Birgül Ayman Güler / Medyagünlüğü
Türkiye son yıllarda hem içeride hem de dışarıda çok karmaşık bir dönemden geçiyor. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra hızlanan süreçte Güneydoğu’da yaşanan çatışmalardan yeni anayasa tartışmalarına, CHP ve MHP’deki gelişmelerden başkanlık sistemine geçiş polemiklerine gündemde pek çok sorun var. Bu konulara kafa yoran ve çözüm yolları arayan kişilerden biri de, Prof. Dr. Birgül Ayman Güler. 2015 yılı başında CHP’den ayrılarak geçen dönem milletvekilliği görevini bağımsız olarak sürdüren Güler‘le gündeme damgasını vuran bütün konuları konuştuk…
-Kurtuluş savaşı öncesi fiziki işgal olduğundan dolayı vatanseverler tepki gösterip savaşmıştı. Şu an bir işgal altında mıyız? Eğer öyleyse vatanseverler ayni dinamikleri niye gösteremiyor? İşgal algılaması görülmüyor mu?
-Onbeş yıl önce Irak’ta, beş yıl önce Libya’da olduğu gibi açık askeri işgal saldırısı yok. Ama otuz yılı aşkın süreden beri PKK, on yıldan beri cemaat kimlikli saldırılar var. Bunlar, kendine “uluslararası koalisyon” adını takan işgalci güçlerin cepheye sürdükleri kuvvetler. İşlerini tamamladıkları oranda, asıl sahipleri sahneye topları ve tüfekleri çıkıyor. Vatanseverler yıllardır bunların saldırılarına uğruyor ve karşılarında asla susmuyorlar. Mücadele kıyasıya sürüyor.
Ama haklısınız, gerçek sorun, işgal gerçeği, partiler arasında zaman olağan zamanlarmış gibi süren kavgalar, hem işgalin hem de buna karşı verilen büyük mücadelenin üstünü örtüyor. Partizanlığın ve medyanın algı bozucu tekelini kırabilirsek, durum herkesin aklında billur hale gelecek. Yine söyleyeyim, bu durum işgale karşı günümüzde muazzam bir direnişin var olduğunu gözden kaçırmamıza yol açmamalı.
-CHP de siyaset yapanların 6 oktan biri olan milliyetçilik maddesi nasıl harekete geçer?
-CHP bünyesi 6 oktan ve milliyetçilik ilkesinden bir adım vazgeçmiş değil. Sorun, parti yönetimiyle ilgili. O halde çözüm, parti-içi ideolojik mücadeleyle aşılacak demektir.
Partinin yönetimindeki grup, “yeni CHP” sloganıyla; altı ok yerine ağaç simgesiyle; otuzlu yılları reddediş denemeleriyle; Türk vatandaşlığını TC vatandaşlığına dönüştürmek anlamına gelen eşit vatandaşlık gibi yeni-zaman sloganlarıyla; özerklik isteyenlere yerel özerklik şartına sahip çıkma yoluyla hem milliyetçilik okundan vazgeçme, hem de diğer okların içini boşaltma yoluna girdi. Son kurultaylarda bu durumu resmileştirecek bildirilere bağlamaya çalıştı. Hatta Parti Programı’nı bile değiştirmeye niyetlendi. CHP’nin içini boşaltma bakımından çok zarar verdiler. Ama bünye direniyor.
Bu bünyeden güç alan kadrolar toparlanır ve gerekli ideolojik mücadeleyi verirse, milliyetçilik ve diğer oklar yerli yerine koyulabilir.
-CHP halka ait siyaset yapmasının önü ne zaman açılır?
-Yeni CHP adı verilen bozulmaya son verildiği, gerçek CHP toparlandığı zaman.
-Türk halkının milliyetçilik ile muhafazakârlık anlayışını nasıl değerlendirirsiniz? Milliyetçi mi, muhafazakâr mı?
-Bu sözcüklerle o kadar çok oynandı ki, ne kastedildiği eskisi gibi net değil. Sorunuza evet ya da hayır demek için bu sözlerin ne anlama geldiğini söylememiz gerekir.
