Soner Yalçın / sözcü
Seyfi Kurtbek (1905-1995) kurmay Albay’dı.
İstanbul 1.Müstakil Zırhlı Tugay Komutanlığı, Genelkurmay 4.Şube Müdürlüğü, Genelkurmay Millî Seferberlik Dairesi Başkanlığı, Paris ve Atina Ataşemiliterlikleri gibi görevlerde bulundu.
Yıl 1942.
İkinci Dünya Savaşı’nın en sıcak günleri…
Seyfi Kurtbek Binbaşı.
Adı, Cumhurbaşkanı İsmet Paşa‘ya karşı yapılacak askeri darbenin lideri olarak geçti.
Darbeyi yapacak ekip, kendisine “Hücum Ordusu” adını vermişti! Ve gerekli desteği bulamayınca vazgeçmişlerdi.
Aradan yıllar geçti…
Seyfi Kurtbek, Demokrat Parti’den milletvekili ve bakan oldu.
9 Ağustos 1950 tarihinde oturduğu koltuk Milli Savunma Bakanlığı idi!
Sürpriz değildi.
DP Hükümeti ilk icraat olarak, “darbe yapacaklar” kumpasıyla TSK’yı tırpanladılar:
Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman, Hava Kuvvetleri Komutanı Zeki Doğan, Deniz Kuvvetleri Komutanı Mehmet Ali Ülgen, Jandarma Genel Komutanı Nuri Berköz, Genelkurmay II. Başkanı İzzet Aksalur, Birinci Ordu Komutanı Asım Tınaztepe, İkinci Ordu Komutanı Muzaffer Tuğsavul, Üçüncü Ordu Komutanı Mahmut Berköz gibi üst düzey komutanlarla birlikte toplam 15 general ve 150 albay emekliye sevk edildi. Emekli edilenler arasında Askeri Şûra üyeleri Orgeneral Kazım Orbay, Orgeneral Salih Omurtak gibi komutanlar da vardı. Dönemin gazeteleri Kurtbek’i, Enver Paşa‘ya benzetiyordu; TSK’yı topyekûn değiştireceğini yazıyorlardı.
Çok geçmedi. Milli Savunma Bakanı Kurtbek, “Orduda reform” projesi hazırladı.
Başbakan Adnan Menderes, Bakan Kurtbek‘i öve öve bitiremiyordu. Hatta, Sultan III. Selim‘den esinlenerek bu projeye “İkinci Nizam-ı Cedid” adını verdi.
Bu proje ve ardından Kurtbek‘in TSK’daki tüm generalleri hiçe sayan tutumlar içine girmesi, ordu içinde DP aleyhine havanın doğmasına neden oldu!
CHP lideri İnönü gelişmelerden rahatsızlık duydu; “hiç kimse kendine göre bir ordu yapamaz” diye DP’ye karşı ilk sert çıkışını yaptı.
Ve. İhtilalci askerler, 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi örgütlenmesine o günlerde başladılar.
Ne mi demek istiyorum…
HİÇ BİLMİYORLAR
AKP’liler atıp tutuyor:
Genelkurmay Milli Savunma Bakanlığı‘na bağlansın.
Jandarma şöyle olsun.
Askeri okullar Milli Eğitim’e bağlansın.
Bla… Bla… Bla…
Bu işler bu kadar kolay mı?
Kimi bulanık kafalar, darbe-cunta temellerinin Cumhuriyet döneminde atıldığını sanıyor! Ne büyük yanılgı!
Oysa Cumhuriyet, TSK’nın “genetik yapısına” pek dokunmadı.
Evet hiç bilmiyorlar. Yazayım:
Osmanlı’nın son 200 yıllık tarihine baktığınızda şunu görürsünüz; her yenilgi sonrasında çözüm, yeni ve kapsamlı reformlarda arandı.
Örneğin, Yeniçeri Ocağı’nın kanlı şekilde ortadan kaldırılması sonrasında II. Mahmut ve ona sadık devlet adamları sandılar ki; özlemini duydukları modern orduyu hemen kurabilecekler.
