Birgül Ayman Güler / Aydınlık
İkibinli yılların ilk on yılı renkli devrimlerle kaplanmıştı. Coğrafyası, ülkemizin kuzeyi ve batısı, eski Sovyet ülkeleri ve balkanlardı. Gürcistan’da “gül devrimi”, Ukrayna’da “turuncu devrim”… Bunlar sözde “sivil hareketler” idi; kısa zaman içinde Soros adıyla özdeşleşti. Belli başlı batı ülkelerinin istihbarat servisleriyle karanlık mali fonlarının, bunların destekçileri değil doğrudan imalatçıları olduğu açığa çıktı. Irak’ın Bush-Blair işgalini bile ‘mor devrim’ deyip bu çemberde göstermeye kalkışanlar oldu. Aslında böylece işin gerçek yüzünü açığa vurdular.
Renkli devrim, işgal demekti.
On yıl içinde “sivil toplum eliyle demokrasi ve özgürlük” aldatmacasına inanacak kimse kalmadı. Bu kez ortaya, Amerikan Büyük Ortadoğu Projesi eşliğinde, ülkemizin güneyini saran Arap Baharı çıktı. Yöntem değişti. Baharcılık sivil değil siyasal, açıktan açığa da silahlı oldu. Arap diktatörlükler yıkılacaktı; ülkeler yakılıp yıkıldı. Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkeleri “diktatörlüklere karşı demokrasi için” iç savaşa sürüklendi, işgal edildi. İşgalciler demokratik-anayasa bindirmeleri yaptı, ülkeler bölündü. Hem Libya gibi toprağı bakımından, hem Irak gibi milleti bakımından…
*
Türkiye ise özel bir ülke.
Yöntemlerin sivili de, siyasalı da, silahlısı da devreye alındı. Soros’un açık toplum enstitüleri, AB’nin sivil toplum projeleri de, kaset şantajcılığı ve yargı kumpasları dahil siyaset mühendisliği de, bölücü terörün kanlı saldırganlığı da, Güney Afrika tipi müzakerecilik de, canlı bombalar da, sözün kısası elde ne kadar alet-edavat varsa hepsi seferber edildi. Siyasal partiler, gazeteler ele geçirildi. Kürtçülük yetmedi, tüm etnik topluluklar; ihvancılık yetmedi, Alevilik başta olmak üzere tüm inançlar üzerine oynandı; kimlikçilik girdabı inşa edildi. İç savaş kışkırtıcılığı alıp başını gitti.
Başaramadılar!
Neredeyse son iki yıldan bu yana kulaklara “siyaset alanı bitti” diye fısıldayanların ne demek istedikleri, 15 Temmuz 2016 günü ortaya çıktı. Komünizmle Mücadele Dernekleri devşirmesi Nurcu Fethullahçılık, işgal ordusu suratını gizlemeye gerek bile duymadan harekete geçirildi. Askeri darbeye giriştiler; ama önce askerde darbe yapmak zorunda kaldılar. Bunca yıldır eritmek için her türlü yolu kullandıkları Türk Silahlı Kuvvetleri’ni aşamadılar. TSK, Atatürkçü ulusal devlet genlerinin ayakta olduğunu gösterdi. Cumhurbaşkanı ve hükümet üstüne düşeni yaptı; Türk ulusu yıllardır süren büyük istilaya ve işgale direnişe geçti.
Yine başaramadılar!
*
Başaramadıkları şey, Türkiye’yi işgal ve yok etmektir.
Yirmibirinci yüzyılın renkli devrimleri ve baharları neyi amaçladıysa, son atağı darbe girişimi olan bu saldırganlık aynı şeyi amaçlıyor. Türkiye’yi ülkesi ve milleti bakımından bölmeyi… Ülkesi bakımından bölmeyi, yani Türkiye’den güneydoğu Anadolu’yu koparmayı, olmazsa ülkeyi federe ya da bölgeli devlet bölünmesine sürüklemeyi… Milleti bakımından bölmeyi, yani Türk Milleti’ni egemenlik tahtından edip toplumu etnik-dinsel topluluklar halinde parçalamayı… Bu yolla Türkiye’yi kendini yönetemeyen bir sömürgeye dönüştürmeyi, ortadan kaldırmayı.
