Can Ataklı
İktidar partisi “yalakalık” yapmak isterken yepyeni bir “ritüel” yarattı.
Herhalde herkesin hafızasındadır; AKP Kongresi yapılıyor. Sıra Cumhurbaşkanı’nın yazılı mesajının okunmasına geliyor. Bir anda bütün salon ayağa kalkıyor, herkes hazır ola geçiyor, put gibi dikilerek mesajın dinliyor.
Bu bizim tarihimizde bir ilk.
Sanıyorum demokratik başka hiçbir ülkede de görülmemiştir.
Manzara neresinden bakarsanız bakın, çirkin, sakil.
“Saygı” deseniz değil.
“Vefa” deseniz ne alakası var?
“Zorunluluk” hiç değil.
Eh “oturacak yer yoktu” da diyemezsiniz.
Bunun tek açıklaması vardır, koca bir partinin kendi ruhunu tamamen bir kişinin egemenliğine teslim etmesi, kendini “kul” yerine koymasıdır.
Üstelik bu “kulluk” krallıklardaki, padişahlıklardaki “zorunluluktan” değil “gönüllülükten” kaynaklanıyor.
Eğer bir kişinin yazılı mesajı bir kişi tarafından okunurken ayakta hiç kıpırdamadan durularak dinleniyorsa o partide kimsenin kimliği, kişiliği kalmamış demektir.
Ayrıca bu tür tutum ve tavırlar bir kere yapıldığında ister istemez “yol” haline gelir.
Bir partinin en üst organı genel kurulda parti başkanının yazılı mesajı ayakta dinleniyorsa, demek ki partililer bundan sonra o kişinin yapacağı her konuşmayı ayakta dinlemek zorunda kalacaklardır.
AKP’liler Erdoğan’ı ister ayakta ister amuda kalkarak dinlesin, benim derdim değil, korkum bu davranışın sarayın çok hoşuna gitmesi ve bunu herkesten istemeye kalkmasıdır.
Düşünebiliyor musunuz, sarayda muhtarlarla toplantı yapılıyor, tüm muhtarlar ayakta Erdoğan’ı dinliyor.
Erdoğan Danıştay, Yargıtay, Sayıştay toplantılarına gidiyor, kürsüye çıktığında herkes ayakta.
İş muhalefete gelince “Gel buraya aday ol da boyunun ölçüsünü al” diyecek kadar nezaketten uzak bir meslek kesiminin toplantısına katılıyor, işadamları hep birlikte ayakta.
Sonra giderek “ayağa kalkanlar-kalkmayanlar” türü polemikler başlıyor, ayağa kalkmayanlar “bertaraf” ediliyor.
Yazınca bana da çok komik geldi, muhtemelen okurken siz de “fıkra anlatılıyormuş” gibi gülüyorsunuzdur belki ama Türkiye bu zihniyetle öyle bir noktaya sürüklendi ki artık kimse “yok canım artık o kadarı da olmaz” diyemez.
Göreceğiz hepimiz.
Erdoğan konuşurken saatlerce ayakta beklemeye hazır o kadar çok işadamı, bürokrat, gazeteci, güya aydın var ki bir süre sonra gülmek için yazdığımız bu satırlar gerçeğe döndüğünde şaşırmayacağız bile.
BAŞIMDAN GEÇENLER
Volkan Bozkır’ın ne yapacağını merak ediyorum
Geçenlerde Bebek’te küçük bir dost topluluğunda sohbet ediyoruz. Sahilde oturduğumuz mekanın diğer ucuna bir çift geldi.
“Tanıyorum, kimdi bu?” diye düşünürken hatırladım AB’den sorumlu bakan Volkan Bozkır.
Birlikte olduğum dostlarıma “Şu adamı hiç anlamıyorum. Yüzüne, haline tavrına bakarsan son derece medeni görünümlü, hatta Türk’ten çok Avrupalı birine benziyor, nasıl böyle olmuş?” diye sordum.
Masadakilerden biri “Zaten öyle biri, AKP ile ilgisi yok ki” dedi.
Bunun üzerine ben daha şaşırmış biçimde “O zaman ne işi var AKP’de, yakışıyor mu” dedim.
Dostum “Aynı soruyu ben de kendisine sordum zamanında” dedikten sonra anlattı.
