Meltem Gürle
1977-84 yılları arasında Bornova Anadolu Lisesi’nde (BAL) okudum. Türkiye tarihinin zor dönemlerinden biriydi. Önce siyasi karışıklıkların etkisiyle kesintiye uğrayan, sonra da askeri darbenin ertesinde yasaklar ve sınırlamalarla geçen bir eğitim hayatım oldu.
BAL’a girdiğim sene, Almanca Bölümü’ne yer olmadığı için iki yılımızı İzmir’de başka bir lisede misafir olarak geçirdik. Bornova’daki binalara ayak bastığımda artık 13 yaşındaydım. Okulun ilk günü, o zamanlar şehrin bayağı dışında kalan, dört bir yanı ağaçlarla çevrili kampüse girdiğimizde, annemin yüzü mutlulukla aydınlandı. Benimle gurur duyduğu belli oluyordu. “Çok şanslısın,” dedi bana “İyi bir okulda okuyacaksın. Eğitim hayatının bundan sonra hep iyi okullarda geçeceğini umalım.”
O zaman bunun ne kadar büyük bir şans olduğunun farkında mıydım bilmiyorum. Bütün çocuklar gibi, ben de okula giderken biraz ayak sürüyordum galiba. Üstelik Almanca zor bir dildi. Ders kitapları ve sınavlarla geçen hayatımdan hafifçe bezmiş durumdaydım. Ama işte bir okulu kazanmıştım, bir dili öğreniyordum ve arkadaşlarımı seviyordum. Bütün bunlar yeterli olmalıydı.
Türkiye’nin her yerinde başarılı çocuklara nitelikli ve parasız eğitim vermek amacıyla kurulan Anadolu liselerinin bu şekilde söndürülmesini içinize sindirebiliyor musunuz? Ben sindiremiyorum.
Bornova Anadolu Lisesi’nin nasıl bir yer olduğunu, ancak mezun olduktan sonra anladım. 1984 senesinde üniversite sınavına girdiğimizde, bütün arkadaşlarım iyi okullara yerleştiler. O sene üniversite birincisi bizim okuldan çıktı. Hepimiz çok gururlandık. Orada öğrendiğim Almancanın ekmeğini senelerce yedim. Üzerinden 30 küsur yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün hâlâ Almanca okuyup yazabiliyorsam bunu lisedeki iyi hocalarıma borçluyum. Yine BAL’da öğrendiğim İngilizce ile bir sürü sınavdan yüzümün akıyla geçtim ve Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum.
Seneler sonra fark ettim ki, bir yetişkin olarak hayatımın en önemli yapı taşlarından birini BAL oluşturuyordu. Sadece akademik başarımın değil, bir insan olarak gelişimimin altında da orada aldığım eğitim vardı. BAL’da sadece yabancı dil ya da fen bilimleri öğrenmedik. Kimimiz ilk müzik eğitimini orada gördü, kimimiz tiyatro yaptık, bazılarımız dergi çıkardık. Dışarıdaki dünyanın boğucu iklimine rağmen, öğretmenlerimizin çoğu bizi demokratik bir ortamda yetiştirmek için çaba gösterdiler. Uygun bir dil kullandığımız ve başkalarını incitmediğimiz sürece düşüncelerimizi açıkça söyleyebileceğimizi öğrettiler. İyi işler yaptığımızda bizi teşvik ettiler, yeteneklerimizi keşfettiklerinde başarılı olacağımız alanlara doğru yönlendirdiler. Kimi çok genç ve idealist insanlardı. Kimi ise tecrübeli, yaşını başını almış hocalardı. Ama hemen hepsi iyi öğrencilerle çalıştıklarının farkındaydılar, onlara ellerinden gelenin en fazlasını verebilmek için uğraştılar.
