Erbil şehri altın çağını Erbil Atabeği’nin Türk hükümdarı Muzafferüddin Gökbörü (Mavi Kurt) döneminde yaşamıştır. 1438 yılında da Türkmenlerin kurduğu Karakoyunlu Devletinin yönetimine girmiştir. Erbil, Aşağı ve Yukarı Zab suları arasında kurulmuştur. Musul, Altunköprü, Bağdat-Basra yollarının kavşak noktasında bulunan şehir, Irak Selçukluları idaresinden sonra 1144 tarihinden itibaren Beytekin hanedanından Küçük Ali’nin ve Erbil Atabeklerinin başkenti olmuştur.
Muzafferüddin Gökbörü devrinde (1136-1190) imar edilen Erbil, iki kısımda gelişmiştir. Aşağı Erbil nehir kenarında, geniş bir vadide yayılırken, Yukarı Erbil tepe üzerinde kale içine sıkışıp kalmıştır. Erbil’in merkezinde olan kale, üç mahalleden oluşmaktadır. Doğuda Saray, güney batıda Tophane ve Kuzeyde Tekye (Tekke) Mahalleleridir. Kalenin surları, eski kalıntıları üzerine Gökbörü tarafından yeniden yaptırılmıştır. Gökbörü’nün evladı olmadığından, vasiyeti üzerine Abbasi halifesine kalan Erbil, Moğol istilasından sonra uzun müddet karışık ve sıkıntılı dönemler yaşamıştır. 1731’de, Nadir Şah’a karşı uzun süre dayanan kale, şehrin düşmesinden sonra harabe haline gelmiş, 1849’da esaslı bir şekilde tamir edilmiştir. Erbil, Osmanlı döneminde, 19. yy. başlarına kadar Bağdat’a bağlı bir kaza merkezi olarak idare edilmiştir.
Türk hükümdarı Muzafferüddin Gökbörü, devletinin ve saltanatının küçük olmasına rağmen, İslam dünyasında büyük bir üne kavuşmuştur. Aşağı Erbil’de yüksek minareli bir ulu cami (1190 yılında), bir medrese, 4 darul-aceze, dul ve yetim yurtları ile ribatlar yaptırarak şehri mimari eserlerle donatmıştır. Ulaşım yollarının kavşak noktasında bulunan Erbil, 12-15. yy.larda büyük bir ticaret merkezi durumundaydı. 1309 (Rumi) Musul Salnamesi’ne göre, 4.000 nüfuslu Erbil merkezinde 4 bin nüfus yaşadığını ve bunların Türkçe konuştuğunu, 2 cami, 10 mescid, 6 medrese, 5 sıbyan mektebi, 5 darul-aceze, 1 kışla ve 3 hamam bulunuyordu. Kale içindeki Kale Camii, Hacı Molla İbrahim Camii, Ömerağa Medresesi ile Şeyh Şerif Tekkesi halen kullanılmaktadır. Erbil’deki en önemli tarihi kalıntılar, Erbil Kalesi, Kapalı Çarşısı, Seyit Ahmet tepesi ve Ulu Camii (Muzafferiye- Çöl) Minaresi’dir. Erbil’de Türk mührü eser aramaya gerek yok. Erbil’de her şey, Erbil’in kendisi Türk mührü.
Selahattin Eyyubi’nin (Muzefferüddin Gökbörü’nün eniştesi) Kürt olduğunu iddia ediyorlar. Oğulları, Ağar Şerefeddin, Zahir Mücireddin, Muzaffer Kutbeddin, Eşref Muizzeddin, Muazzam Fahreddin, Muhsin Zahireddin, Rükneddin…. Ve kardeşlerinin adlarına baktığımızda, ağabeyinin adı Turanşah‘tır. Kardeşlerinin adları ise, Tuğtekin veBöri‘dir, öz be öz Türk adlarıdır. Acaba bu iddialara tarihçiler ne diyor. Irak’ta Babillilerin yaptığı Babil’in asma bahçelerinin Kürtler tarafından yapıldığını ileri sürüyorlar. Yarın Fatih Sultan Mehmet’in de Kürt olduğunu iddia ederlerse kimse şaşırmasın. Zira tarihsizler, yapay geçmiş yaratmaya çalışıyorlar. Kürt tarihçileri ve aydınları bir dala tutunmak ve yeni bir tarih yaratmak istiyorlar, ama tarihi dayanakları yok ve iddialarını da hiçbir tarihi kaynak doğrulamıyor. Yapabildikleri tek şey, başka milletlerin tarihi şahsiyetlerini ve kültürel varlıklarını kendilerine mal etmeye çalışmak.