Volkan Bozkır demiş ki “Biz olmasak daha mı iyi, Avrupa ilişkileri, dış ilişkiler hiç olmazsa bizim gibi insanların elinde, bu sizin de yararınıza değil mi?”
İyi mi?
Yapışmışsın AKP’nin kuyruğuna, bakanlık bahanesini de iyi bulmuşsun.
Eee şimdi ne oldu, kenara koyuverdiler.
“Sizin gibi” adamlar sayesinde işler iyi yürüyecekken her şey “sizin gibi” olmayanların eline geçti, size de ayakta saygı duruşundaymış gibi dikilerek sarayı dinlemek kalacak artık.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Erdoğan’a kimlerin hakaret ettiğini bir türlü söyleyemiyorlar
Sıkça yazdığım ve bir türlü cevap alamadığım bir konuya yeniden değinmek istiyorum.
Geçen haftaki konuşmalarında Cumhurbaşkanı yine medyadan yakındı.
Dedi ki “Medya güçlerini gazetelerdeki, ekranlardaki tetikçilerini kullanarak bizi karalamaya çalışıyorlar. Onların itibar suikastları bizi yıldıramaz.”
Vallahi de billahi de şu medya üzerinden Erdoğan’ı karalayan, itibar suikastı yapan, hakaret ve küfür eden hangi gazete veya televizyon var çok merak ediyorum.
Hayır, ısrarla soruyorum ama bir türlü yanıt alamıyorum.
Hangi gazete, hangi televizyon Erdoğan’a, ailesine, iktidara hakaret ediyor?
Bir kere ortada artık muhalif medya kalmadı ki.
İki üç gazete ve bir iki televizyon var, hepsi bu.
Gerisi bırakın sürekli yalakalık yapmayı, iktidar için tetikçilik yapmaktan haz alıyorlar. Ama Erdoğan aynı konuyu söylüyor da söylüyor, nasıl olsa inanan çok kişi var.
ŞAŞIRDIM
Alaattin Çakıcı bombası
Yeraltı dünyası diye bilinen dünyaya asla bulaşmamak gerek. Çünkü neyin nereden nasıl geleceğini bilemezsiniz.
Ancak son yıllarda yeraltı dünyası diye anılan kişilerin siyasette “çok çarpıcı” biçimde yer aldığını görüyoruz, bu nedenle iki satır yazmamak da olmuyor.
Önce Sedat Peker çıktı, saraya olan bağlılığını belirtmek için “oluk oluk kan dökmekten” söz etti.
İktidardan bir tepki görmedi.
Şimdi ortaya Alaattin Çakıcı çıktı yine. Yıllardır hapiste olan Çakıcı Sedat Peker’in aksine sarayın hizmetinde değil, ama karşısında da değil, sadece yeni atanan Başbakan’ı tehdit ediyor.
Dün medyaya Çakıcı’nın saraya kendi el yazısıyla yazdığı mektup düştü.
Çakıcı mektubunda Binali Yıldırım’ın başbakan yapılmamasını istiyor, çocuklarını hırsızlıkla suçluyor ve “Kendilerine dikkat etsinler” diyor.
Bizim anlamadığımız, anlamak da istemediğimiz bir jargon bu.
Etki ve tepkisini yakında görürüz.
Bizden uzak olsun.
ANALİZ
Yeni hükümet adeta bir “seçim” hükümeti gibi
İlk bakışta 8 bakanın saf dışı kaldığı 8 yeni ismin de hükümete girdiği görülüyor ve bu sanki “ciddi bir değişimmiş” gibi algılanabilir.
Oysa temel yapıya bakıldığında yeni hükümetin eskisinden çok farkı yok.
Hatta beklenilenin aksine “radikal” bir hükümet değil tam tersine “dengelerin kollandığı” bir hükümet çıkmış ortaya.
AKP Kongresi’nde bakan olan bazı isimler parti yönetiminden dışlanınca “bu kişilerin bakanlığı da bitecek” fikri doğmuştu siyasi çevrelerde.
Oysa parti yönetimine sokulmayan isimler bakanlık koltuklarını korudular.
Sanıyorum “başkanlık” konusunda en küçük bir arıza bile çıkmaması için alınmış bir önlem bu.
