Prof. Dr. Haşim Karpuz
Bu yazıda İslâm öncesi Türk sanatının İslâmî döneme etkileri konusunda arkeolojik buluntular ve mevcut sanat eserlerinden hareketle bir deneme, kısa bir özet yapmaya çalışılmaktır. Türk tarihi gibi, Türk sanatının da değişik coğrafyalarda yaşanmış, gerçekleşmiş uzun bir geçmişi vardır. İslâm öncesi Türk devletlerinden Hunlar ve Göktürkler daha çok konar göçer bir hayat sürmüşler, Uygurlar ise kentlerde yaşayan dış etkilere açık, şehirli bir kültür ve sanat ortamına sahip olmuşlardır. Bu dönemlerin mimari, heykel, resim ve el sanatları alanlarında tasarım, malzeme, teknik, renk, motif ve kompozisyon bakımından İslâmi döneme etkilerini belirlemeye geçmeden önce, Türk sanatı kavramı ve Türk sanatının geçirdiği evrelere kısaca bir göz atmamız gerekiyor.
Türk sanatı, Türklerin tarihi süreç içerisinde, yaşadıkları topraklar, sahip oldukları sosyal, siyasal, ekonomik ve kültür çevresine bağlı olarak oluşturdukları sanat ürünlerinin bütününü ifade eder. Bizim burada üzerinde duracağımız sanat alanları; plastik sanatları mimarlık, heykel, resim ve el sanatlarını kapsamaktadır.
Son yıllara kadar İslâm öncesi Türk sanatına gereken ehemmiyet verilmemiştir. Yerleşik kent kültürüne sahip toplumların sanat eserlerine önem veren genel görüş doğrultusunda, Orta Asya’da yarı göçebe-atlı bozkır kültürüne sahip Hunların sanatı üzerinde hiç durulmamış, Göktürk ve Uygurlardan ise kısaca söz edilmiştir. Orhun Abidelerine atıfla Göktürk heykelleri “balballar” ele alınmış, Uygur dönemi için yazılı budist duvar resimlerine yer verilmiştir. Orta Asya’da önceleri batılı, Rus bilginler tarafından kazı ve araştırmalar yapılmış, İslâm Öncesi Türk Sanatı için önemli sonuçlar ortaya konmuştur. Bu kazı ve araştırmalara son yıllarda Türk bilim adaları da katılmıştır.
İslâm Öncesi Türk Sanatı günümüz için farklı bir din, sosyal ve kültürel ortamın sanatıdır. Türkler Orta Asya’da hayatlarını sürdürebilmek için konar göçer bir hayat yaşamak zorundaydılar. Hayvanları otlatmak için yazın yaylalara gitmek gerekliydi. Göçebe hayatında sürüler ve atlar onların ayrılmaz parçaları olmuştu. Göçebe topluluklar için büyük evler gereksizdir. Bunun için en elverişli konut yazları “çadır” kışları ise yerleşik konutlar olmuştur. Uzun süre şehirlerde gelişen sanatları inceleyen sanat tarihçiler, yerleşik kültürleri uygar olarak tanımlarken göçebe toplulukların sanatlarını barbar, göçebe sanatı olarak küçümsemişlerdir. Çadırda sanat olmaz gibi bir görüş ortaya atılmıştır. Bunun sebebi de ilk önce İslâm öncesi Türk sanatının inceleyenlerin batılı sanat tarihçileri oluşudur.
Gerçekte, sanatı insanın duygu ve düşüncelerini ifade etmesi, maddeye yansıtmasıdır. Bu bakımdan, sanat eserlerini sosyal sınıflara, toplum yapılarına göre ayırımlara tâbi tutmak görüşü artık kabul görmemektedir. Ancak bütün bunlara rağmen kültürlerin ve kavimlerin harman olduğu Orta Asya’da hangi sanat eserlerinin bize ait olduğunu belirlememiz zor. Türk dilinin konuşulduğu bölgelerde oluşan sanatlar komşu bölgelerden etkilenmiş yeni sentezler ortaya çıkmıştır (Kuban, 1993, 13). Anadolu öncesi Türk sanatının Orta Asya’nın kültür, sanat merkezlerinden aldığı etkiler İslâmi dönemde ve Anadolu’da da yaşamaya devam etmiştir.
