anadoluverumelimedya.com

Sistem Neden Eğitim Kurumlarına Saldırıyor?

Emperyalizme karşı, cephelerdeki savaş 29 Ekim 1923’te sona ermişti. Ama asıl savaş bu tarihten sonra başlıyordu. Bu savaş Osmanlı İmparatorluğu’nun feodal yapısından gelen ve emperyalizmin destekleyip kök saldığı gerici kurumlara ve düşünüş tarzına karşı verilecekti. Cumhuriyet Devrimi, eğitimde temel stratejisini “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller yetiştirme olarak belirlemiştir. Halk mektepleri, öğretmen okulları, halkevleri, halk kütüphaneleri, köy enstitüleri açmış; eğitimde milliciliği ve devletçiliği benimsemiştir. Eğitim sistemi toplumsal düzenden farklı değildir. Cumhuriyetin eğitim devrimi olan Öğrenim Birliği Yasası, Kemalist Devrim’in kollarından yalnızca biridir. Türkiye Cumhuriyeti, ulusal demokratik ve laik bir yolu amaç edinmişti. Onun için bugünün gereksinimlerine uymayan, dine dayalı ve monarşik temellere dayanan Osmanlı eğitim sisteminin kökten değiştirilmesi; yerine Cumhuriyete sahip çıkacak bir toplumu yaratacak, eğitim sisteminin kurulması gerekiyordu.

Reklam alanı

Cumhuriyet Devrimi’nin Hammaddesi İnsan
Atatürk, açık bir biçimde öğretim birliğinden ilk defa, 31 Ocak 1923’te İzmir’de halka yaptığı bir konuşmada şöyle söz etmektedir: ” Milletimizin, memleketimizin irfan yuvaları bir olmalıdır. Bütün memleket evladı, kadın ve erkek aynı suretle oradan çıkmalıdır.”
1 Mart 1924’te meclisteki açılış konuşmasında Öğretim Birliği’nin bir an dahi geciktirilmeden uygulanmasını, geciktirmenin ise memlekete büyük zararlar getireceğini ileri sürer. Bu konuşmadan bir gün sonra halk fırkası toplanır. Bu toplantıda, bütün öğrenim yuvalarının Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanması konusunda fikir birlikteliği oluşur . Bu toplantıdan bir gün sonra 3 Mart 1924’te öğretim birliği hakkındaki kanunun görüşülmesine geçilir. Maddeler üzerinde söz isteyen olmadığı için, maddeler kanun önerisinde olduğu gibi tartışmasız kabul edilir.