Hükümetten çıkarılan bakanlar arasında en dikkat çekici isim Yalçın Akdoğan. Onun da atılmasıyla PKK ile müzakerelere katılmış tek isim bile kalmadı kabinede. Erdoğan sanki kendi dahli hiç yokmuş gibi “açılım süreci” piyonlarının tamamını devre dışı bırakmış oldu.
Gözlediğim kadarıyla bu hükümet uzun boylu bir icraat hükümeti gibi değil ülkeyi her an seçime götürecek bir hükümet gibi çalışacak.
Saray önce 330’u bulmaya çalışacaktır.
Bulamadığı an tek seçeneği baskın seçimdir.
Bu hükümet yapısı arzu edildiğinde baskın seçime itirazsız gidecek bir denge içinde kurulmuş görünüyor.
ÖNERİ
Tehditle, şantajla olmaz. AB ile anlaşmaları askıya alın
Zamanında AKP iktidarına karşı öfke dolu konuşmalarıyla ünlenmiş bir oğlan var. Şimdi sarayın baş danışmanı diye geçiyor adı.
“Erdoğan Türkiye için en büyük tehdittir” diye konuşurken birden hidayete erip “Başkanımızdır, Türkiye ancak Erdoğan ile şaha kalkar, bütün dünyanın lideri olur, ki zaten oldu bile” aşamasına sıçradı bu çocuk.
Geçenlerde televizyon ekranlarında kükremiş.
Demiş ki; “Türkiye radikal bir şekilde (AB ile) anlaşmaları askıya alabilir. Her türlü anlaşmayı askıya alabilir. Türkiye’de Gümrük Birliği anlaşması da dahil Gümrük Birliği rejimi de dahil AB ile bütün ilişkileri tekrar gözden geçirebilir. Geri kabul anlaşmaları, diğer tüm anlaşmaları askıya alabilir. Avrupa sözlerini tutmak zorunda.”
Niye söylemiş bunları?
Çünkü Avrupa mülteciler konusunda verdiği sözleri tutmuyormuş, (kastettiği parayı elimize vermemeleri tabii) böyle yaparsa Türkiye de gücünü göstermeliymiş.
Bu zihniyetin aklına ilk gelen şey hemen tehdit ve şantaja başvurmak.
“Bütün ilişkilerimizi askıya alırız haaa.”
Avrupa başkentlerinde bu şantaj ciddiye alınır mı bilmem. Bu çocuktan korkup “Aman Türkiye bizimle ilişkiyi kesecek, verelim parayı kurtulalım” derler mi?
Ama laf ağızdan çıktı mı yerine getirmek gerek.
Askıya alın AB ile yapılmış bütün anlaşmaları. Hatta vize de uygulayın, yetmezse Avrupa ülkelerinin şirketlerini de Türkiye’den atın.
Elbette Türkiye dik duracak, onurundan asla taviz vermeyecektir. Ama bu konular çoluk çocuğun tehdit ve şantaj dolu mesajlarıyla yapılmak istenirse kaybeden Türkiye olur.
ÇOK GÜLDÜM
Siyasetçinin paranoyası
Gizli dinlemeler, izlemeler, kasetler, şantajlar siyasetçilerin korkulu rüyası oldu. İşte bu nedenle bir siyasetçinin başına gelenleri Yıldırım Tuna fıkrasından okuyalım;
Genel Başkan miting için gittiği şehirdeki otel odasında yatmadan evvel gizli dinleme aleti konulabilecek her yeri araştırmış. Resim çerçevelerinin arkasını, abajurların altını… Sonunda yerdeki halıyı sökmüş ve birden “Ahaa!” demiş sevinçle, odanın tam ortasına rastlayan yere 4 vida ile tutturulmuş çelik bir diski izci bıçağı ile yavaşça çıkarmış, özenle yerinden peçeteyle alıp pencereyi açmış ve dışarı fırlatmış.
Ertesi sabah kahvaltıya indiğinde korumaları heyecanla “İyi misiniz? Bir şeyiniz yok ya?” diye etrafını sarınca
“Ne var?” demiş Başkan, “Niye soruyorsunuz?”
Koruma müdürü “Yok bir şey” diye cevap vermiş “Sadece dün gece sizin odanın tam altında bulunan düğün salonunun avizesi misafirlerin tam tepesine düştü de, bir sürü yaralı var siz iyi misiniz diye merak ettik!”
sözcü