Arapça yayın yapan Lübnan Televizyon kanalı anb’de Türk şehri Erbil hakkında bir televizyon programı yayınlanmıştı. 1190’da Erbil Atabeyliğinin Türk hükümdarı Muzefferüddin Gökbörü (Mavi Kurt) tarafından yaptırılan camii tamamen yıkılmasına karşılık minaresinin büyük kısmı sağlam olarak günümüze kadar gelebilen ve Erbil’in kaleden sonra en önemli tarihi yapısı olan bu eser hakkında (Muzafferiye olarak adlandırılan çöl minaresi), anb televizyonu kanalının sunucusuna kendini Kürt tarihçisi olarak tanıtan biri, “Muzafferiye minaresinin motiflerine dikkatlice bakınız, tamamen Kürt motifiyle yapılmıştır” diye anlatıyordu. Tarih bu kadar çarpıtılabilir mi? Camii ve minare motiflerinde Kürt motifi var mıdır?
Kürtler şimdi de yeni bir tiyatro oyunuyla ve tarihi gerçekleri çarpıtarak öz be öz Türkmen şehri Erbil’in adını Kürtleştirmek için Hawler diye değiştirdiler, neden mi? Çünkü Kaynaklarda ve arşivlerde Erbil’in Türkmen olduğunu yazıyor. 1976 yılında diktatör Saddam Hüseyin Türkmen şehri Kerkük’ü Araplaştırmak için adını Al-Tamim olarak değiştirmişti. Kerkük’ün adı değişti mi? Değişmedi, şimdi Saddam nerede! Zindanlara atsalarda, kanımızı dökselerde, Erbil hep Erbil Kalacaktır. Bu tarih hırsızları Türkmen Şehri Erbil’in adını değiştirmekle kendilerini ele vermiyorlar mı? Sizce tarihi olan bir toplum bu gibi dayanıksız ve gülünç işlere tenezzül eder mi? Yorumu sizlere bırakıyoruz.
Erbil, Irak Türklerinin folklor ve halk edebiyatı bakımından çok zengin merkezlerinden biridir. Geleneklerine ve göreneklerine sıkı sıkı bağlı olan Erbil Türkmenleri, uzun hava türünden olan hoyrat ezgileri ve Türküler bakımından da renkli bir yöredir. Özellikle Erbil’in en büyük ses sanatçısı olarak ün yapan Şahaba (1885 – 1945)’dan sonra rahmete kavuşan Muşko adı ile de tanınan Şevket Sait (1915 – 1990), Erbilli Haydar Abdurrahman (1926 – 1986). Bütün Irak Türkleri tarafından çok sevilmiş okuyucular idi. Ayrıca Hacı Cemil Kapkapçı (doğ. 1904), Faik Bezirgan (doğ. 1918), Mehmet Ahmet Erbilli (doğ. 1933) ve Yunus Hattat (doğ. 1933) gibi değerli ses sanatçısı ve bestekarlar yetiştirmiştir.
Tarihte de ün yapmış olan Erbil’in eski çağlardan beri varlığı biliniyor. Irak’ta yurt edinen Türkmenlerin de ilk kalesi Erbil sayılır. Hatta ve hatta Irak’ta Türklüğün çatısının ilk defa Erbil’de kurulduğunu söylemek daha doğrudur. Onun içindir ki Erbil ve onun Türkmen kimliği Irak’ta yaşayan her Türkmen’in en büyük övünç kaynağı olmuştur.
Rus araştırmacı Vladimir F.Minorsky “Türkmenler; Telafer, Erbil, Altunköprü, Kerkük, Tazehurmatu, Tavuk, Tuzhurmatu, Kifri ve Karatepe gibi şehir ve kasabalarda ve Musul bölgesinin güneyinden geçen tarihi “İpek Yolu” denilen yol üzerindeki bölgede çoğunluğu teşkil etmektedirler.”
