LEVENT GÜLTEKİN
Ülkenin nasıl bir yıkıma sürüklendiği her geçen gün daha da netleşiyor.
Son bir ayda yapılan, yapılmaya çalışılan değişiklikler bile esasında hepimizi derin bir endişeye sevk edecek türden.
Bakın bir ay içinde neler yapıldı bu ülkede.
1- Dokunulmazlıkların kaldırılması
Muhalefet liderleri de dahil olmak üzere yaklaşık 150 vekilin dokunulmazlığı kaldırılarak yargıya sevk edildi. Ceza aldıklarında vekillikleri düşecek. Bu adım muhtemel bir erken seçime zemin hazırlama işlevi de görecek. Dokunulmazlıkların kaldırılması siyasetin bütünüyle devre dışı bırakılması anlamına geliyor.
2- Danıştay ve Yargıtay üyelerinin değişimi
İktidar, yargının önemli iki kurumunun üyelerini, yani hakimleri ve savcıları bütünüyle değiştiriyor. Yeni üyeleri HSYK ve Erdoğan seçecek.
Bu adım, eskiden beri bir türlü tesis edilemeyen yargı bağımsızlığına son ölümcül darbe niteliği taşıyor. Hukuk devleti ilkesi bütünüyle yok ediliyor.
3- Özel Güvenlik yasası
Yeni hazırlanan özel güvenlik yasasına göre ülke vatandaşı olmayanlar da silahlı özel güvenlik elemanı olabilecek.
Bu güvenlik elemanlarına polisin yetkilerine yakın yetkiler veriliyor.
Yani Suriye’den gelecek farklı örgüt mensupları özel güvenlik elemanı olabilecek ve arabanızı durdurup kimlik kontrolü yapabilecek.
Görünen o ki burada farklı bir amaç var. Ve o amaca dönük de bir hazırlık var.
4- Kayyım yasası
Şirketlere el koyma kolaylaştırılıyor. Kayyım olarak atananlara şirketin sahibi gibi davranma yetkisi veriliyor.
Kendi atadığı hakimlerin kararı ile iktidar, istediği şirkete el koyacak ve o şirketleri kayyımlar aracılığıyla yönetecek.
5- Maarif Vakfı yasası
Bu vakfın asıl amacının yurtdışındaki cemaat okullarına el koymak ve o okulları yönetmek olduğu söyleniyor.
Fakat yasada verilen yetkilere bakılırsa Milli Eğitim Bakanlığı’nın yetkilerinin bir kısmını bu vakfa devrediyor. Özel okul açmak, eğitmenler yetiştirmek, burs dağıtmak gibi.
Bir anlamda Ensar Vakfı’nın yaptığı işlerin benzerini devletin desteğiyle Maarif Vakfı yapacak.
Hepimizin mal ve can güvenliği iktidarın iki dudağı arasında
Bütün bu işler bir ayda yapıldı. Muhalifi, AK Partilisi hepimizin hayatını, geleceğini daha da zorlaştıracak işler yapılıyor.
Geçmişte de yargı sorunu vardı. Geçmişte de eğitim, güvenlik, özgürlük gibi sorunlarımız vardı. Fakat bunlar, çözelim derken daha da beter hale getirildi.
Hepimizin mal ve can güvenliği, özgürlüğü çıkan bu yasalarla artık iktidarın iki dudağı arasında.
Hal böyleyken 78 milyonluk bir ülke felakete gidişini engelleyemiyor. Muhalefet partileri, aydınlar, yazarlar, gazeteciler, sanatçılar, işadamları… Hepimiz endişe belirtmekten, yapılanları kınamaktan, sürüklendiğimiz bu felakete dikkat çekmekten başka bir şey yapamıyoruz.
Muhalefet partileri yetersiz, tamam ama toplumsal muhalefet de oluşmuyor.
Son zamanlarda karşılaştığım herkse benzer soruyu soruyor: Niçin aydınlar, yazarlar, iş adamaları… Ülkenin aklı başında insanları bir araya gelip, toplumsal muhalefete öncülük etmiyorlar? Niçin kimse sahici bir şey yapmıyor?
Görebildiğim kadarıyla bunun bir kaç nedeni var.
Geçiştirerek kurtulacağını sanmak büyük bir cehalet
Birincisi, şöyle bir görüş var: Bir şey olacak, gidişat değişecek. Bir şey olacak Erdoğan gidecek. Bu çok yaygın bir kanaat.
