Murat Yetkin / Hürriyet
Bir çiçekle bahar gelmez, Okmeydanı’nda bir kahve konuşması taban hareketi sayılmaz demeyin lütfen.
Bir çiçekle bahar gelmez ama bahar gelmeden, daha kış soğuğunda diğerlerinden önce açan bir çiçek de vardır hep.
Halkevlerindenmiş, Ergin Çevik diye bir genç adam çıkıyor, artık IŞİDpropagandasıyla gelen gericiliğe, faşizme izin vermeyeceklerini söylüyor, halkı laiklik bayrağına sahip çıkmaya çağırıyordu.
Bunu herhangi bir zaman değil, 1 Ocak’ta, IŞİD militanı bir katil Reina gece kulübünü basın 39 kişiyi öldürüp 65’ini yaraladıktan birkaç saat sonra söylüyordu.
Bu kısa konuşmanın yapıldığı konuşma sosyal medyada hızla yayılmaya başlamıştı ki, bir muhbir vatandaş çıktı Twitter meydanına; İçişleri Bakanlığına bazı “hainlerin” halkı “iç savaşa” çağırdığını söyledi, durdurulmalarını istedi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu daha birkaç saat önce katliamı yapıp elini kolunu sallayarak kaçan katili ele geçirmek için binlerce polisin katıldığı bir operasyon başlatıldığını ilan etmişti.
Ama Okmeydanı’nda Anayasa’nın temel ilkelerinden laikliğe sahip çıkılmasını isteyen konuşma hakkındaki ihbar ihmal edilemezdi.
İçişleri o kadar işinin arasında, o videonun terörle mücadeleye verildiğini ve kişilerin görüldüğü yerde polise bildirilmelerini istedi.
Sosyal medyada beklenmedik şiddette tepki aldı bu duyuru.
#Lakikliksuçdeğildir başlığıyla açılan Twitter hesabı kısa sürede hızla yayıldı; bunda CHP’lilerin verdiği destek ve sahiplenmenin de payı oldu.
Neticede iki saat sonra Bakanlık kendi duyurusunu sildi, kaldırdı.
Yine de Çevik o konuşmayı yaparken yanında görülen Ayşegül Başar 2 Ocak sabahı erken saatlerde evinden gözaltına alındı.
Türkiye burası…
Ama bu konu ciddi…
Türkiye için laiklik varoluşsal bir sorundur ve ister teselli arıyorsun deyim, ya da demeyin AK Parti bünyesinde de artık “Laik devlet, yıkılacak elbet” sloganının Türkiye gerçeğiyle örtüşmediğini görenler var.
Örneğin geçenlerde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresinden, önemli bir isim aynen şunları söyledi:
“Türkiye tüm dünyaya sekülerizm, demokrasi ve İslam’ın yan yana yaşayabileceğini gösterdi. Diğer Müslüman milletlere değişim ve daha iyi bir geleceğin sağlanabileceği konusunda ilham kaynağı olduk.”
“Sekülerizm” dediği laikliktir. İnanmıyor musunuz Erdoğan’ın en yakınında birisinin bunu söylediğine? Çevresinde bunu söyleyebilecek kimse yoktur mu diyorsunuz?
Öyle ise isim vereyim.
Bunu söyleyen Sümeyye Erdoğan Bayraktar…
Cumhurbaşkanının kızı, Kadın ve Demokrasi Derneği’nin (KADEM) Başkan Yardımcısı sıfatıyla ABD’de Chicago’da 27 Aralık’ta, evet daha bir hafta önce yaptığı bir konuşmada söyledi bu sözleri.
Aslında buna benzer sözleri 2011’de Kahire’de Arap Baharı henüz cehenneme dönmeden zamanın başbakanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan da söylemişti.
Sonra Türkiye’nin yelkenlerini başka rüzgarlarla doldurduğu bir dönemi yaşamaya başladık, o siyaset artık bırakılsa da acılarını hep beraber çekiyoruz, ama bir başka zemine de geliyoruz.
Erdoğan’ın çok istediği başkanlık anayasasında dahi laiklik ilkesini oradan silmeye kalkışan olmadı, olmadı, mesela MHP de ateşli bir şekilde karşı buna.
Kezban Hatemi, mesela Türkiye Demokrasi Platformu üyeleriyle dün Reina önüne kırmızı karanfiller bırakırken Anayasa’daki o “laik, demokratik, hukuk devleti” ilkesinin korunmasının, herkesin istediği hayatı yaşaması açısından da önemini vurguladı.
Bakanlar Kurulu ardından Numan Kurtulmuş “Neşeyle 2017’ye girmek bu milletin hakkı değil miydi?” diye sordu mesela; bence satrancı cehennemlik günah ilan eden Cübbeli Ahmet Hoca’yı yerinden zıplatmıştır bu yeni yıl vurgusu. Ama CHP’den suç duyurusu yiyen Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in de Kurtulmuş’un birlikte yaşama değerlerine saygı vurgusundan çıkaracakları olmalı bence.
Laikliği insanlar benimser, ya da benimsemez; bu ayrı bir konudur. Ama her insanın, başkalarının hayat tarzlarına, inançlarına maruz kalmadan özgürce yaşayabilmesi için devlet laik olmak, din işlerini devlet işlerine karıştırmamak zorundadır.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra laikliğin son derece uçta, aykırı bir yorumunun asker-yargı-akademi üçgeninde uygulanmasına maruz kaldı Türkiye; 90’ların sonuna dek, bütün o 28 Şubat süreci dâhil.
AK Parti’nin 2002’de iktidara gelişinde (ekonomi başta diğerlerinin yanı sıra) bu keskin laiklik yorumunun dayatılmasına dindar kesimden gelen tepkinin de payı oldu.
2000’lerin ortasından 2010’ların ortasına dek Ergenekon, Balyoz, OdaTv, Askeri Casusluk benzeri davalarda Türkiye’nin başına gelen her kötülüğün sorumlusu olarak yerleşik laik sistem diyerek işte bu küpüne zarar veren keskinlik gösterildi.
“Temizlendi” dedikten sonra ne oldu biliyorsunuz değil mi?
O davalar boyunca AK Parti ile aynı yolları yürüyen, aynı yağmurda ıslanan Fethullahçıların orduyu, polisi, yargıyı içeriden oyduğu ortaya çıktı; 15 Temmuz oldu işte.
Şimdi bütün bu IŞİD saldırıları filan (düşünün ki 2016’da IŞİD’in en çok terör eylemi düzenleyip can aldığı ülke Türkiye) sanki insanlara, zamanında o keskin yorumundan rahatsız olanlara da, gerçek anlamda dayatmacı olmayan inanç ve hayat tarzlarına saygılı laikliğin, Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın deyişiyle “sekülerliğin” kıymetini göstermeye başladı sanki.
Çok emin değilim ama bu IŞİD barbarlığı sayesinde, yeni kırılma hatlarına sürüklenmek istenen Türkiye toplumu sanki laikliği yeniden mi keşfediyor ne?
Umutlanmak için neden var; bu umudu kırmak isteyenlere meydan vermemek lazım.