Dr. Fazıl Hüseyin’in “Musul Sorunu” kitabının 2’nci baskısının 92’nci sayfasında, Erbil, Kerkük ve diğer Türkmen bölgeleri hakkında Milletler Cemiyeti raporunda şunu yazmıştır: “Milletler Cemiyeti komisyonu bu şehirlerin sakinlerinin asıllarının Türk olduklarını belirterek Erbil’de, Türklerden beş, yarısı Türk, yarısı Kürt olan ve bir de Yahudi mahalle vardır. Komisyonun ifadesinde, hükümet denetiminde tek gazete basıldığını, burada yayınlanan resmi fermanlarda Arapça ve Türkçe dillerinin kullanıldığını belirtmiştir.”
Amerikalı yazar Khristina O’Donelly “The Horseman” adlı kitabında Irak Türklerini ve maruz kaldıkları haksızlıkları şöyle anlatıyor: “Irak’ın üçüncü milliyeti olan Türkmenler, Orta Asya’dan 1000 sene önce göç edip Musul, Kerkük ve Erbil’e yerleşmişlerdir. Kimse de bunların çektikleri acıları hatırlamaz, haksızlığa uğrayan bu insanların ise hiç mi yaşamaya hakları yok? Acaba bunlar ikinci sınıf insanlar mı? Hükümetler ise hep gerçek sayılarını sakladı, ki Türkmenler gerçekte 2 milyonun üzerinde bir nüfusa sahipti. Allah aşkına bilmiyor musunuz? bunlar Türk asıllıdırlar, Türkiye, eski Sovyetler Birliğinin güneyinde yaşayanlar gibi (Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan). Bazı Irak Hükümetleri tarafından asimilasyona ve yok edilmeye maruz kalmışlardır. Bu topluma karşı Baas rejimi tarafından yoğun insan hakları ihlalleri yapılmıştır (Şimdi de Kürtler daha beterini yapmaktadırlar, Ne yazık ki Türkmenlerin kaderi bu gün bile değişmemiştir). Özellikle öğrenci ve aydın kesimine baskı, hapis ve idamlar yapılmıştır”.
Eğer Türkmenlerin dışında Erbil ve çevresine Türkmenlerden daha önce başka bir topluluk yerleşmiş ise, neden kendi dillerinde adlar kullanmamışlardır? Eğer bu topraklar iddia ettikleri gibi çok eskiden beri Kürtlere ait ise, o kadar çok verimli toprak, mera ve su var iken Kürtler neden dağları mekan seçmişlerdir? Kaldı ki, Türkmenler vatan haline getirdikleri bu topraklarda tarih içerisinde altı tane devlet ve beylik kurmuşlardır.
Bölgede Türkler tarafından kurulan Türkmen devlet ve beylikleri şunlardır:
a. Irak Selçuklu Devleti 1118-1194
b. Atabeylikler
(1) Musul Atabeyliği 1127-1233
(2) Erbil Beyliği 1144-1233
c. İlhanlılar Devleti 1258 -1339
d. Celayirliler Devleti 1339 -1410
e. Karakoyunlu Devleti 1411 -1468
f. Akkoyunlu Devleti 1468 -1508
Bu bölge eski uygarlıkların beşiği olmuştur. Bu nedenle buranın eski yerlisi olan Türkmenlerin yarattığı uygarlığın kalıcı izlerine her adımda rastlanmaktadır. ŞayetKürtler, Erbil’in yerel halkı iseler tarih, medeniyet ve kültür mirasları nerede? Buna karşılık bölgede Kürt topluluklarına ait bir tane bile medeniyet eseri bulunmamaktadır. Bugün dahi Irak’ta yaşayan kitleler arasında kültür düzeyi en yüksek olan topluluğun Türkmenler olması iddiamızın bir ispatıdır.