Örneğin milliyetçilik konusu…AKP politikacıları “millet, millet” derken, “milliyetçiliği ayaklarımın altına aldık” dediler. Bu tutarsızlık karşısında Türk halkı da şaşırdı. AKP’yi destekleyenler, “milliyetçi değil, milletçi imişiz” diye söylendiler. AKP politikacılarının millet dediğini, ama hiç Türk milleti demediğini fark edince hep birlikte iyice anladık. Evet, onlar “milliyetçi değil, ümmetçiyiz” diyorlar. Ama oylarını aldıkları 20 milyon insanın ezici çoğunluğu ümmetçi değil, milliyetçi. Nitekim takke düşüp kel görününce, son 1 yıldan bu yana ağızlarında “Türk Milleti” lafı gezmeye başladı. Türk halkı ezici çoğunluğuyla ümmetçi değil, milliyetçidir; Atatürk milliyetçiliği felsefesini içselleştirmiştir. Etnik kökene bağlı olmayan, egemenliğin Türk Milletine ait olduğunu; bundan asla vazgeçmeyeceğini ilan etmiş bir milliyetçilik.
Muhafazakarlığa gelince, bu konuda da politikacılar dünyasıyla halkın dünyası farklı. Başka kesimler de var, ama en büyük temsilci olarak AKP üzerinden gidersek, politikacılar “muhafazakarlık dindarlıktır; İslam dindarlığıdır” dediler. Dindarlığı da kendileri yorumladılar; onlar nasıl uygun görüyorsa öyle yaşayan kişi muhafazakar, geri kalanlar ‘dinsiz’ oluverdi.
Oysa Türk halkı muhafazakardır ama bunu ‘dindarlık’ sıfatına sıkıştırmaz. Örf-adete, geleneklere, kültürel kodlara saygıya, toplumsal kurallara uygun davranışa özenlidir; bağlıdır. Dindarlık, günlük yaşamını dinsel kurallara sıkıştıranlar, toplumda küçük bir azınlığı oluşturur. Bu muhafazakarlık, kendini zamanın gereklerine uydurmayı mümkün kılan bir tavır. Bu anlamda biz de muhafazakar insanlarız. Ama bir saptırma olarak dindarlık denen dinciliğe onayımız yok.
-Mecliste yaptığınız bir konuşmada sarf ettiğiniz “Türk ulusuyla Kürt milliyetini asla ve asla eş değer gördüremezsiniz” söyleminizin o dönem yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Asıl kastettiğiniz neydi?
-Aslında sözlerimi yanlış anlayan olmadı diye düşünüyorum. TV izleyicileri, kulakları sağır eden medya bombardımanında sözlerimi “Türk Kürt eşit değildir dedi” şeklinde duydu. Çünkü sistemli biçimde böyle yazıp söylediler. Böyle bir söze ben de tepki gösteririm. Türkiye’de politika yapanlar ise, hiç kuşkunuz olmasın doğru anladılar. Bunlar medya ile birlikte pek çok kürsüden konuşma şansına sahip olanlar. İşlerine geldi, yürütülen karşı-propagandayı pompaladılar. AKP HDP yeni anayasa çerçevesinde, Türk Ulusu/Milleti’ni anayasadan silmekte anlaşmışlardı. CHP yönetimi de buna destek veriyordu. Yapabilirlerse çok-milletli bir sistem kuracaklardı; yapamazlarsa bu amacın en büyük engeli olan Türk Milleti’ni anayasadan silerek ortalığı boş bırakacaklardı. Zamanı gelince çok-milletlilik yapabilirlerdi. AKP politikacılarının “ümmetçilik” anlayışı buna uygundu; Yeni-CHP yöneticileri de farklı dürtülerle buna tamam demişlerdi. Kotarılmış olan bu gizli-örtülü anlaşmanın bozulması şarttı. Sözlerim saman altından yürüyen bu planı ilan etti ve bozdu. Elbette çok kızdılar. Açıkça fikir-siyaset mücadelesi yapmak yerine nefret ateşleri saçtılar.
O sözlerle özetle şunu söyledim: Türkiye’de elbette etnik kökeni farklı farklı insanlar yaşıyor. Bunların hepsi Türk Milleti’nin içinde yer alır. Bu gruplardan birini alıp “millet” ile aynı kabul ederseniz, o zaman ülkede “iki millet” yaratırsınız. Birini daha alırsanız, “üç-milletli” yani çok-milletli toplum düzeni kurarsınız. Çok-milletlilik Yugoslavya modelidir. Türkiye’yi Yugoslavya mı yapacaksınız?