Yani nasıl olsa bu iş böyle gitmez, nasıl olsa Erdoğan eninde sonunda duvara toslar. Bari öne atılıp başımı belaya sokmayayım diye düşünenler çoğunlukta. Böyle baktıkları için de risk alıp bir araya gelmekten, sahici işler yapmaktan kaçınıyorlar.
Bu yaklaşım her gün bir şey yapma imkanını biraz daha ortadan kaldırıyor. Çember giderek daralıyor. Susarak, kişisel hesap yaparak, geçiştirerek kurtulacağını sanmak büyük bir cehalet.
Çünkü ülke felakete giderken hiç birimiz kendimizi o ülkeden bağımsız olarak sağlama alamayız. Yaşadığımız ülkeden bağımsız bir hayat kuramayız.
Bu ülke olmazsa hiç birimizin zenginliğinin, akademik kariyerinin, sanatçılığının zerre kadar değeri yok. Bunu bir türlü idrak edemiyoruz.
İkinci nedeni ise ülkede hala gerçek anlamda güçlü, kalabalık, etkili bir demokrat; aydın, yazar sınıfının oluşmamış olması. İdeolojik hassasiyetler ve bu hassasiyetlere göre tavır belirleme hâlâ büyük bir sorun.
Meseleye herkes kendi durduğu yerden bakıyor. Böyle olunca da öncelikleri değişiyor. Farklı öncelikler bir araya gelmeyi de zorlaştırıyor.
Üçüncü ve bana göre en önemli nedeni ise muhaliflerin daha çok solculardan ve liberallerden oluşması.
Çünkü Milliyetçi- Muhafazakar- İslamcı diyeceğimiz sağ kesim farklı nedenlerle iktidara teslim oldu. İktidara karşı cephe açmayı, açıktan muhalefet yapmayı kimisi PKK’nın ekmeğine yağ sürmek olarak görüyor, kimisi de ‘dindarların iktidarına’ zarar vermek olarak görüyor.
Bu nedenle toplumsal muhalefeti canlandırma, organize etme görevi daha çok sol ve liberal aydınlara, yazarlara, akademisyenlere düşüyor.
Ülke yanarken bile bir araya gelecek olgunluğu gösteremiyorlar
Fakat solun kendi aralarında bile anlaşamama, bir araya gelememe gibi eskiden beri süregelen yaygın bir sorunu var.
Kendi aralarında bile anlaşamayan sol ve liberal aydınların başkaları ile anlaşıp ortak bir amaç etrafında bir araya gelmesi daha da zorlaşıyor.
Ülke yanarken bile düşünce farklılıklarını, geçmiş kırgınlıkları, egoları, kişisel hesapları bir tarafa bırakıp, bir araya gelecek olgunluğu ne yazık ki gösteremiyorlar.
Halbuki mesele o kadar da çetrefilli değil. Çünkü demokrasi standardını, özgürlüklerin çerçevesini, insan haklarının muhtevasını, rejimi tartışmıyoruz.
Tehlikede olan sadece bu değerler değil artık. Çünkü o aşamayı çoktan geçtik.
Yukarıda da dediğim gibi ülkenin hayatı tehlikede. Eğitim sistemi ile çocuklarımız cehalete mahkum ediliyor. Bağımsız yargının yok edilmesiyle hukuk devleti çöküyor. İç barış, toplumsal bütünlük, insan gibi yaşama imkanı… Bütün bunlar tahrip edildiğinde yıkım da kaçınılmaz oluyor.
Bunun için yıkımı durdurmak amacıyla egoları, kişisel hesapları, geçmiş kırgınlıkları bir tarafa bırakıp herkesin elini taşın altına koyabileceği bir birliktelik oluşturmak gerekiyor.
Kişisel veyahut ideolojik kazanımlar için değil, bu yangını söndürmek için.
Farklı mesleklerden olsak da bir yangın çıktığında hepimiz itfaiyeci gibi çalışırız.
Hayatımızda bir kez olsun “Ben değil, ülke” diyecek, hesap yapmadan risk alacak olgunluğu göstermek zorundayız.
Çünkü ülke yoksa iddialarımızla, beklentilerimizle, hayallerimizle bir bütün olarak biz de yokuz.