Kerkük’teki demografik yapının Kürtler tarafından değiştirilmek istenmesinin nedeni, aynı politika daha önce Türkmen Şehri Erbil’de uygulandığı için biliniyordu. Amaç, gelecekte yapılacak olan herhangi bir nüfus sayımında üstünlüğü sağlayarak avantajlı bir durumu yakalamaktı. Böylece rahatlıkla Kerkük’ün bir Kürt kenti olduğunu iddia edip ve Kerkük petrollerine el koyabileceklerdi. Nitekim 1. Körfez Savaşı’ndan sonra Kürt grupların kontrolüne geçen Türkmen Şehri Erbil’de de aynı planı başarıyla uygulamışlardı. 1991’den beri Erbil şehrini Kürtleştirmek amacıyla yürütülen demografik yapıyı değiştirme politikaları semeresini vermiş ve bugün gelinen noktada Kürt nüfusu Türkmenlere yaklaşmaktadır. Erbil’de Türkmen kimliğini silmek için yoğun şekilde çalışmalar sürmekte. Erbil’in en eski yeri olan kale içerisinde yer alan ve Türkmenlerin yoğun şekilde yaşadığı yerler Kerkük’teki gibi boşaltılmıştır. 2005 Seçimlerinden bir kaç gün önce şehrin Türk olduğunu kanıtlayan kitapların olduğu kütüphane yakılmıştır.
KÜRTLER ARASINDA ÇATIŞMA VE BİRBİRİNİ BOĞAZLAMA SÜRECİ
Mayıs 1994’te KDP ( Mesud Barzani) ve KYB (Celal Talabani) arasında kanlı bir çatışma başladı. Çatışma nedeni Habur Sınır Kapısı’ndan elde edilen gelirin paylaşılamamasıydı. Kürtler arasında bu çatışmalar ve birbirini boğazlamalar yıllarca devam etti, bu çatışmalar sonucunda binlerce Kürt öldü.
Irak Türkmenleri 1. Körfez Savaşı sonrası maruz kaldıkları katliamların bir yenisini de, 31 Ağustos 1996’da Erbil’de yaşadı. Güvenlik bölgesi içinde olan Türkmen şehri Erbil, silah zoru ile Talabani’nin kontrolünde iken, Barzani, Saddam’la gizli işbirliği yapıp Talabani’yi Erbil’den çıkarma planını uyguladılar. Erbil’de bulunan Irak Türkmenlerinin önde gelen insanlarını, Barzani’nin peşmergeleri ve Kürt Kıyafeti giyimli Irak muhaberatı (Irak istihbaratı) tarafından, sığındıkları büro ve evlerden alınarak Bağdat’a götürülüp, vahşice katledildiler. Olaylarda Türkmen kurum ve kuruluşları, enformasyon, siyasi, yardım, radyo ve televizyon, matbaa ve Türkmeneli gazetesi büroları, ayrıca 22 Türkmen okulu yağmalanarak tahrip edildi.
Irak Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz, 31 Ağustos 1996 tarihinde yaptığı açıklamada “22 Ağustos 1996 tarihinde Mesut Barzani, Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’e bir mektup gönderdi. 17 Ağustos 1996 tarihinden beri Celal Talabani güçleri ile İran tarafından Çoman ve Sidekan bölgeleri ciddi saldırılara maruz kalmışlardır. Mesut Barzani mektubunda; bu olay çok büyük bir planın başlangıcıdır. Bu hususta zat’ı alinizden Irak ordusuna emir verip tehlike saçtıran yabancı güçlerle, işbirlikçi Celal Talabani’nin ihanetine de son vererek Irak ordusunun Erbil’e girmesini rica ederiz.”