Sözümü şöyle de söyleyebilirsiniz: “Türk milleti ile Yörük milliyeti eş değildir”. Eş midir? Eş derseniz, etnik kökeni Türkmen, Boşnak, Zaza, vb. olan Türk vatandaşları ne olacak?
Meselenin özünde, egemenliğimizin tehdit edilmesi var. Bundan kimileri ayrı bir Kürt devleti çıkarmayı umuyorlar. Kimileri, hayali ümmetçilik iddiaları için bir fırsat ararken, kimileri Ermeni soykırımıyla suçlamaya kalkıştıkları Türk Milletinden öç alma derdindeler. Kimileri beş yüzyıl önce yıkılıp gitmiş Bizans rüyası gibi rüyalar görüyorlar. Günümüzün Batı dünyası da, alt üst ettikleri Kuzey Afrika, Orta Doğu coğrafyasını tam köleleştirmek için Türkiye’yi oraya buraya çekiştiriyorlar.
Bütün bu saldırılar karşısında tek sığınağımız var; ulusal birliğimiz. Etnik gruplara “milletlik” vermiş çok-milletli denen Yugoslavya tipi bir siyasal düzen, sahip olduğumuz tüm özgürlüğümüzün elimizden alınması demek. Böyle bir model, kendimizi uçurumdan aşağıya atmaktan başka bir anlama gelmez.
-Mecliste ana muhalefet görevini üstlenen CHP’ye en çok muhalefet milletvekili sizdiniz. Bunun nedeni neydi ve CHP’den ayrılışınıza sebep olan koşullar nelerdir?
-Partinin Türk Milletinin egemenlik hak ve yetkisini savunmaktan vazgeçmesi anlamına gelen etnikçi “eşit vatandaşlık” ve “özerklik” yönündeki politikaları benimsemeye sürüklenmesi, muhalefetimin nedenlerinden biriydi. İkincisi, yalnızca Cumhuriyetin kurucusu değil aynı zamanda CHP’nin kurucu ilk genel başkanı olan Mustafa Kemal Atatürk’e ‘deccal’ diyecek kadar Cumhuriyet düşmanı cemaatçilikle yakınlaşmasıydı. Üçüncüsü, soykırım iftirasına karşı yüksek sesle mücadele etmemiz gerekirken, İstanbul’da parti üst yöneticilerinin “Soykırımla Yüzleş” pankartının altında yürümeleriydi.
Bu üçünden başka politikalarda da tartışma içinde olduk.
2014 yılı sonunda “tedbirli geçici ihraç” kararıyla disipline verildim. Tedbir, Haziran ayında yapılacak genel seçimler için partide önseçime girme hakkımı elimden almıştı. Çifte disipline verildim. Parti ve Grup disiplin kurullarına aynı nedenle ayrı ayrı. Disiplin süreci bir ay sürdü; ihraç cezası istenen Grup Disiplin Kurulu iddianame vermedi. Savunma hakkını gasp eden bu uygulama da eklenince 26 Ocak 2015 günü kamuoyuna da açıkladığım bir metinle partiden istifa ettim. Milletvekilliği görevimi Bağımsız Milletvekili olarak sürdürdüm.
-Kemal Kılıçdaroğlu ile Atatürk’ün kurduğu parti nereye koşuyor?
-CHP’de Temmuz 2011-Temmuz 2012 arasında bir yıl Kadından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı yaptım. Tüzüğü değiştirip cinsiyet kotasını getirdiğimiz dönemdir. 2014 yılında ne oldu dersiniz? Kotayı Mehmet Bekaroğlu için kullandılar. Delegenin bu şahsı seçmeyeceği belliydi. Tepki ortadaydı. 12 kişilik Bilim-Kültür Listesi’ne 9 kadın 3 erkek aday koymuşlar. Parti partiye hile yaptı. Delege bu kişiye güvensizliğini gösterdi; seçimde en sonuncu oldu. Ama cinsiyet kotası gereğidir deyip, kadınları korumak amacıyla getirilen sistemi kullanabildiler. Cinsiyet kotası deriz, ama cümle alem bilir ki bu “kadın kotası”dır.
Bu olayı hatırlayınca, iyi bir yere koştuğunu nasıl söyleyeyim?