Devrimci Düşüncenin İnsanını Yetiştiren Köy Enstitüleri
1939 yılına gelindiğinde 25 bine varan bir öğretmen ordusu, bir milyonu geçen bir öğrenci kitlesi vardı. 1939’lu yıllardan sonra Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’di. 1940 yılında nüfusumuz 17 milyondu. Bunun 4 milyonu şehirlerde, 13 milyonu köylerde oturmaktaydı. 7-16 yaş grubunda 3 milyon 354 bin çocuk vardı. 13 milyon köy nüfusuna karşılık, 370 bin köy çocuğu okumaktaydı. 4 milyon şehir nüfusuna karşılık 415 bin çocuk okumaktaydı. Bu yıllarda başbakan İsmet İnönü’nün de desteğiyle Köy Enstitüleri kurulmuştu. Bu enstitüler Cumhuriyet kuşağının kurduğu, dünya üzerinde örnek alınan bir eğitim hareketiydi.
Enstitüler, klasik öğretmen okulu mezunu vermeyeceklerdi. Mezunların yükleneceği görevi dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel şu özlü sözleriyle ifade etmişti: “Biz, istiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam yetiştirmek isteriz. Çünkü, ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu, imamdır. İmam, insan doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiği vakit mezarının başında telkin verene dek, doğumundan ölümüne kadar bu cemiyetin manen hâkimidir. Bu manevi hâkimiyet, maddi tarafa da intikal eder. Çünkü köylü hasta olduğu vakit de sual mercii imam olur. Biz imamın yerine, köye devrimci düşüncenin insanını göndermeyi isteriz.”
Köy Enstitülerini salt bir okul ya da bir eğitim sistemi olarak algılamak yanılgıdır. Köy Enstitüleri’nin başarılarından biri de ilkel tarımdan – modern tarıma, geleneksel toplumdan- çağdaş topluma ve çağdaş demokrasiye geçebilmek için verilen çabalar ve en önemlisi de Türk devrimini ve aydınlanmasını köylerde sürdüren kurumlar olmasıdır. Öğrencilerin yönetime katıldığı, üretimden gelen gücünün farkında olduğu, eleştirel bilince sahip, akıl ve bilime inanan gençlerin yetiştirildikleri demokratik, laik, çağdaş eğitim kurumlarıdır. Köy Enstitüleri’nde çağdaş eğitim sistemi uygulanırken bu alanda vazgeçilmez temel alanlardan birisi de güzel sanatlardır. Devletin en üst kademesinden, okul müdürlerine varıncaya dek tüm yöneticiler bu okullarda sanatsal uygulamalara (sergi, konser ve tiyatro oyunları) destek olmuşlardır. Pek çok başarıların yanı sıra gözden kaçırılmaması gereken bir diğer nokta da, Köy Enstitülerinde verilen sanat eğitiminin (müzik, resim, tiyatro ve folklor) kalitesi ve sanatın topluma mal edilmesi ve yaygınlaşması konusunda verdikleri çabalardır.
Toplumsal düzendeki köklü bir değişikliğin temelidir eğitim devrimi “Öğretim Birliği” yasası Atatürk’ün yaşamı boyunca, ölümünden sonra da 1950’lere kadar büyük ölçüde korunabilmişti. Öğrenim Birliği Yasası olmasaydı, Kemalist Devrim tutunamazdı. Nitekim Kemalist Devrim’in tasviyesi sürecinde el atılan ilk nokta eğitim sistemi olmuştur. 1950’lerden sonra emperyalist güçler tarafından başa getirilen Adnan Menderes ve Celal Bayar ikilisi Demokrat Parti iktidarıyla karşı devrim sürecini başlattılar. DP iktidarı şeyhlere dervişlere ve ağalara yaslanmıştı. Onların istekleri doğrultusunda köy enstitüleri kapatıldı ve Öğretim Birliği yasasında zedelenmeler tavizler baş göstermeye başladı. MEB’in içine yerleştirilen gerici, batıcı, emperyalist güçlerin kuklası olan kadrolar sayesinde MEB’in ilk kurulduğu yıllardaki laik, ulusalcı, çağdaş, demokratik yapısı gidiyor yerine tam zıttı bir yapı hakim oluyordu. Bu kadrolar irtica için çalışarak hem yeni nesli köreltmek hem de egemen sınıfa hizmet için çalışıyorlardı.

Bilimsel Eğitimden İdeolojik Eğitime
12 Eylül darbesi ile gençlere politikadan el çektirilmiş; ideolojisizlik övgüsüne, propagandasına girişilmiştir. 28 Şubat 1997 kararları ile gericiliğe büyük bir darbe vurulmuş gerici kadrolar bakanlıktan temizlenmeye başlamıştı ancak 2002’te AKP’nin başa gelmesiyle birlikte bu yapı tekrar bakanlığa hakim oldu. O dönemin Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu’nun ilk işi, bir yönetmelik ile tüm İl-İlçe Milli Eğitim Müdürlerini görevden almak olmuştur. 2004 yılında AKP eğitimin omurgası olan müfredatı değiştirmekle işe başladı. Müfredat evrensellik adına değiştirildi. Ancak yapılan değişimlerde ulusal değerler bay-pas edilmiş; Atatürk, bilim, felsefe ve sanatın müfredattan uzaklaştırılması hedeflenmişti. Tüm Türkiye’de düz lise olarak bilinen genel liseler, Anadolu lisesine dönüştürüldü. Genel liseler tarihe karıştı. Bu arada Cumhuriyetin özünü benimsemiş Anadolu Öğretmen Liseleri de kapatıldı. Artık meslek ve Anadolu liseleri olmak üzere iki tip lise mevcut duruma getirildi. Bolca İmam Hatip Liseleri açılarak, mevcut öğrencinin %25 inin İmam Hatip Liselerinde okuması sağlandı. Ortaöğretim bazında bilimsel eğitimden ideolojik eğime geçilmiş oldu. Bu ideoloji ki; din emelli bir eğitim yapısını doğurmaktan başka bir şey doğurmadı. Ancak AKP istediği gibi bir gençliği hala yaratamamıştı.