İşgalcilerin yayınladıkları ilk ve son bildirilerinde bölücü terörden hiç söz etmemeleri, bununla birlikte Türksüz yeni-anayasa yapacaklarını ilan etmiş olmaları, bu amacın ilanından başka bir şey değildir.
*
Peki, vazgeçtiklerini düşünebilir miyiz?
Vazgeçtiklerini düşünmek, besbelli büyük bir körlük olur.
Darbe girişimi, işgalin açık yüzü. Ama bu işgalin, karanlık bir istilanın üzerinde yükseldiği gerçeğini unutmamak gerekiyor.
İşgalcilerin, uzun zamandan bu yana gerçekleştirdikleri büyük istila, hem topluma hem siyaset kurumuna çok sayıda zehirli tohum attı. Etnikçilik ve mezhepçilik, bu zehirli tohumların başında geliyor. Hemşericilik-bölgecilik, bin türlü maskeye bürünmüş, aramızda kol geziyor. Sinsi siyaset erbabı, işgalcilerin açtığı kapıları kendi amaçlarını elde etmek için altın fırsat sayıyor. İşgalin öncü birliği cemaatçilik, işgal ettiği siyasi parti koltuklarından sırıtıyor; zamanında besleyip nemalandırdığı kimselerden şimdi borçlarını ödemelerini istiyor. Aydınlar kokuşması, bu büyük saldırganlığı gerekli kötülük diye göstermek için aldığı görevi yapmaya devam ediyor. Ve elbette, kırk yıllık silahlı bölücülük, en az onunla yaşıt cemaatçi saldırganlığın açtığı yarıkları daha da genişletmek için sırasını bekliyor.
*
İşgal denemesinin uzun süreli bir istila hareketine dayanması nedeniyle, hükümetin olağanüstü hal ilan etmesi doğru bir karardır. Buna karşı HDP’nin “eski uygulamalar kötü hatıralar” gerekçesiyle, CHP’nin ise “saldırı meclise, yetki mecliste olsun” diye karşı çıkmaları, ülkemize yönelik istila ve işgal karşısındaki samimiyetsiz tutumlarının göstergesi oldu. Güvenlik güçlerinin birbirlerinin karşısına çıkarıldıkları, ülkenin kendi silahlarıyla vurulduğu bu kadar ağır bir saldırı karşısında HDP’nin böyle bir tavır alması şaşırtıcı değil. CHP yönetiminin tavrı ise, Türkiye’nin kurucu partisinin düşürüldüğü durum bakımından utanç vericidir.
*
Ülkemizi işgal etmeye kalkışanlar, gereken cevabı aldılar. Bunlar şimdi, ektikleri tüm zehirli tohumları yeşertmek için çalışacaklar. Türkiye’yi bir kargaşaya, onlar için en iyi şey olan bir iç savaş ortamına sürükleme gayretine girecekler. Hepimizin, bu gerçeğin farkında olmamız gerekir.
Ama farkındalığın en yüksek olması gereken kesim, elbette, olağanüstü hal yetkileri almış olan iktidar sahipleridir.
Bazı yetkililerin, kamu yönetimi reformu kapsamında, bundan on-onbeş yıl önce, TESEV’gillerin ‘renkli devrim’ umuduyla kaleme aldıkları raporların önerilerine benzer şeyleri ağızlarına dolamalarının, işgali ortadan kaldırmaya değil işgale hizmet etmek anlamına geldiğini ivedilikle anlamaları gerekir. Özellikle de, gerçekte işgalcilerin hedefi olan “yeni-anayasacılık” hastalığından vazgeçmenin ne kadar büyük bir zorunluluk olduğunu kavramaları…
*
Bugün, rejim kavgasını da aşmış ağır bir ‘Türkiye savaşı’ vermek zorunda olduğumuzun bilinciyle, Lozan’ın 93. yıldönümünde, Bağımsız Türkiye’yi yaratanlara şükranlarımızı sunuyoruz.
Birgül Ayman Güler
Aydınlık