-Sezgin Tanrıkulu, Mehmet Bekaroğlu gibi isimlerin CHP’de baş tacı yapılmasını ben Atatürk’e bir ihanet gibi görüyorum. Bu isimler neden partiye alındılar ve siz bu aykırı isimler için neler düşünüyorsunuz?
-Sezgin Bey uzun zaman İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı yaptı. Şemdinli, Ergenekon, Balyoz gibi davalarda müdahildi; yani savcının tarafındaydı; dolayısıyla bunları “insan hakları” görevinin dışında bıraktı. Asıl olarak etnik bölücülüğü savunan tarafta yer aldı. Bunlara bakarak, CHP’de partiyi Atatürk milliyetçiliğinden uzaklaştırmak, “Akil Adamlar”, “Çözüm Süreci” gibi politikalara dahil etmek için yer aldığını düşünebiliriz.
Bekaroğlu bey Saadet Partisi, Has Parti çizgisinden gelen biri. CHP genel merkezine mescit açmak, katı laikliğin terk edilmesi gerektiğini ilan eden raporlar hazırlamak, dini cemaatlerle barıştıkça özgürleşmek gibi fikirlerini icra etmek işlerine bakarsak, o da laiklik ilkemizle savaşmak için getirilmiş görünüyor.
Her iki kişi de, CHP’yi Türklükten ve laiklikten kurtaracaklar; böylece CHP’den geriye ne kalacaksa, işte o şeyi iktidar yapacaklar herhalde.
-Milliyetçilik ve Ulusalcılık arasında ne fark vardır? Siz milliyetçi misiniz, ulusalcı mı?
-Ulusalcıyım. Ulusalcılık, 21. yüzyılın milliyetçiliğidir. Onun millet/ulus fikrini olduğu gibi alır. Üzerine zamanın gereklerini katar. Ulusalcılık, küreselleş(tir)me saldırısı karşısında direniş mevziisidir. Aynı zamanda yerelleş(tir)me baskıları karşısında büyük politik projedir. Bu yüzyılda dünyaya biçim vermeye girişenler, savaşı “ölçekler” ile tarif ettiler. Ulusal ölçek kırılsın, küresel iktidar toprağa yerel parçalarda bassın, dediler. Bu yeni-emperyalizme karşı tek mümkün ölçek ulusal-alan olduğunu ilan etmek gerekir.
-Sizin de üyesi olduğunuz “Milli Anayasa Hareketinin ” amacı nedir? Bu harekette kimler var?
-Milli Anayasa Hareketi, MAH, Ocak 2016’da kuruldu. Amacı, “yeni anayasa” ya da “kapsamlı anayasa değişikliği” adı verilen anayasayı değiştirme girişimlerine karşı direniş hattı örmek. Bu girişimlerin gayrı milli nitelikte olduğunu saptadık. Türkiye’nin bugün yürürlükte olan milli anayasasından geri bir çizgiye götürülmesine izin vermeyeceğimizi ilan ettik. Milli Anayasa adına çalışıyoruz diyebilirim.
Vatan P. CHP, MHP, ANAP, DSP, AP gibi partilerde siyaset yapan, TBMM Başkanlığı ve bakanlık ile milletvekilliği görevlerinde bulunmuş 25 kişilik bir inisiyatif grubu olarak çalışıyoruz. Çalışmalara Vatan Partisi öncülük etti ve gerçekten çok emek verdi. Halen de öyle.
-Yapılmaya çalışılan Anayasa hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Ülkenin gerçekten yeni bir anayasaya ihtiyacı var mıdır?
-Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı yok. Atlantik tarafındaki Batı ülkeleri, on beş yıldan bu yana, küreselleştirme amaçları için ülkelere beredeyse bir şablonu olan yeni anayasalar dayatıyorlar. Türkiye’nin değil, onların ihtiyacı var. İkinci olarak, hayali ümmetçilik peşinde koşanlar ile etnik bölücülük yapanların yeni anayasaya ihtiyaçları var. Bu üç kuvvet arasında bir ittifak, soldan liberal sağdan cemaatçi çevrelerle Türkiye’yi adeta boğdular.
