Kıbrıs’ta sürdürülmekte olan müzakerelerdeki garantiler ve güvenlik başlıklarında Türkiye’nin adanın “tamamı” üzerinde
hakkı olduğu gerçeğini unutmadan değerlendirme yapılması ve haklarımıza sahip çıkılması gerekmektedir. Garantiler konusunun hiçbir şekilde sulandırılmasına müsaade edilmemelidir. Kıbrıs Türkünün ve Türkiye’nin güvenliği Kıbrıs’ta özellikle garantiler/güvenlik konusunda ödün verilmemesine bağlıdır. “Kıbrıs’ı veren Türkiye’yi de verir” sloganı bu yönde söylenmiş doğru bir tespittir.
***
Kıbrıs Türkleri olarak tarih boyunca Anadolu’nun gereksinimleri ve zaruretleri doğrultusunda atılan adımlar neticesinde ortaya çıkan kader çizgisinde yaşam sürdürmek zorunda kaldık.
1571’de adanın fethi neticesinde Osmanlı’ya katılan bu kutsal topraklar 1878’e kadar, 307 yıl Osmanlı yönetiminde kalmıştır.
Osmanlı Devleti’ne öldürücü darbe niteliğinde bir çöküş yaşatan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Yeşilköy (Ayastefanos) Antlaşması ile Osmanlı, topraklarının üçte birini kaybetmiş, Balkanlar’daki topraklarıyla bağlantısı kesilmiş, üstelik 245 milyon altın tazminat ödemeye mahkûm edilmişti. Kıbrıs’ı emperyalist amaçları için kendilerine üs yapmak isteyen İngilizler bu zor zamanı fırsat bilerek Rus tehdidine karşı Osmanlı’ya yardım edeceklerini, buna karşılık olarak da Kıbrıs’ı istediklerini bir mektupla Osmanlı Devleti’ne bildirdiler.
Bu ağır şartlar altında tahtta henüz 2. yılını geçiren Sultan Abdülhamid İngilizlere hayır dese, Rusların Yeşilköy’e girip her an başkente yürüyebileceklerini ve devletin daha o anda yıkılabileceğini görmüştü.
İşte o sıkıntılı çırpınış günlerinde imzalamak zorunda kaldığı antlaşmayı “işgalin geçici olması ve Rusların Kars, Ardahan, Batum gibi vilayetlerden çekilmesi halinde İngiltere’nin de Kıbrıs’tan çıkacağını taahhüt etmesi şartıyla” imzaladı. 15 Temmuz 1878’de masaya gelen anlaşmaya “Hukuk-i Şahaneme asla halel gelmemek şartıyla muahedenameyi tasdik ederim.” şeklinde yaptığı kritik ekleme ile de Padişahın haklarına asla halel getirilmeyeceğini beyan etti.
Bu mesele Lozan’da gündeme geldi. O günkü vahim şartlarda Türkiye Cumhuriyeti’nin belirlenen misakı millî çerçevesinde kurulması en doğru karardı. Kıbrıs, diğer önemli başka topraklarımızla birlikte emperyalist güçlere teslim edildi; 1914 yılında Kıbrıs’ı ilhak eden İngiltere’ye bırakıldı. 1914-1960 arasında Kıbrıs İngiliz idaresinde kaldı. 1959-60 Londra-Zürih antlaşmaları çerçevesinde Türkiye ve Yunanistan arasındaki hassas denge de dikkate alınarak Türkiye Kıbrıs’ta garantör olarak eski haklarına sahip olabildi. Kıbrıs adasının gerçek sahibi, Osmanlı’nın varisi Türkiye’ye, tek başına olmasa da, hakları iade edildi.
Allaha şükür mevcut şartlarda Türkiye’nin müzakerelerde garantiler/güvenlik hususunda ödün vermesini gerektiren herhangi bir zaruret yoktur. Ne Türkiye “işgal” altındadır ne de “güçsüz-hasta adam” muamelesi görecek aciz durumdadır. Esasen Kıbrıs’ta verilecek bir ödünle Türkiye emperyalizmin tehdidi altına girecek, işgal edilebilecek ve adeta zavallı bir duruma düşebilecektir. Kıbrıs’ta bu nedenle, diğer hayati konular yanında özellikle garantiler/güvenlik başlıklarında kesinlikle geri adım atılmamalı, haklarımızın sulandırılmasına izin verilmemelidir. Tarihimizde masa başında kaybettiklerimize bir yenisi daha eklenmemelidir.
***
Medyaya yansıyan bazı manipülatif haberlere göre garantiler konusunda her iki tarafın da istediğinin olmayacağı ve bunun için de tarafların karşılıklı taviz vererek ‘kazan-kazan’ noktasında buluşması gerektiği bir formül konusunda çalışmaların sonuna gelindiği gibi saçmalıklar ortaya konmaktadır. Türkiye’nin “sadece” kuzeydeki Türk federal devletin garantörü olması gibi bir yutturmaca ve oldubittiye izin verilmemelidir. Üzerinde çalışılan modelin klasik garanti modelinin dışında olacağı vurgulanırken tam resmin beşli konferans yapıldığında ortaya çıkacağı da belirtilmekte ve garantiler sistemini sulandırmak için algı operasyonu yapılmaktadır. Türkiye’nin garantörlüğünden vazgeçmek Kıbrıs Türkünden ve adadaki Türk ve Müslümanların varlığından vazgeçmekle eşittir. Bu nedenle Türkiye’nin garantörlüğünden vazgeçilmesi hususunda herhangi bir zafiyet göstereceklerin, her kim olursa olsun, hainlikle suçlanmaktan, böyle kapkara bir lekeye bulaşmaktan kurtulamayacaklarını belirtmem yanlış olmayacaktır. Kıbrıs’taki varoluş mücadelemiz ve bu uğurda verilen onca şehitlerimize ihanet içerisinde olabilecek bir tek Türk olabileceğini düşünemiyorum. 1974’ten beri Kıbrıs’ta süren barış ve huzurun teminatının adada konuşlandırılan kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri ve kahraman mücahitlerimiz olduğu unutulmamalıdır. Sırf anlaşma olsun diye bu konuda atılacak herhangi bir geri adım sonumuz olacaktır.
yeniçağ