Bir çocuk olarak girdiğim Bornova Anadolu Lisesi’nden genç bir kadın olarak çıktım. Orada hayatımın en önemli yedi senesini geçirdim. Ömür boyu sürecek dostluklar kurdum. Türkiye’nin dört bir yanından (hatta Almanya’nın çeşitli şehirlerinden) gelen arkadaşlarım oldu. Çoğu benimki gibi orta halli ailelerin çocuklarıydı. Sınavla girdiğim bu okulda, özel bir lisede alabileceğim türden bir eğitim gördüm. Yalnızca iki dil öğrenmekle kalmadım, dergi çıkardım, şiir yazdım, hatta başka koşullarda ancak rüyamda göreceğim bir spor olan okçuluk bile yaptım (Evet, oklarım ödünçtü, eski püskü yayı da federasyon vermişti, ama ok atmak harika bir şeydi! Üstelik antrenörümüz Feyyaz abi bu işi gönüllü olarak yapıyordu ve galiba o da bizim okuldan mezundu) Devlet liselerinin maruz kaldığı bütün sıkıntılara, maddi olanaksızlıklara, kırık dökük sıralarla nadiren boyanan kapı pencereye rağmen, okulum bana en iyi öğretmenleri ve başka türlü elde edemeyeceğim fırsatları verdi.
Her şeyden önce, demokratik ve adil olmasına özen gösterilen bir ortamda yetiştim. Kız erkek ayırt etmeden verilen bu eşitlikçi eğitimin yarattığı özgüveni de hep üzerimde taşıdım. Bu atmosferi yaratan ve koruyan da, okulun geleneğini üstlenen ve bize aktarmaya kararlı olan öğretmenlerimizdi. Darbenin ertesindeki baskı ortamında, kimi meslektaşları sürülmüş ya da görevlerinden alınmışken bile, daha iyi bir dünyada yaşayacağımız umuduyla yetiştirdiler bizi. Kendileri de dahil olmak üzere her şeyi eleştirebileceğimizi söylediler, hatta bunun daha doğru olana ulaşmak için gerekli olduğunu öğrettiler.
Bugün Bornova Anadolu Lisesi’nden ve diğer köklü devlet okullarından sürülen öğretmenleri gördükçe içimin kararması bundan. Hayatını yalnızca başarılı öğrenciler değil iyi insanlar da yetiştirmeye adamış bu insanlara reva görülen muamele beni kahrediyor. Geçen hafta, “proje okulları” adı altında getirilen yeni düzenleme ile, BAL’ı terk etmek zorunda bırakılan hocaların öğrencileriyle vedalaşmasını izledim. Bir öğretmen, ağlayan çocuklardan birini kucaklamış “Çok çalışın, kitap okumayı bırakmayın! Mezuniyetinize geleceğiz,” diyordu. Benim de bir zamanlar koşturduğum o bahçede öğrenciler koridor yapmışlar, hocalarını alkışlayarak uğurluyorlardı. Daha fazla seyretmeye yüreğim dayanmadı.
Biliyorsunuz, “proje okulları” hikâyesi 2014’ten beri var. Ama 2015’te Milli Eğitim Bakanlığı, valiliklere yeni bir liste gönderdi ve bu listeyle beraber aralarında BAL’ın da olduğu 40 kadar lise proje okulu olarak belirlendi. Bu yeni düzenlemeye göre, bu okulların yönetici ve öğretmenleri artık sınavla değil doğrudan Milli Eğitim Bakanı tarafından atanacaklar. Yani önce bir grup öğretmen yerlerinden edilecek (BAL’da 58 kişi görev yeri değişikliğine zorlandı) ve ardından onların yerine tepeden birileri atanacak.
Yani benim okulum da dahil olmak üzere Anadolu liselerinin ve diğer köklü devlet okullarının içi boşaltılacak, gelenekleri yok edilecek ve vasıflı öğretmenleri oradan oraya sürülecek. Yani, hayatımızın her alanını projelendiren hükümet, yalnızca anılarımıza ve geçmişimize değil, çocuklarımızın geleceğine de el attı. Türkiye’nin her yerinde başarılı çocuklara nitelikli ve parasız eğitim vermek amacıyla kurulan Anadolu liselerinin bu şekilde söndürülmesini içinize sindirebiliyor musunuz? Ben sindiremiyorum.
Tam da bu nedenle, bu projeye karşı durmalı ve öğretmenlerimizin okullarına geri dönmesi için başlatılan kampanyaya destek vermeliyiz. Demokratik haklara değer veren ve eleştirel düşünceyi ön plana çıkaran bir eğitimi önemsiyorsak yapmamız gereken budur.
birgün