Birgül Ayman Güler / Aydınlık
Ülkemizin milli eğitim sistemi, 1980’li yıllarda Dünya Bankası’nın patronluğuna teslim edilmişti. Bu kurumun uzmanları, ellerine tutuşturulmuş neoliberal şablonla, Türkiye dahil dünyanın “güney ülkeleri”denen azgelişmişlere eğitim sistemi biçip durdular.
Bunların projeleri uygulanırken, teğellemeyi Avrupa Birliği üstlendi. Türkiye’de 1990’lı yılların sonunda sahneye çıkan AB, yerli meftunlarının canhıraş çabaları sayesinde dev adımlarıyla yürüdü. Aynı 1950’lerde ABD’lilerin Talim ve Terbiye Kurulu koltuklarına kurulduğu gibi, “müfredat”dediğimiz eğitim programlaması dahil, alana dalarak en yüksek makamlara oturdu.
Vurgulamak gereksiz olmaz. Böylece milli eğitim sistemimiz, doğrudan doğruya, Türkiye’nin hatıralarında ‘düveli muazzama’diye yer etmiş olan emperyalizmin açık yönetimine teslim edildi. Giderek ar damarı çatladı. Ortalık açıkça “bundan daha doğal ne olabilir ki?”diyebilen işbirlikçi ve teslimiyetçilerle doldu. Küresel dünyayla entegrasyon ancak böyle olurdu! Bunun ‘çağdaş medeniyet seviyesi için şart’olduğunu söyleyen art niyetli ya da şaşkın destekçileri bile oldu.
Temizlenmesi gereken birinci büyük engel mevcut sömürge eğitimidir.Buna karşı ‘milli eğitim’in millileştirilmesi amacına odaklanmış bir Milli Eğitim Mücadelesi vermemiz gerekir.
*
Sömürgeciler milli eğitimi özelleştirme politikasıyla teslim aldılar; bunu birlikte yürüdükleri küresel sermaye beslemesi liberaller, dinci cemaatler ve yerelci-etnikçi güçlerle ittifak halinde gerçekleştirdiler. Tek-tip değil, çeşitli ve çeşitlilikçi eğitim diye yola çıktılar. Ders kitaplarında çeşitlenme, okul giysilerinde çeşitlenme, okul tiplerinde çeşitlenme… okul sahipliğinde devlet tekelinin kırılması, eğitimin özelleştirilmesi gibi bir çizgide yürüdüler.
Bunun anlamı, eğitimin “piyasa”ya devredilmesiydi; elbette sermaye ve şirketlerin bayramı oldu. Ama bir an durup düşünmemiz gerekir. ‘Piyasa’ dediğiniz şey nedir?O ‘hür teşebbüs’tür; serbest girişimdir; evet, tanımında salt para – kâr hırsı vardır. Ama bu hırs hırkasını sırtına geçirmiş olarak iktidar ve egemenlik savaşı yürüten küresel – misyoner/cemaatler ile yerel – etnikçi/cemaatleri görmemizi engelleyen ne var?
Yaşadığımız bunca deneyimden sonra hiçbir engel kalmadı. Gerçekte ‘kamusal görev’olan eğitim, artık yalnızca bir ‘iktisadi sektör’. Ve fazlası da var. ‘Milli eğitim’ sömürgecilerin kurallarına terk edilirken, cemaat okulları dershanelerle başlayıp okul-öncesi eğitimden üniversitelere kadar dallanıp budaklandı. Yerel dillerde özel eğitimi kurumu/okul açmak, etnik-ırkçılığın mevzilerinden biri oldu. Eğitim artık siyasal iktidar kavgasının açık arenası.
*
Milli eğitimin sömürgeleştirilmesi, hem bugünü hem de yarını tehdit ediyor. Ulusça yıllık üretimimizin giderek daha fazla bölümünü eğitime ayırıyoruz. Cepten harcamalarımız giderek daha fazla oluyor. Ama elde ettiğimiz sonuç başarısızlık. Hem de bizim ölçülerimizle değil, sömürgecilerin ölçüleriyle de…
Herkes biliyor ki, 17 milyon ilk, orta, lise öğrencisinin yalnızca 1,4 milyonu üniversitede. Bu sayıyı açık öğretimle 5 milyon diye göstermenin kimseye bir yararı yok. Herkes farkında ki, son yıllarda orta ve lise öğrencileri arasında okuldan ayrılıp açık-liselerde öğrenciymiş gibi görünenlerin oranı yüzde 25’e yükseldi. Eğitimin sömürgeleştirilmesi, diploma denen belgeyi, bir uygunluk ve yeterlik nişanesi olmaktan çıkarıyor. En önemlisi, ceketimi satar, seni yine de okuturum diyen babalar, hem sisteme hem de bu söze artık kuşkuyla bakıyor. Durumu kavramak için yalnızca bu iki göstergeye bakmak bile yeterlidir.
*
Bizim, gerçek bir Milli Eğitim İçin Mücadele hedefine bağlanarak örgütlenmeye ivedi ihtiyacımız var. Eğitim sendikalarından bunu yapabilecek olan var mı? Siyasal partilerden bu öncülüğü üstlenen var mı? Belki en iyisi, direnişin ve yeniden kuruluşun önderliğinde de yerini alacak bir halk dayanışması…