Yüksel Sarı
Bizim gençliğimizde en çok tartıştığımız konuların başında NATO gelirdi. Duvarlara yazdığımız yazıların en güzeli “ NATO’ ya Hayır”dı.
Bizim düşüncemize göre NATO, ABD emperyalizmin tahakküm aracıydı. Bağımsızlığımızı korumayı ve ordumuzun güçlü olmasını istiyorsak eğer, NATO’dan çıkmalıydık.
Karşımızda olanlar ise, Rusya’nın (o günkü adıyla Sovyetler Birliği’nin) tehditlerine karşı NATO’ya ihtiyacımız olduğunu savunur, “NATO’dan çıkarsak bizi kim koruyacak?” diye sorarlardı.
Tarih bizi haklı çıkardı.Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte ortalığa saçılan belgelerden anlaşıldı ki, NATO’nun Rusya’ya karşı Türkiye’yi savunacağı iddiası safsatadan ibaretmiş.
O günkü NATO savunma konseptine göre, Rusya’nın muhtemel saldırısında Türkiye’nin görevi, Rusya’nın ilerleyişini geciktirmek olacaktı. NATO’nun asıl savunma hattı ise Toroslardan başlayacaktı.Yani NATO Türkiye’yi değil, Türkiye NATO’yu koruyacaktı.
Türkiye NATO’ya girdiği için milli ordusunu kaybetti. O günden sonra ordumuzun eğitimi Türkiye’nin milli ihtiyaçlarına göre değil, NATO’nun (daha doğrusu ABD’nin) ihtiyaçlarına ve onun talimatnamelerine göre yapıldı.
Subaylarımız, yetiştirilmelerinin belli aşamalarında NATO ülkelerine (En çok da ABD’ye ) gönderiliyor, dünyaya Batı’nın penceresinden bakan, Batı kültürüne göre yaşayan, Batılı gibi düşünen ve Batı’nın hayranı olan kimselere dönüştürülüyordu.
Bunun sonucunda;
Subaylarımız içinden çıktıkları halktan uzaklaştı. Halk arasında değil, ordu sitelerinde yaşamaya, çarşı ve pazarlar yerine sembolik fiyatlarla ordu evlerinden alış veriş yapmaya, halk plajları yerine en güzel koylara inşa edilmiş olan ordu tesislerinde tatil yapmaya başladılar.
Gelir düzeyleri oldukça yükseldi. Birçok general emekli olduktan sonra, sadece imza atmak üzere, dolgun maaşla kamu kurumlarına yönetici oldular. Büyük paralar kazandılar, mülk zengini oldular.
Devlete ait dolmakalemi sol cebinde taşıyıp, devlet işlerinde onu kullanan; kendi kalemini de sağ cebinde taşıyıp, özel işlerinde onu kullanan ve içinden çıktığı halkın bir parçası olan subaylar dönemi artık bitmişti. Artık, bol bol yiyen, içen, şiştikçe şişen ve savaş bilimini değil, sosyete gündemini takip eden subaylar dönemi başlamıştı.
İşte bu yüzden;
Başlarına çuval geçirilirken, gerekirse ölmeyi bilemediler.
Vatan ve millet yararını, ailesiyle ilgili bir şantaj kasetine değişebildiler.
Emri altındaki kahramanlar “vatan ve millet davasıdır” diyerek, hapisleri göze alırken ve onurlarına yediremeyip intihar ederken, onlar, “ilişkilendirilme” korkusu içinde başlarını çevirip, görmezden gelebildiler.
Ordunun yüreğine, kozmik odasına kadar girilmesine izin verip, ordumuzun tüm sırlarının düşmanın elinde geçmesine sebep oldular. “Neden izin verdiniz ?“ diyenlere “sonuna kadar mücadele ettik” dediler. “ Peki ne yaptınız?” diye sorulunca da “mahkemede dava açtık “ dediler.
Atatürk, askerlerine “size ölmeyi emrediyorum” diyerek vatan savunması yapmıştı. Bunlar ise, mahkemede dava açarak vatanı savunabileceklerini sandılar.