Bölgede İsrail ve ABD’nin en güvendiği adamı Mesud Barzani’nin Irak hükümetiyle temasa geçmesi ABD’yi telaşlandırmıştı. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı R. Pelletreau, Mesud Barzani ve Celal Talabani’ye birer mektup göndererek çatışmalara son vermeleri çağrısında bulundu. ABD iki Kürt grubunu 30 Ağustos’ta Londra’ya davet etti. Londra’daki ABD büyükelçiliğinde yapılan görüşmede bir ilerleme kaydedilemedi. 31 Ağustos 1996 günü Irak ordusu Barzani’nin isteği doğrultusunda saldırıya geçti. Irak’ın 10. zırhlı tugayı, 40 bin askeri, tankları, uçak savarları ve her türlü silah donanımıyla silah zoru ile Talabani’nin elinde olan Türkmen Şehri Erbil’i kuşattı. Kısa sürede Erbil’i Talabani peşmergelerinin elinden aldı. Telefona sarılan Talabani, Dışişleri Bakanı Yardımcısı Pelletreau’yu arayarak ABD’nin müdahalede bulunmasını istiyordu. 2 Eylül’de Irak ordusu Erbil’den geri çekilerek buranın denetimini Mesud Barzani ve KDP’li peşmergelere bırakıp giderken Erbil’deki her yere Irak bayrağını asmıştı. Olan yine Türkmenlere olmuştu. İsrail ve ABD’nin işbirlikçileri ve İsyancıları cezalandıması beklenen Saddam’ın hedefinde Türkmenden başka düşman yoktu. Irak istihbaratı, Kürt kıyafeti giymiş KDP peşmergelerinin yardımıyla yüzlerce Türkmeni tutuklayıp, kurşuna dizdi ve bir kısmını da Bağdat’a götürdü, akıbetleri ise bugüne kadar meçhul kalmıştır. Kürtler her zamanki gibi Türkmenlerin siyasi parti, kurum, kuruluş ve okullarını yağmalayıp talan ettiler. Erbil’de Türkmenlere yapılan bu katliam, Irak’ın devrik Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in idam cezasına mahkum edildiği Duceyl davasına konu olan olaydan farklı değildir, Davada Saddam 148 Şii’nin ölümünden sorumlu tutuldu ve idam edildi. Türkmenlerde Erbil’deki katliamın peşinde olacaklardır ve bu olaydan sorumlu olanlardan mahkemelerde hesap soracaklardır. Kimsenin hakkı kimsede kalmayacaktır. Türkmenlere yapılan bu katliamın hesabını mutlaka ödeyeceklerdir, diktatör Saddam Hüseyin’in ödediği gibi.
Bu sırada Celal Talabani, hiçbir çağrıya kulak asmayarak Mesud Barzani ile her türlü diyalogu reddediyordu. “Barzani haindir.” diye avazı çıktığı kadar bağırıyor ve: “O, Bağdat’ın ajanıdır. Efendisiyle görüşmeyi tercih ederim.” diyordu. Kimin kimi hain ve ajanlıkla suçlamaya hakkı vardı? ”Karga kargaya, yüzün kara” diyordu. Zaten Mesud Barzani ve Celal Talabani, Kürtler arasında isimlerinin önünde taşıdıkları sıfatları olan hain, işbirlikçi anlamına gelen Cahş diye anılmıyorlar mı? Cahşın cahşa söz söylemeye hakkı var mıdır? Belki tek bir şey söyleyebilirler: Acaba hangimiz daha büyük cahştır?
“BİR TÜRKMEN ŞEHRİ ERBİL’İN TARİHÇESİ”[1]
“Erbil, Zağros Dağları’nın batı eteklerinde Büyük ve Küçük Zap nehirlerinin arasında Musul–Bağdat yolu ile Anadolu ve İran’dan gelen başlıca kervan yollarının birleştiği askeri ve ticari açıdan önemli bir noktada yer alır.[2] Kuzeyinde Türkiye ile Musul’un bir kısmı, Güneyinde Kerkük, Doğusunda İran ve Süleymaniye, Batısında Musul ile sınırlanmıştır. Yüzölçümü 15.870 km ve 1957 yılı sayımına göre nüfusu 272.527’dir. Bağdat’ın 350 km kuzey doğusunda yer alan Erbil, çok eski bir şehir olup M.Ö. 2000’lerde Sümer yazıtlarında “Urbelü” ve “Er-bul” olarak geçmektedir. Babil ve Asurlar zamanında adı iki kelimeden ibaretti: “Arba-iylü[3] Erbil’in ortasında bulunan Erbil Kalesi eski tarihli kaynaklarda “Erbaelü” olarak zikredilmektedir ve şehrin büyük bölümünü kapsar. Kale, şehrin yeni kurulan bölgesinden 39 m yüksekliktedir. Muhkem ve sağlam surla çevrili olan kalenin iki kapısı vardır. Bu özellikleriyle (Halep kalesine benzemektedir). Osmanlı zamanında yapılan kalenin kapalı çarşısını Muzafferüddin Gökbörü yaptırmıştır. Doktor Efez, Erbil Kalesini şöyle tanımlamaktadır:
“Aynen Kerkük Kalesi gibidir. Bir yüksek yuvarlak tepe üzerine kurulmuş ancak Kerkük Kalesi’nden 20 feet (fit) daha yüksektedir. 60 bin m2 bir alanı kapsar ve içinde tophane, tekke ve saray, üç de mahalle vardır”.[4]
Kale içinde 4.000 ev bulunmakta olup ana dil olarak Türkçe konuşulmakta idi.[5] Kerkük ve Erbil bölgesini yurt edinen Haclu kabilesi ve Doğan topluluklar.[6] bu Türklerdendi. Eski yabancı ve Arap kaynaklarında ve komisyon raporlarında Erbil şehir halkının Türk olduğuna dair birçok belgeye rastlanmaktadır.
