Emekli Büyükelçi ve CHP eski milletvekili Faruk Loğoğlu YURT Gazetesi için yazdı.
Faruk Loğoğlu’nun “Türkiye’nin ‘İslam Ordusu’nda ne işi var?” başlıklı yazısı şu şekilde:
Türkiye’ye artık gündem dayanmıyor. Günün olayları bırakın geçen haftayı, ayı, yılı, bir önceki günün manşet haberlerini rahatlıkla geride bırakıyor. Hatta gündem aynı gün içinde bile eskiyebiliyor. Son örnek: Can Dündar’a yapılan silahlı saldırı olayı Dündar/Gül hakkında mahkemenin verdiği kararı gölgede bırakıveriyor. Ve tabii dikkatlerin hep en son gelişmelere odaklanması ve toplum hafızasının oluşmaması hiç de sağlıklı bir durum değil. Önemli önemsiz, doğru yanlış hep birbirine karışıyor. Bir türlü öncelikli sorunlardan oluşan bir gündem tutturamıyoruz.
Bu girişe neden ihtiyaç duydum? Çünkü ülkeyi yöneten AKP iktidarının laik Cumhuriyetimiz’i nerelere sürüklediğinin vahim ama unutulmaya yüz tutmuş bir icraatını hatırlatmak istedim de onun için. Aslında olay hiç de eski değil, Aralık 2015’de oldu. Suudi Arabistan’ın öncülüğünde bir ‘Askeri İslam İttifakı’ kuruldu. İttifak, kuruluş metnine bakılırsa, “BM kararları ve sözleşmeleri çerçevesinde her türlü terörizmle mücadelede askeri operasyonları koordine edecek, destekleyecek ve bu çabaların bir parçası olarak gerekli program ve mekanizmaları geliştirecek.”
Mart 2016 itibarıyla, İttifak’a 39 İslam ülkesi taraf. Suudiler birçok küçük ülkeyi sırf listeyi kalabalık gösterebilmek için para karşılığında üye yaptılar. Ancak aralarında Türkiye, Pakistan, Mısır, Nijerya, Bangladeş, Malezya, Fas, Tunus ve Ürdün gibi ülkeler de var. Ama olanlar kadar önemlisi İttifaka girmeyenler veya çağrılmayanlar: İran, Irak ve Suriye. Burada üç büyük ciddi yanlışlık var. Birincisi durumda temel bir çelişki ve garabet var. Bugün hem kendilerini, hem bölge dışı toplumları hedef alan, tehdit eden başlıca terör örgütleri söz konusu İttifak’ın öncüsü olan ülkelerde doğup büyüyor, genelde İslam adına savaştıklarını iddia ediyor ve rakip örgütler yine bu ülkeler tarafından destekleniyor. Sonra da kalkıp aynı ülkeler terörle mücadelede işbirliğinden, birliktelikten söz etmeye kalkışıyorlar. Bir güzel özlü sözümüz var bu durum için: “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!”
İkinci yanlışlık işin özünde yatıyor. Suriye’deki savaşın kritik bir aşamaya girdiği bir anda kurulan İttifaka Suudiler’in öncülük etmesi, İran, Irak ve Suriye’nin dışlanması ve son İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesinde İran’ın adeta parmak gösterilerek mezhepçilikle suçlanması İttifakın aslında mezhepçi saiklerle İran’a karşı kurulmuş olduğuna işaret ediyor. Oysa bölgeyi tehdit eden en büyük tehlike gerek İran da dâhil olmak üzere içerden, gerek yabancı güçlerce dışardan körüklenen ve bölgemiz için en büyük tehlikeyi oluşturan mezhepçilik yangınıdır. Terörle mücadele kisvesi altında kurulan İslam İttifakı, İran’ın bölgedeki nüfuzunu kırmaya yönelik bir girişim ise, bu mezhep kutuplaşması ve çatışma riskini daha da artıracaktır.
Üçüncü yanlışlık ise Türkiye’yi ilgilendirmektedir. Başbakan Davutoğlu ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu İttifakı doğru bulduklarını ve tüm aşamalarında Türkiye’nin yer alacağını açıklamışlar, televizyon ekranlarında da bayrağımız sözde İslam Ordusu’nun resmigeçidinde görüntülenmiştir. Hükümet askeri bir ittifaka katılma yetkisini kimden, ne zaman almıştır? Laik bir Cumhuriyet olduğumuzu unutmuş mudur? İttifak üyelerinin içinde olacağı bir çatışmada Türkiye nasıl yer alabilecektir? Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin İran’ı çevreleme planlarına alet olmak ne zaman Türkiye’nin görevi olmuştur? Ne uğruna? Öte yandan, İslam İttifakı üyeliği Türkiye’nin NATO üyeliğiyle nasıl bağdaştırılmaktadır?