Son olarak 15 Temmuz başarısız darbe girişimiyle, Türk ordusunun, yukarıdan aşağıya kadar, pek çok komuta kademesinin – CIA örgütü FETO aracılığıyla- düşmanın (Yani ABD ve NATO’nun ) kontrolüne girmiş olduğu ortaya çıktı.
Bu nedenle, Türkiye yeniden milli ordusuna kavuşmak istiyorsa eğer, ilk iş olarak NATO’dan çıkmak zorundadır.
NATO, eğitim silah ve para yardımlarıyla 35 yıldır mücadele ettiğimiz bölücü terörü destekliyor.
NATO, Suriye’nin Kuzeyinde yeni bir Kürt Federe Devleti kuracağını ilan eden PYD’ yi desteklemeye devam ediyor.
NATO üssü olan İncirlikten kalkan NATO uçakları, PYD’ nin önünü açarak, Fırat’ın Batısında hakimiyet alanı kurmasına yardım ediyor.
Demek ki aslında, NATO Türkiye ile savaşıyor.
Bu ne ahmakça bir durumdur ki, Türkiye, kendisine karşı savaşan bir askeri paktın üyesi olmaya devam ediyor.
Dünya, yeni bir dünya savaşına doğru koşar adım ilerlerken, Türkiye alenen kendisini parçalamak amacıyla çalışan bir paktta kalarak bu alt üst oluş sürecini güvenle atlatamaz.
NATO aynı zamanda, Türkiye’nin AB kapısına “demir bağlarla” bağlanmasını sağlayan silahlı bir araçtır. NATO’dan çıkamayan bir Türkiye, Batı’nın sömürgesi olmaktan kurtulamaz, bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruyamaz.
O halde, Türkiye NATO’dan çıkmalı, ulusal yararları Türkiye’nin ulusal yararlarıyla bağdaşan bölge ülkeleriyle işbirliği yapmalıdır.
Türkiye derhal NATO’dan çıkmalıdır.
Çünkü;
15 Temmuz darbe girişinde sokağa çıkan tanklar NATO’nun tanklarıydı.
TBMM’yi bombalayan uçaklar NATO’nun uçaklarıydı.
Parlamenter rejimi hedef alan, Türkiye’de iç savaş çıkarmak için darbe planlayanlar NATO’nun generalleriydi.
Yüzlerce insanımızı bir gecede öldürüp, binlercesini yaralayan NATO’nun askerleriydi.
Şehirlerimizde patlayan ve her defasında onlarca yurttaşımızın ölümüne neden olan bombalar da NATO’nun bombalarıydı.
Türkiye, “Yeni 15 Temmuzlar olmasın” diyor ve hayatta kalmak istiyorsa NATO’dan çıkmak zorundadır.
NATO’dan çıkmak için bundan daha önemli bir gerekçe, daha uygun bir fırsat olamaz.
Peki ama! 15 Temmuz darbe girişimini, orduyu parçalamak ve Cumhuriyet kurumlarını ortadan kaldırmak için fırsat olarak kullanmayı düşünen Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı, bu fırsatı neden NATO’dan çıkmak için kullanmıyor?
Çünkü, bu fırsatı Batı ile aralarını yeniden düzeltmek amacıyla pazarlık unsuru olarak kullanmak işlerine daha çok geliyor.
Onlar ne yaparsa yapsın; Bu ülkenin bağımsızlığı için, en zor koşullarda, yıllardır mücadele eden devrimcileri var.
“Vatan söz konusu olduğunda gerisi teferruattır” diyen milliyetçileri var.
Henüz NATO’nun gerçek yüzünün bilinmediği zamanlarda bile kahramanca öne çıkmış aydınları var.
“NATO’dan çıkalım” diyen, NATO’ya karşı eylem düzenleyen, duvarlara yazı yazan, bedeller ödeyen Atatürkçüleri var.
Şimdi durumdan vazife çıkarmanın tam zamanıdır.
Bağımsızlıktan ve demokrasiden yana olan tüm siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri, meslek odaları, sendikalar ve aydınlarımız bu amaç için tez zamanda bir araya gelmelidir.
Asıl şimdi, NATO’YA HAYIR!
Av. Yüksel Sarı
londraposta