Aslan Bulut
Tayyip Erdoğan, 6 Mayıs günü yaptığı konuşmada “Milletimiz, 2007 Anayasa değişikliğiyle hukuki altyapısı hazırlanan, 10 Ağustos 2014 seçimiyle de fiili adımı atılan yeni dönemin faydasını görmüştür. Bilhassa, 7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasındaki belirsizlik döneminin, güçlü Cumhurbaşkanlığı sayesinde krize meydan verilmeden geçirilmesi, milletimizin memnuniyetini daha da arttırmıştır. Geldiğimiz noktadan geriye dönüşün mümkün olmadığını, artık herkes kabul etmek durumundadır” dedi.
***
Bu konuda ciddi bir yoruma rastlamadım!
Oysa Erdoğan rejim değişikliğinden söz ediyor. 2007’de Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi kabul edildi ama bunun hukuki alt yapısı ne oluyor acaba? Hangi yasalar değiştirildi de başkanlık sistemine hukuki alt yapı oluşturuldu? Bugüne kadar kabul edilen hiçbir yasanın, “başkanlık sistemine hukuki alt yapı oluşturmak” diye bir gerekçesi yok! Ama “Bölge idare ve adliye mahkemelerini bunun için kabul ettirdik. Büyükşehirler yasası, kamu yönetimi reformları hep bunun içindi” diyorsanız, toplumu aldatmış olduğunuz ortaya çıkar!
İsmail ağabeyiniz laikliği, grup başkanvekiliniz de “Türklüğü Anayasa’dan çıkarmak” gibi laflar ettiğine göre, ekip olarak geldiğiniz noktanın ne olduğunu fark etmemişsiniz demektir!
Ancak şu kesin ki Türkiye hiçbir kazanımından geriye dönmeyecektir!
***
Erdoğan, Asya-Pasifik Ülkeleri Müslüman Dinî Liderler Zirvesi Kapanış Oturumu’nda yaptığı konuşmada, “Ümmet olmak, Senegalli Ahmet ile Malezyalı Abdullah’ı, Filistinli Sümeyye ile Pakistanlı Hatice’yi, Haitili Muhammed ile Afganistanlı Eşref’i, Açeli Hüseyin ile Arakanlı Aziz’i, aynı milletin birer ferdi olarak görmektir” demişti.
Erdoğan’ın milletten bahsederken ümmeti kastettiği herkesin malûmudur!
Fakat aynı konuşmada Erdoğan “Bakınız bir Türk atasözü ‘bin dost az, bir düşman çok’ der. Müslümanlar olarak, bir insanı bile feda etmeye, hor görmeye, karşımıza almaya, ötekileştirmeye, çemberin dışına atmaya hakkımız yoktur, olamaz” demişti!
Peki İslâm dünyasını kan ve ateşe boğan, Büyük Orta Doğu Projesi değil mi? Bu projenin eş başkanı Erdoğan değil mi? Arap Baharı, 2005 yılında İstanbul’da hazırlanmadı mı? Libya ve Suriye’yi paramparça eden, çoluk çocuğuyla koca bir ülkenin halkını sefil eden hatta imha eden dış politikayı kim uyguladı? İç politikada ötekileştirmenin ustası kim?
***
Bu yazıyı yazmama sebep olan “bin dost az, bir düşman çok” ata sözüne gelince…Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasında Ayşegül Çakan’ın Uygur Türkçesinden günümüz Türkçesine çevirisiyle yeniden yayınlanan Atebetü’l Hakayık’ta, Edib Ahmed’in “bin dost az, bir düşman çok” sözü için “Bu Peygamber aleyhisselâmın sözüdür” dediğini okudum.
“Gerçekten hadis midir?” diye araştırırken, Erdoğan’ın da bu sözü kullandığını fark ettim.
Fakat bu sözler, eski Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in de dikkatini çekmiş ve bu konuda bir yazı yazmış ve şöyle demişti.
“Sayın Cumhurbaşkanımız, ‘Dostları çoğaltmak, düşmanları azaltmak zorundayız’ dedi. Bu cümle, hem içeride hem de dışarıda şu anda en çok ihtiyacımız olan şeydir.
Esasen diplomasi ve siyaset, dostları çoğaltma ve düşmanları azaltma işidir. Kamplaşma ve bloklaşma, ilk etapta taraftarlarınızı konsolide eder ama orta ve uzun vadede bu yol ve yöntem, ülkeyi maceraya, hatta iç çatışmalara sürükler.
“Çelik, sözlerini “bin dost az, bir düşman fazladır” sözüyle bitirmişti..
Sonuç: Erdoğan’ın ülkeyi getirmek istediği noktayı milletin bir ferdi olarak ben kabul etmiyorum, millet de kabul etmeyecek!
yeniçağ