İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılma kararı, büyük yankı yaptı. Fransa’da aşırı sağcı Ulusal Cephe, AB üyeliğinin oylanacağı bir referandum istedi hemen. AB’nin, tüm Avrupa’yı temsil iddiası çöktü. AB’nin geleceği üzerinde karamsar olanların haklı olduğu bir kez daha görüldü. Gelelim Türkiye’nin durumuna, yıllardır bekleme odasında tutulduğu AB ile ilişkilerine.
Öncelikle şunu görelim: Konunun ülkemizdeki en yetkin uzmanlarından olan değerli hocamız Prof. Dr. Erol Manisalı’nın da belirttiği gibi, “Türkiye – AB ilişkileri, iki eşit, egemen, siyasal aktörün ilişkisi değildir. Kuma, metres ilişkisi gibidir. Türkiye, bekleme odasında oturan, her zaman ödün veren, AB ise hep tek yanlı kazanan taraftır”. Hele de 1995’te imzalanan, 1996’da yürürlüğe giren Gümrük Birliği ile AB, Türkiye’nin gümrük rejimi, dış ticaret rejimi ve iç pazarı üzerinde vesayet kurmuştur. Türkiye de, AB üyesi olmadan, Gümrük Birliği üyesi olan ilk ve tek ülke olmayı, bu sömürge anlaşmasını içine sindirmiştir. TÜSİAD, Tansu Çiller ve Murat Karayalçın’ın büyük gayreti sayesinde…
Dahası var, Türkiye’nin AB kapılarına tek yanlı olarak bağlanmasını savunan cahil liberaller, liberal solcular (ne demekse o) bilmese de, Türkiye’nin AB ile ilişkileri, 2002’de AKP iktidarıyla başlamaz. Türkiye’nin Avrupa Toplulukları’yla ilişkisi 1963 Ankara Antlaşması ile başlar. Hedef tam üyeliktir. AB geçen zaman içinde, Türkiye’yi bekleme odasında üye yapmadan, içine almadan, elinin altında bekletmek için yollar bulmuştur. Turgut Özal’ın başbakan olduğu dönem, 1987’de tam üyelik için başvuran Türkiye, 1989’da “red” yanıtı almıştır.
AB EMPERYALİST BİR ÖRGÜTTÜR
AB emperyalist bir örgüttür. Soğuk Savaş’ın başlangıç döneminde, sadece Avrupalıların isteğiyle değil, ABD’nin de güçlü desteğiyle kurulmuştur. İşlevleri arasında; Avrupa’nın bütünleşmesinin, Almanları ve Fransızları ekonomi ve sanayi üzerinden birbirine bağlamanın yanında, SSCB’ye, komünizme karşı blok oluşturmak da vardır. Bu emperyalist örgüte üyeliği savunan, ondan insan hakları, demokrasi, özgürlük bekleyen sosyalistlerin, sendikacıların çokluğu, ülkemizdeki örgütlü, kurumsal cehaletin kanıtlarındandır.
1990’lı yıllarda SSCB dağılınca, Doğu Bloku tarihe karışınca, Varşova Paktı çökünce, Berlin Duvarı yıkılınca dünya da Avrupa da değişmiştir. AB içinde şu tartışmalar yoğunlaşmıştır: Birleşik Avrupa Devletleri mi Avrupa Birleşik Devletleri mi olalım? Gevşek bir konfederasyon mu, sıkı bir federasyon mu olalım? Genişleme ve derinleşme birlikte ve hızlı mı olsun, ayrı ayrı ve yavaş mı? Bu tartışmaların hiçbirinde Türkiye’nin adı geçmez. Çünkü Türkiye’nin üyeliği, Türkiye’nin uyumundan, sanayileşmesinden, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, özgürlük karnesinden çok, Avrupa Birliği’nin kendisini nasıl gördüğüyle, nerede konumlandırdığıyla, küresel güç olmak isteyip istemediğiyle ilgilidir. Mesele şudur: AB, küresel güç olmak isterse, diğer büyük güçlerle rekabeti göze alırsa, İslam dünyasında, Türk dünyasında nüfuzunu artırmayı arzularsa, Türkiye’yi alır. Aksi halde, Türkiye ağzıyla kuş tutsa, AB Türkiye’yi almaz. AB, fayda – maliyet analizi yapmıştır ve Türkiye’yi almayacağını defalarca açıklamıştır.
GÜMRÜK BİRLİĞİ’Nİ SORGULAMAK ŞARTTIR
Halen NATO’nun da AB’nin de 28 üyesi var. Bunların 22 tanesi her iki örgüte de üye. Pek çok eski Varşova Paktı üyesi, hem NATO hem de AB üyesi olmuşken, 1963’ten bu yana üyelik bekleyen Türkiye’nin bundan sonra üye olabileceğini söylemek için cehaletten fazlası gerekir. Türkiye’nin iç pazarını, Gümrük Birliği ile sadece bir imza atarak, sıfır maliyetle ele geçirmiş olan AB’nin Türkiye’yi tam üye yapacağını söyleyenler yalancıdır. Ağzına “emperyalizm” kavramını almadan, iktisat, siyaset, tarih, dış politika yorumlayan cahillerdir. ABD’nin Irak’ı işgal ederek demokrasi götürdüğünü söyleyenler, Annan Planı’na destek verenlerdir. “Yetmez ama evet” takımıdır, “özürdiliyoruz.com” güruhudur.
AB’nin Türkiye’yi almamak için tarihsel, siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel, dinsel, coğrafi nedenleri vardır. İçine almak için ekonomik nedeni yoktur; Gümrük Birliği ile alacağını aldığı için. İçine almak için jeopolitik ve stratejik nedenleri olsa da, Türkiye’nin konumu Ortadoğu karıştığında, avantaj değil, dezavantaj oluşturur. Misal; en son Suriyeli sığınmacılar sorunu bunun kanıtıdır. Misal; AB Türkiye’yi alıp da, Suriye, Irak, İran ve Rusya’yla sınır komşusu olmak istemez. Türkiye’yi arada tampon bölge olarak tutmayı yeğler. Bunu yaparken de Türkiye’yi küstürmez, itmez. Onun AB dışı seçeneklere, hele de Avrasya’ya yönelmesini engellemeye çalışır.
AB, HEP KARŞI TARAFIN YANINDA
AB; Türkiye’nin içişlerine, dış politikasına karışır. Her zaman karşı tarafın yanında saf tutar. Kıbrıs, Ege, sözde soykırım iddiaları, terör örgütüne verdiği destek bunun kanıtlarıdır. Türkiye’den sürekli yeni ödünler koparmaya çalışır. Karşılığında bazen parasal yardım sözü verir, bazen vizeleri kaldıracağını söyler. Türkiye – AB ilişkileri mevcut haliyle tek taraflı bağlanma ilişkisidir, yarı sömürge olmaya ramak kalmıştır. Atılacak ilk adım Gümrük Birliği’ni tartışmaya açmak; sonra AB ile üyelik müzakerelerini askıya alıp, karşılıklılık esaslı, eşit ilişkiler kurmaktır. Bunu yaparken de güçlü, kapsamlı, bütüncül bir Avrasya stratejisi oluşturmaktır.
Ana fikir: Sadece AB adaylığı değil; özelleştirme, sömürgeleştirme, piyasalaştırma, etnik, dinsel, mezhepsel kimlikler üzerinden bölüp ayrıştırma, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ABD güdümlü “ılımlı İslam” da, hep aynı paket programın parçalarıdır. Türkiye’nin kendi yerli ve milli paket programı ise Cumhuriyet Devrimi programıdır.
Barış Doster
Odatv.com