III. Selim gibi bunlar da büyük bir hayal kırıklığına uğradı. 18 yıl boyunca Yeniçeri Ocağı’na nasıl son vereceklerini düşünmüşler ve kapsamlı hazırlık yapmışlardı; ancak “yeni orduyu” nasıl kuracaklarına yönelik hiçbir hazırlık yapmamışlardı!
Üstelik. Mesele sadece askeri değildi. Napolyon sonrası dünya düzeni ve beraberinde getirdiği siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel değişime hazırlıksız yakalanmışlardı. 1815’te Napolyon Savaşları‘nın sona ermesiyle milliyetçilik akımlarının dünyada estirdiği rüzgarı kavrayamamışlardı.
Bu nedenle II. Mahmut’un “yeni ordusunun” belkemiğini muhafazakarlık oluşturdu. Böylece, “Muallem Asakir-i Mansure-i Muhammediye” dış tehdidi değil, iç tehdidi gözeterek kuruldu.
(Hâlâ Atatürk’le hesaplaşmasını bitirememiş kimileri; bugün Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nın lağvedilmesini istiyor! Bu alayın kökünde Osmanlı’nın Bostancı Ocağı; ve sonra yerine inşa edilen “Bostancıyan-ı Hassa” olduğunu bilmiyor! Neyse…)
III. Selim gibi II. Mahmut da, türlü denemeler sonucu asker geleneği oluşturmanın kolay olmadığını idrak etti.
Sonunda II. Mahmut orduyu pragmatik ve oldukça fırsatçı olan muhafazakar Hüsrev Paşa’ya teslim etti. Ve ordu; kısa zamanda kendi karargahını kuran Hüsrev Paşa’nın şahsi ordusuna dönüştü!..
İÇ TEHDİT ORDUSU
Adam kendini kaptırmış; meydanlarda “demokrasi kutlaması” yapan insanları, “işte yeni ordunun askerleri” diye kutsuyor!
Osmanlı, 19’uncu yüzyılın başında Yeniçeri Ordusu’nu aşırıya kaçarak yok edince, savaştıracak asker bulamadı. İşte o günlerde doğdu; “başıbozuk” kavramı! Osmanlı; işsizlerden ve köylülerden oluşan gönüllü, paralı ve ordu birliklerinden ayrı olan “askerleri” için bu tabiri kullandı.
Şimdi. AKP mi; “Başıbozuklar Ordusu” kuracak? Yapmayınız. Çocuk oyunu değil bu işler!
“Yeni ordu” denemeleri sonucu…
Ruslara hep yenilerek emperyalistlerin kucağına oturduk.
Yunan’a bile gücümüz yetmedi.
İngilizler olmasa Mısır Valisi İstanbul kapılarına dayanacaktı.
II. Mahmut ve Hüsrev Paşa’nın hayali işi bu hale getirivermişti.
Az kalsın, ordunun, salt iç tehdide göre yapılandırılması devletin sonunu getirecekti.
Nihayet anladılar ki; Avrupa orduları gibi modernizasyon şarttı.
Harbiye, büyük bir ihtiyaç sonucu 1834’te böyle doğdu.
– Devlet ricali çocuklarının ilgisiz olduğundan- Harbiye’ye, fakir aile çocukları ve öksüzler kaydedildi.
Ve ancak kurulduktan 20 yıl sonra Harbiye, prestijli bir okula dönüştü. Okul mezunlarının sosyal statü atlamaları ve parlak gelecekleri, orta ve fakir ailelerin, çocuklarını bu okula göndermesine sebep oldu.
O dönem Batı ülkelerinde ırk ayırımı yaşanırken Osmanlı’nın siyahi Afrikalılarının Harbiye’ye alınmasında hiçbir engel yoktu. (Ne yazık ki Harbiye, zamanla Alevi öğrencilerinin alınmadığı bir okula dönüştürüldü!)
Evet. Bu meseleyi bir makalede anlatmak zor.
Yarın devam edeceğim…