Liseleri Gericiliğe Teslim Etmeyeceğiz
Liseliler okullarını vatan belledi; Cumhuriyet Devrimlerine, Atatürk’e, okullarına yapılan en ufak saldırıda ayağa kalktı. Fetö’nün şifreleme skandallarında binlerce lise öğrencisi Türkiye’nin dört bir yanında yürüyüşler yaptı. Gerici müdüre sırtını dönerek, TLB önderliğinde 365 liseden imza toplayarak “liseleri gericiliğe teslim etmeyeceğiz” diye sesini tüm Türkiye’ye duyurdu. Talim Terbiye Kurulu’nun Atatürksüz, Kurtuluş Savaşı ve Milli Mücadelesiz İnkılap Tarihi kitabı taslağını 1 haftada 10 binden fazla imza toplayarak çöplüğe gönderdi. AKP’nin biat eden, kindar ve bireyci bir nesil oluşturma heveslerini kursaklarında bıraktı. M.E.B bu sefer 1 Eylül 2016 tarihinde “Milli Eğitim Bakanlığı Özel Program ve Proje Uygulayan Eğitim Kurumları Yönetmeliği” adı altında bir program yayınladı. Proje kapsamında belirlenen okullara müdür ve öğretmen atamaları bizzat Milli Eğitim Bakanı tarafından yapılacak. Mesleki yeterliliğe, öğretmeninin kıdemine bakılmaksızın sadece istek üzerine atamalar yapılabilecek. Keyfi atamalara olanak sağlayan bu madde, öğretmen ve öğrencilerin mağduriyetiyle birlikte eğitimde eş dost ilişkisinin önünü açacak. Atanan öğretmenlerin görev süreleri dört yıl olacak. MEB tarafından başarılı olarak nitelendirilen öğretmenlerin görev süreleri dört yıl daha uzatılabilecek. Dördüncü yılın sonunda zorunlu olarak öğretmenlerin görev yerleri değiştirilecek. Hem öğretmenlerin hem de öğrencilerin mağdur edileceği bu uygulamayla birlikte gidiyoruz 29 Ekim’e. Okuluna, ülkesine, arkadaşlarına ve öğretmenine sahip çıkan bizler gerici uygulamalarınızdan ve proje okulu sevdanızdan sizleri vazgeçirmek için kararlıyız. MEB’in bir yandan PKK’yı ve FETÖ’yü eğitimden temizlemeye çalışırken diğer yandan da liselerimizin yapısını bozmaya çalışması büyük bir hatadır. Bu liselerin geleneğini bozmak emperyalizmin, FETÖ’nün yanında saf tutmak, yeni teröristler, Fettullah Gülenler yaratmak demektir.

Cesaret Vatan Savunmasında Kullanıldığında Dünyanın En Büyük Erdemidir
TLB kurulduğundan beri liselerin siyasi sürecine yaptığı müdahale son derece etkili olmuştur. Yaptığımız her eylemle, attığımız her adımla liselerin gericilik karşısında sahipsiz olmadığını büyük bir cesaretle durarak dosta düşmana gösterdik.
Öfkemiz, gericiliğe ve teröre karşı. Yaklaşıyor öfkemizi haykıracağımız gün. Liseliler bütün gücüyle Ankara’ya akın edecek. Geleceğine umutla bakmak için örgütleyecek sıra arkadaşını, annesini, babasını, kardeşini… 29 Ekim cesaretin ve kararlığın günüdür. Bizler, bu cesaretimizi Kurtuluş Savaşı’nda sıralardan cephelere koşan onbeşlilerden, mezun vermeyen liselerimizin ruhundan alıyoruz. Binlerce liseli Ata’sına yürüyecek. Tarih sahnesi şimdi bizi bekliyor. 29 Ekim’e kaç kişi getirirsek o kadar cesuruz demektir.

“… bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.”

-Cemal Süreya

Ersoy Akalın
TLB İstanbul İl Sorumlusu

talebe.org

About armadmin 9322 Artikel
Günlük olaylara toplum duyarlılığını yükseltebilmeyi umuyoruz.