Türkiye’nin ihtiyacı olsa, bunun gerekçelerini ortaya koyarlardı. Yeni anayasa gerekir diyenler şimdiye kadar “bu darbe anayasası değiştirelim” dediler. Biz “iyi de bu anayasa çıktığı 1983 yılından beri 33 yılda 18 defa, en az 154 hükmü temelinde değiştirildi; bu artık o eski darbe anayasası değil” deyip bunu kanıtladık. Sonra, “iyi işte ya, çok değişti, darmadağın oldu” dediler. Biz “anayasa metinleri dağılmaz; sistematikleri belli” dedik.
Şimdilerde iktidar partisi sözcüleri “fiili duruma uyduralım” gibi acayip bir gerekçe ileri sürüyorlar. Gerçekten acayip! Çünkü eğer öyleyse, anayasaya aykırı davranıldığını itiraf etmiş oluyorlar. Daha önemlisi, hükümet rejimleri öyle niyetlerle davranışlarla değişmez; bu sözlerle komik oluyorlar.
-Eski devlet bakanlarımızdan Sayın Ramazan Mirzaoğlu ile Şubat ayında Anayasa üzerine yaptığım söyleşide “Yeni bir anayasa topyekûn ilga edilmeden yapılamayacağına göre; anayasaya bağlı kalacağına yemin etmiş milletvekilleri nasıl anayasayı tümden ortadan kaldıracaklar” diye sormuş ve “Bbu meclis anayasa yapamaz” demişti. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yeni anayasa için ülkede şartlar oluşmuş mudur?
-Sayın Mirzaoğlu ile MAH kurulunda, birlikte çalışıyoruz. Başarıyla atlattığı bir ameliyattan çıktı. Kendisine geçmiş olsun dileklerimizi buradan da iletelim. Onun söylediği gibi, olağan meclislerin top yekun anayasa yapması son zamanların Atlantik modası. Türkiye’nin yeni anayasaya ihtiyacı yok. Bunu isteyenler gayrı milli kuvvetler; istekleri Türkiye’nin hayrına değil.
Böyle bir anayasayı yapmanın şartları neler? Yugoslavya, Irak, Libya’ya bakan görür. Ülkelerin iç savaşa sürüklenmesi ya da yabancı postallarla işgali…Yeni-anayasa, Atlantikçilerin verdiği adla “8. Dalga Anayasa”, böyle şartların sağlanmasını zorunlu kılan bir tür. Türkiye’de bu tür “şartlar”, inşallah hiçbir zaman olmayacak.
-Saray’a yakın isimler yeni Anayasa’da Atatürk’ün olmayacağını, İzlanda ve Güney Afrika anayasaların dan ilham alınacağını söylüyorlar. Bunun perde arkasında ne yatıyor? İzlanda ve Güney Afrika anayasaları ülkemiz için uygun mu?
-Evet, Türksüz ve Atatürksüz bir anayasa yapmak, yeni-anayasacıların ortak emeli. Yeni-anayasa için İzlanda’dan söz etmeleri acayip; çünkü İzlanda halkı yapılan yeni-anayasayı reddetti; defteri kapadılar. Güney Afrika’yı örnek almaktan söz etmeleri ise utanmazca bir şey; çünkü o anayasa zencileri yurttaş olarak kabul etmeyen, “apartheid” diye bilinen ırkçı düzeni değiştirdi. Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkesini ırk-ayrımcısı Güney Afrika’yla bir tutmak anlamına gelen bu tutum, karşımızda ne tür bir kendini bilmezlik olduğunu açıkça göstermiyor mu?
-Yeni anayasacılar gerekçe olarak daha demokratik bir anayasa yapacağız diyorlar. Buna ne dersiniz?
-Büyük etiket! Böyle büyük etiketler artık hiçbir şey anlatmayan propaganda araçları. Hepimizin “demokratik” bulacağını bilseler, şimdiye kadar maddeleri herkese ezberletmişlerdi. İstedikleri belli: Türklüğü, milli devleti, Atatürk’ü, laiklikliği, üniter devleti, merkeziyetçilik ilkesini silmek Getirmek istedikleri de belli: Çok-kültürcülük ya da çok-milletlilik; dini değerlere dayalılık; özerklik ya da federasyon; yerelcilik Bu tür bir anayasaya biz “demokratik” demiyoruz; “yıkıcı” diyoruz.
-MHP’deki gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz, Sizce Bahçeli neden AKP ile dirsek temasında?