Türk sanatı kronolojisine baktığımız zaman İslâm öncesi ve İslâmi dönemin değişik coğrafyalarda geliştiğini görüyoruz:
A. İslâm Öncesi Türk Sanatı
- Hun Dönemi M.Ö. III. yüzyıl -M.S.V. yüzyıl, (Büyük Hun: M.Ö. 209-M.S. 216, Doğu Hun: II-IV. yüzyıl, Avrupa Hun: 375-454)
- Göktürk Dönemi 552-743,
- Uygur Dönemi 744-1368
B. İslami Dönem Türk Sanatı
- İslâmi Dönemde Anadolu Dışında Türk Sanatı
- Karahanlı: 840-1212, Gazneli: 926-1186, Hindistan’da Delhi Sultanlığı: 1190-1412, Babürlü: 1526-1707, Büyük Selçuklu Sanatı: 1037-1157, Suriye-Irak Zengiler: 1086-14. yüzyıl, Mısır Tolunoğlu: 9-13. yüzyıl ve Memlüklü: 1250-1517
- Anadolu’da Selçuklu Sanatı: 1071-1308
- Anadolu’da Beylik Devri Sanatı: 14-15. yüzyıl
- Osmanlı Sanatı: 1299-1922
- Cumhuriyet Devri: l923-
C. İslâmi Döneme Etkiler
İslâm öncesi Türk sanatının İslâmi döneme etkilerini ele alırken öncelikle İslâm sanatı kavramı ve İslâm sanatı içinde Türk sanatının yerine bir göz atalım. İslâm sanatı, Müslüman toplumların ortak malı, Kur’an ve İslâmi ilkelere bağlı, birlik ve bütünlük düşüncesinin hakim olduğu bir sanat alanıdır. İslâm Sanatı konusunda bu tanıma bağlı olarak iki görüş ileri sürülmüştür:
- İslâm sanatı tarihi coğrafi boyutları içerisinde bir bütündür.
- İslâm sanatında birlik ve bütünlükten çok farklılıklar hakimdir. Bu farklılık bölgesel şartlardan, değişik yorumlardan doğmuştur. Bunu İslâm sanatının birlik içinde değişikliği olarak ifade edebiliriz.
Türk sanatı, tarihi seyir içerisinde değişik konular, temalar kazanan kendine has özellikler ile beliren bir sanattır. Türklerin İslâmiyeti kabul etmeleriyle yeni ve zengin alanlara kavuşmuştur.
1. Hun Dönemi Etkileri
İslâm öncesi Türk sanatının ilk evresini oluşturan Hunları Türk kabul ediyoruz. Bu dönemde şimdilik yazılı belge olmadığı için farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu dönem sanatına bilgilerimiz kurgan buluntularına dayanmaktadır. Hunlar da ruhun ölmezliğine inanıyorlardı ve ölülerini bu mezarlara birçok hediyelerle ve elbiseleri ile gömmüşlerdir. Gök Tanrı inancı ve atalar kültü sayesinde, bu anıtsal mezarlar-kurganlar yapılmıştır.
Mimarlık alanında kurganların yanı sıra topak ev veya yurt denilen çadırlar kullanılmıştır. Belki de ormanlık bölgelerde kurganların mezar odalarının yapıldığı teknikte, ahşap yığma (çantı) evler de inşa edilmiştir.
Türk sanatı tarihi konusunda yapılan araştırmalar ve değerlendirmeler plastik sanatlar alanında Türklerin kendilerine has biçimler ve üsluplara sahip olduklarını göstermiştir. Bu konuya ilk dikkati çeken, J. Strzygowsky olmuştur. Daha sonra C. E. Arseven, O. Aslanapa gibi sanat tarihçileri ve yeni kuşak araştırmacılar bu konuda ayrıntılı çalışmalar yapmışlardır.