Bir gezgin, Kerkük’ü güzel ve muazzam bir şehir olarak tanıtmış ve halk arasında yaygın olarak kullanılan dilin Türkçe olduğunu vurgulamış, Erbil’in de her bakımdan gerek doğa gerekse insanları ve sosyal hayat bakımından Kerkük’e benzediğini ifade etmiştir.[7] Erbil’in Siyasi valisi W. R. Hay, “Belli bir şerit üzerinde bazı şehirler vardır. Bu şehirlerde yerleşik vatandaşlar Türkçe konuşurlar. Kerkük şehri de Türklerin yoğun olduğu merkezdi. 1.Dünya Savaşı’ndan önce nüfusu 30 bin olan şehrin etrafında da Türkçe konuşulan bir çok köy vardı.” Yazar kitabının başka bir yerinde ise “Halkının Türkçe konuştuğu önemle zikredilmesi gereken iki ayrı yerleşim yeri de Erbil ve Altunköprü’dür”,[8] şeklinde ifade de bulunmaktadır. Bir Arap yazarı ise Erbil için “Son dönemde Osmanlı kalesi hâlen şehrin ortasında olup üç yerleşik mahallesi mevcuttu. Bunlar Doğuda Saray, Güneybatıda Tophane ve Kuzeybatı’da Tekke’dir.” Yerleşim adlarından da anlaşıldığı üzere Erbil’in Türklerle meskun bir şehir olduğu anlaşılmaktadır. Prof. Dr. Hüseyin Fadıl “Musul Meselesi” adlı kitabında ise Kerkük ve Erbil’in Türk nüfuslu olduğunu tespit etmiş ve milattan sonraki Türk yerleşim bölgelerine komşu şehirlerin de asıl menşelerinin Türk olduğunu ve bölgede en popüler kişilerin Türk olduğunu teyit etmiştir ki bu şehirlerinden biri de Erbil’dir. Bunun yanı sıra Kerkük’teki hükümet kontrolündeki tek resmi gazetenin de Türkçe olduğu resmi yazışmaların da Türkçe ve Arapça olduğu yine tespitleri arasındadır.[9] Yabancı müelliflerden Feric, eserinde, “Tikiri kasabası ve civarı Kürt iken Mendeli, Bakuba, Şehriban, Bende ve Erbil kazaları İlhanlılar zamanından kalma Türklerle meskun idi. Diğer unsurların tazyiklerine rağmen milli lisanları ve vicdanlarını tamamıyla kaybetmemişlerdi.”[10] şeklinde ifadede bulunmuştur.
