemin hazırlamış, idari ve yargısal yetkileri kullanan kamu görevlilerine, imzacılar hakkında soruşturma başlatılması talimatları vererek ifade özgürlüğü hakkını ihlal etmiştir.
Erdoğan, konuşmalarında, bildiriyi imzalayan akademisyenleri hedef alarak onları terör destekçisi gibi göstermektedir.
Erdoğan’ın “millet bunlara gereken yanıtı verir”konuşması sonrasında ulusal medyada ve özellikle yerel basında imzacılar aleyhine haberler yayınlanarak bu kişiler hedef gösterilmiştir. Müvekkile elektronik posta yoluyla gönderilen tehdit ve hakaret içerikli bir kısım mektup örneklerini ekte sunuyorum.
Davalının milleti göreve çağırması sonrasında, akademisyenler sosyal medya ve ulusal basında hedef gösterilmiş, hakarete uğramışlardır. Davalının konuşması sonrası gazete ve televizyon yayınlarında isim isim hain diye tanıtılan akademisyenler, toplum nazarında itibarsızlaştırılmaya çalışılmış, hakaretlere uğramıştır.Erdoğan’ın çağrısı sonrasında hemen harekete geçenlerden biri de organize suç örgütü liderliğinden hüküm giymiş olan Sedat Peker’dir. “… Kendi can sağlığınız için siz bu devleti batırmaya uğraşmayın. Şu an dahi hayatta olabilmenizin tek sebebi, devlet’in var olması ve ayakta durmasıdır. …Tekrardan söylüyorum; oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız!!!”
Bütün ömrünü insan ve azınlık haklarına vakfeden müvekkilin şiddet içermeyen, tersine barışı savunan, insan hakları ihlallerine dikkat çeken ve bu ihlallerin durdurulmasını talep eden düşünce açıklamasına Cumhurbaşkanı’nın bu biçimde müdahale etmesi, demokratik bir toplumda zorunlu bir müdahale olmadığı gibi tersine demokratik tartışma olanağını ortadan kaldıran bir etkiye sahiptir. Benzer açıklamaları yapan diğer kişiler her hangi bir yaptırımla karşılaşmadığı halde Cumhurbaşkanı’nın suçlayıcı, aşağılayıcı ve hedef gösterici söz ve eylemleri sonucunda müvekkilin de diğer akademisyenler gibi tehdit ve cezai soruşturmalara maruz kalması, ifade özgürlüğüne meşru olmayan bir müdahalenin varlığını göstermektedir.
Bu müdahale davalı Erdoğan’ın görevinden ve siyasal konumundan kaynaklanan özel bir ağırlığa sahiptir. Zira davalının her sözü, kamu makamlarınca emir telakki edilmektedir. Cumhurbaşkanı sıfatına sahip davalı Erdoğan’ın siyasal konumu ve görevi dikkate alınarak hukuk davasının kabulü, ifade özgürlüğünün gerekleri açısından özel bir öneme sahiptir.
Sarfedilen galiz sözlerin davacının kişisel itibarı ve saygınlığını zedeleyici nitelikte olduğu açıktır. Yukarıda sergilenen bu sözler, imzacıları terör destekçisi gibi göstermek, kendilerini alenen terör örgütü yanında saf tutmakla, terör örgütünün propagandasını yapmakla, teröre destek vermekle itham etmek ve ülkemizde yaşanan ağır katliamların sorumluluğunu onlara yüklemek açıkça haksız eylem niteliğindedir. Sadece “hain” kelimesi bile Yargıtay tarafından onur ve saygınlığa aykırı olarak değerlendirilmektedir.
Davalı, görüşlerini, hakaret ve aşağılama kelimelerine başvurmadan dile getirebilirdi. Ancak böyle yapmamış, her seferinde, bir cumhurbaşkanından beklenmeyecek biçimde aynı rahatsız edici dili kullanmayı sürdürmüştür.
Davalının sözleri sonrasında yaşanan toplumsal, siyasal ve cezai yaptırımlar nedeniyle, davacı açısından düşünce ve vicdani kanaatlerini özgürce ifade edebilmek çok zorlaşmıştır.
Erdoğan’ın söz ve eylemlerinin Anayasada sayılan görevleriyle ilgili olmadığı, kişisel kanaatleri olduğu açıktır. Bu nedenle davalı kişisel eylemlerinden dolayı sorumludur. Davalının, cumhurbaşkanlığı makamının sorumsuzluğuna gönderme yaparak vatana ihanet dışında hiçbir biçimde sorumlu olmadığına yönelik sözleri yerinde değildir. Anayasa ve idare hukukçuları, Cumhurbaşkanının kişisel eylemlerinden sorumlu olduğu kanaatindedirler.
Davalının söz ve eylemlerinin hukuka aykırı olduğu ve davalının davaya konu kişisel eylemleri nedeniyle sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Aksi bir yorum, eşitlik ilkesini ihlal edebileceği gibi, Anayasa’nın demokratik hukuk devleti ilkesinin de ihlali anlamına gelir.”
diken