Artık İslâm öncesi Türk sanatı kendine has özellikleri ile, İslâmi dönemde Türklerin İslâm Sanatına katkılarını bilebiliyoruz (Arık, 1969, 57-100). Mimarlık alanında, merkezi plânlı yeni bir cami tipi, kervansaraylar, medreseler, türbeler ilk aklımıza gelenlerdir. Heykel-kabartma ve resimde Orta Asya etkileri uzun yıllar varlığını sürdürmüştür. Türk Sanatı; bütün İslâm ülkelerini içine alan İslâm sanatının ayrı, kendine has özellikleri, kimliği olan bir sanat alanı olarak tanımlanıp değerlendirilebilir.
Çadırın Türk mimarisine etkileri iki ana başlıkta ele alınmaktadır.
I. Anıtsal Türbe Mimarisi
Selçuklu Dönemi kümbetlerinin mezar anıtlarının menşei konusunda, üç yapı üzerinde durulmuştur. XI. yüzyılda Orta Asya’da ortaya çıkan mezar kuleleri, Türk çadırları ve kurganlar. Orta Asya’daki Türklerin ölüyü çadıra koyup yas töreni yapıp, ölünün mezarı üzerine çadır kurma, kerpiçten, taş ve ağaçtan kulübe yaptıkları bilinmektedir. Bilindiği gibi en eski mezar tipi kurganlardır. Bir tümülüsü andıran kurganlardan mezar kulelerine geçiş ve çadırla kurulabilecek ilişkiler üzerine ilk önce duran J. Strzygowsky olmuştur.
Anadolu türbe mimarisi üzerinde ayrıntılı çalışmalar yapan M. Oluş Arık bu görüşleri ancak yerine başkası konmamış bir hipotez olarak kabul etmekte ve Strzygowsky’nin “günümüze kalmış olan anıtlar değil, yok olmuş yapılarda genel sanat gelişmelerine tesir etmiş olabilir” düşüncesine hak vererek her iki yolu da muhtemel kabul etmekle yetinmek zorundayız demektedir (Arık, 1969, 57-100).
II. Çadırın Türk Evi-Türk Odası ile Olan Benzerliği
Türk Evi, sokaklar üzerinde, bahçe duvarı ile sokaktan ayrılmış bir avlusu olan iki katlı bir konuttur. Evlerin zemin katları ahır, depo, kiler olarak kullanılır. Bir ahşap merdivenle çıkılan birinci kat esas yaşama alanıdır. Esas katta, sofa ve sofaya açılan odalar bulunur.
Oda: Ev içerisinde birçok fonksiyona sahip kendi başlarına yaşama birimleridir. Oturma, yemek yeme, yatma, çalışma gibi gayelerin gerçekleştiği bir ortamdır.
Girişte sekialtı-pabuçluk, sekiüstü-orta mekan, sedirler, ocak, pencereler-tavan- üst örtü, yüklük- gusülhaneler’dir.
Burada şematik bir çizimle çadır-oda benzerliğini ele alalım (Küçükerman, 1988, 62).
Türk Odasının Çadırla benzerliği (Küçükerman’dan)
Sofa: Odalar arası ilişkilerin sağlandığı bir ortak alandır. Evler nasıl bir sokağa açılıyorsa, ev içindeki her bir oda da sofaya açılır (Çadırların oluşturduğu avlu). Türk evinin bu şekilde avlu-sofaya bağlı içe dönük karakteri evlerden başka medrese, kervansaray Türk yapılarında da görülür.
Özetleyecek olursak bu dönem mimarisinde, topak ev Türk evine (odasına) kaynaklık etmektedir. Çadırların arasındaki avlu Türk evindeki sofanın öncü mekanıdır. Topak ev ayrıca biçim olarak türbelere benzemektedir. Kurganlar ise fonksiyon olarak türbelerin cenazelik katını meydana getirmiştir.
Bu dönem heykel, resim ve el sanatı ürünleri kurgan kazılarından elde edilmiştir. Başta Pazırık, Noinula ve Esik olmak üzere birçok kurgan buluntusunun ortak özelliği “Hayvan Üslubunda” süslenmiş eşyaların bulunmasıdır.
altayli