Başka bir kaynağa göre ise: Dicle’nin doğusunda Musul-Bağdat anayolunun çevresindeki yerleşim birimlerinden 1920’li yılların başlarında Altunköprü bütünüyle, Erbil, Karatepe, Tuzhurmatu, Taza Hurmatu, Tavuk ve Kerkük, çoğunlukla Türklerin yaşadığı kentler olup bunun dışında Kifiri, (Salahiye) ve Hanakin’de de önemli miktarda Türk bulunmakta idi.[11] Komisyon İnceleme raporlarında (s.39) nüfus bilgileri ile ilgili olarak açıkça bilgi verilmektedir: Erbil kentindeki yedi mahalleden beşinin muhtarının Türk olduğu birinin yarı Türk yarı Kürt, birinin ise Yahudi olduğu belirtilmektedir. Bundan da Erbil kentinin büyük bir çoğunluğunun Türklerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Nitekim İngiliz yazışmalarında da genellikle Erbil’in bir Türkmen kenti olduğu belirtilmektedir. Yine aynı komisyon raporlarında geçen Irak nüfus verilerinde Erbil Livasında 2.780 Türk’ün yaşadığı ileri sürülmektedir. Liva (kent) merkezi dışında hiçbir yerde Türk olmadığı varsayılsa bile ki bu varsayım yanlış olur, yine de kent merkezinde yaşayan Türklerin sayısının 4-5 kat fazla olması gerekmektedir.[12] “Münş’ü Bağdadi” adlı eserde Erbil kalesinde 4.000 ev bulunduğu ve ana dillerinin de Türkçe olduğu bildirilmektedir.[13] 1919 yılında İngiliz Yazarlarından Wilson, Noel’in yazdığı kitapta Erbil’in bir Kürt kenti olduğu yolundaki savının da gerçeği yansıtmadığına, kent nüfusunun çoğunluğunun Türk soylu olduğuna ve kentte Türkçe konuşulduğuna dikkat çekmektedir. 06.12.1919’da İngiltere’nin Hindistan Bakanlığı, düzenlediği toplantıda, katılımcılardan Albay Leachman, Bir Türkmen şehri olan Erbil’in kesinlikle Kürt yönetimini yeğlemeyeceği görüşünde idi.[14] Margaret Bainbidge “Dünya Türkleri” adlı kitabında (s.163): “Bazı kuzey kentlerinde Türkmenlerin Kürt nüfusu içindeki payları değişmiştir. Bazı Türkmenler Bağdat, orta ve güney Irakta ki kentlere göçmüşlerdir. 30-40 yıl öncesine kadar büyük Türkmen nüfusa sahip Kerkük, Erbil, Hanekin gibi kuzey kentlerine de Kürtler ve Arapların iç göçleri olmuştur. 30 yıl önce Kerkük’te pek az Kürt vardı ve kent sakinlerinin büyük çoğunluğu Türkmen’di. Bunun gibi 1958 yılına kadar Erbil nüfusunun %75’i Türkmendi.[15] Türkmen toplulukları Irak’ın Kuzey dağlarının eteklerinde ve Bağdat, Musul eski karayolu boyunca bir dizi kent ve köyde yaşamaktadırlar. Bu yerleşim birimleri arasında Karatepe, Kifri (Salahiye), Tuzhurmatu, Tavuk, Kerkük, Altunköprü, Erbil ve Musul ötesinde de Telafer bu merkezlerdendir.[16]
Tarihi bakımdan Irak’ta Türklüğün çatısı ilk önce Erbil’de kurulmuştur. Gökbörü dönemine ait kalıntılar bulunmaktadır. Kentte Türk adı taşıyan mahallelerin olması ve halkının da kendilerine has öz Türkçe şiveleri kullanmaları şehre Türk damgası vurmuştur.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra Erbil’de Zeyneddin Küçükoğulları (1144-1233), Musul’da Atabeyler ve Kerkük’te Kıpçakoğulları adını taşıyan Türk beylikleri kurulmuştur. Erbil, 1190’dan 1233’e kadar geçen yıllarda hüküm süren Muzafferüddin Gökbörü zamanında altın çağını yaşamıştır. Böylece bölgeye 1514’e kadar Türk hanedanları hükmetmiştir.[17]
Osmanlı devrinde ise Yavuz Sultan Selim döneminde Bıyıklı Mehmed Paşa (1518) Mardin’i fethetti. Sonra Bedri Bey’in yardımıyla Musul Osmanlı hakimiyetine girdi. Musul ile beraber Telafer, Sincar, Hasankeyf, Ormu, Oşnu, Erbil ve İmadiye, Osmanlı Devleti’ne bağlandı.[18] Böylece bu dönemde Diyarbakır, Irak’ın kuzeyi, Erbil ve Kerkük sancakları ile Irak-ı Arap Bağdat Eyaleti, Düleyim ve Divaniye sancaklarını kapsayan bölge Mehmed Paşa tarafından Osmanlı Devleti sınırlarına katılmıştır. Böylece Safavilerin en kıymetli topraklarından 121.000 km’lik kısım ve Musul, Erbil ve Kerkük Osmanlı topraklarına katılmış oldu. Bu dönemde Irak’ın kuzeyinde Türkmenler çoğunluk, Arap ve Kürtler azınlık konumunda idiler.[19]
Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi (1534) dönüşünde Göktepe’de iken Erbil’e Dasnı Hüseyin Beyi tayin etmiştir.[20]