-AKP, şimdi FETÖ denen, daha önce paralel devlet adını verdiği, daha önce Gülen Cemaati diye andığı, daha da önce Hocaefendi Hazretleri diye çağırdığı yapıyla ciddi bir mücadele içinde. MHP’nin bu ve benzeri konularda AKP’ye destek vermesi bence de doğru. Ama, AKP’nin ümmetçilik adı altında Türklüğe karşı açtığı savaşta, MHP’nin bu kadar ağırbaşlı davrandığını görmek üzüntü verici. Sanırım Türk-İslam sentezi adı verilen düşünce, bu dirsek temasının ideolojik gerekçesini oluşturuyor. MHP durmadan sendeliyor.
-Meral Akşener’in halkta karşılığı hakkında ne düşünüyorsunuz? Meral Akşener bu ülkeyi aydınlığa çıkartacak lider olabilir mi?
-Meral Hanım Türk siyasetinde yıllarca çeşitli sınavlar vermiş deneyimli bir politikacı. TBMM Başkanlığı yaptığı dönemde kendisini kürsüde iş başında görmekten hoşnut olmayan bir kişi bile görmedim desem yanlış olmaz. Çok zorlu bir yarışta, 15 Temmuz 2016 kanlı ve işgalci darbe girişimi sonrasında daha da zor bir ortamda rekabet etmek zorunda kaldı. Ama vazgeçeceğini sanmam.
-CHP’den istifa ettikten sonra bağımsız milletvekili olarak yolunuza devam ettiniz. Meral Akşener liderliğinde bir oluşumda var olur musunuz? Bundan sonraki siyasi yol çizginiz nedir?
-Türkiye’de mevcut partiler dengesini değiştirecek siyasal oluşumlar yaratılmasını, pek çok kişi gibi ben de çok gerekli görüyorum. Bağımsız kaldıktan sonra Meral Hanım ile çalışmadım. Vatan Partisi’nin çalışmalarına destek vermeye ve DSP’nin çalışmalarına katkı vermeye gayret ettim. Gayretlerimizi sürdüreceğiz. Çünkü örgütlü siyasal mücadele olmadan olmaz.
-15 Temmuz darbe girişimi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
-Türkiye’ye ve Türk Milletinin egemenlik yetkisine dönük bir işgal saldırısı olarak görüyorum. Girişim bastırıldıktan sonra kimi yabancı devletlerin hal ve tavırlarından gördük ki, o iş başarıya erse sevineceklermiş. Buna bakarak, girişimin dış güdümlü büyük bir kötülük olduğunu söyleyebiliriz.
-Devlet Bahçeli’nin katkılarıyla getirilmeye çalışılan başkanlık sistemi hakkında neler düşünüyorsunuz?
-Atlantikçilerin “8. Dalga Anayasası” dedikleri metinlerde başkanlık rejimini görmek ilginçtir. Bunun yalnızca yerli ve hatta yalnızca Cumhurbaşkanına ait bir istek olmadığını görmemiz gerekir.
Başkanlık, başbakan-hükümet kurumlarının olmadığı, memleket toprakları üzerinde federal yapı gerektiren bir model. Bunun Türkiye için sonuçları iyi olmaz. Gelenek ve alışkanlıklarımıza uygun olmadığı gibi, Türkiye’nin ulusal birlik ve kalkınma bakımından duyduğu ihtiyaçlara da uygun değil.
İktidar bu “tam model”den geri adım atmıştı. Önerisini “partili cumhurbaşkanlığı” noktasına doğru geri çekmişti. Bugünlerde hangi noktada olduklarını, Sayın Bahçeli’yle hangi modeli konuştuklarını bilmiyoruz. Takip edeceğiz.
-Bir siyasetçi ve akademisyen olarak ülkenin şu anki tablosunu nasıl yorumlarsınız?
-İç savaş kışkırtıcılığının ve işgal denemelerinin gözler önüne serildiği zor bir dönemdeyiz. Suriye Irak yönünde uygulanan yanlış ve sorumsuz politikalar, bizi neredeyse sıcak savaşın içine çekti. Aklımızı ve güçlerimizi ülke ve milli egemenlik savunması için toparlamamız gerektiğini düşünüyorum.
-Bir cümle ile Atatürk’ü anlatın desek ne söylersiniz?
-Bağımsızlık ve özgürlük ışığıdır.