Ümit Kocasakal
Sözün bittiği değil başlaması gereken yerdeyiz. Eğip bükmeden, eğilip bükülmeden doğruyu tüm çıplaklığı ile söylemenin vicdani sorumluluğu altındayız. Yalanların ve çarpıtmaların üzerine kararlılıkla gidilmesi gereken bir aşamadayız.
“Öfkeli çocuklar” dini ve İslam’ı bir kez daha kirleterek yılbaşı kutlaması yapan insanların üzerine acımasızca ve hunharca ölüm yağdırdılar. Katliamın, İsa Peygamberin doğumunu ifade eden “Noel” ile yeni bir yıla girmeyi ifade eden “Yılbaşı”nı ayıramayan yahut ayırmak istemeyen bir zihniyetin yılbaşı kutlamalarının “kültürümüze” ve “dinimize” aykırı olduğu yönündeki yoğun ve organize bir kampanyasının ardından gelmesi son derece düşündürücüdür.
Saldırı, kendi yaşam tarzını dayatıp, halkın yaşam tarzına hoyratça müdahale etmeyi hak sayan bir zihniyetin ikliminde gelmiştir. Üstelik yeni yılı “kutlamama” hakkına karşı hiç bir söz veya engel yokken, kutlayanların hakkını çarpıtma, tehdit ve şiddetle engellemeyi hak ve marifet sayan, kutlayanlara yönelik katliamı ve ölümleri zafer çığlıklarıyla “kutlayan”, hastalıklı, şizofren, ortaçağ artığı bir zihniyetle karşı karşıyayız.
BİNLERCE “CANLI” FİKRİ BOMBA ARAMIZDA GEZMEKTE
Ülkenin içine sürüklendiği bu şiddet ve cinnet sarmalının “muhasebesinin” soğukkanlılıkla yapılması son derece önemlidir. Bu bağlamda; çocuklara tecavüz edilirken, cinsel istismarlar diz boyuyken ses çıkartılmayıp, bir de bu rezillikler ve failleri mazur gösterilmeye çalışılırken, yeni yıl kutlamalarına saldırmak, şiddeti, kin ve nefreti kutsayıp tahrik etmek hangi “değerlerimizle” örtüşmektedir? Hangi “mümine”, hangi “insana” yakışmaktadır?
Din adına bu ve benzeri katliamları överek ve onaylayarak, benzer katliamların fikri altyapısını ve zihinsel iklimini yaratmak, başkasının Müslümanlığını, inancını sorgulayarak, günah ve sevap listeleri hazırlayarak sadece Allah’a ait olan bu hakkı gasp edip üzerine alarak katliamı meşrulaştırmak, yapılacak muhasebenin hangi sütununda yer alacaktır ?
Yaşananlar; ülkeyi 15 yıldır yönetenlerin; başkalarının hayat tarzına saygı duymayıp kendi yaşam tarzını zorla dayatmayı hak bilen, kin ve nefreti pusula yapan, sokaklarda insan avına çıkıp otobüslerde kadın tekmeleyen kindar bir nesil projesinin, ülkeyi “sizden” ve “bizden” diye bölerek alt kimliklere dayalı kutuplaştırmanın, yanlış iç ve dış siyasetin ürünüdür. Ekilen ve her gün ekranlarda ve gazete sütunlarında özenle sulanan kin ve nefret tohumları kök salıp yeşermiştir ve artık emperyalizmin taşeronu terör örgütlerinin kanlı hasadıdır geriye kalan.
FELAKET MENZİLİNİN EŞİĞİNDEYİZ
IŞİD’in ve diğer terör örgütlerinin Türkiye’deki fikri takipçi ve müritlerine, yayın organlarına, bu terör örgütlerinin ve terör faillerini övenlere karşı hukuk işletilmezse, bu nefret dili sürdürülürse, Türkiye düşmanları ve onların taşeronu terör örgütlerinin daha da yeşerip boyatacağı bu zehirli iklimde daha büyük acılar ve felaketler yaşanması kaçınılmazdır.
“Yeni Türkiye” ve “vesayetten kurtulma” yalanlarıyla Türkiye’nin kimyası ve genetiğiyle oynayıp tüm değerlerini, yerleşik kurum ve kurumlarını alt üst eden, her türlü kutsalı siyasi ikballeri ve rant uğruna istismardan çekinmeyen, toplumu alt kimlikler düzeyinde bölerek birbirine düşman eden, gerginlikten beslenen bir anlayışın bizi sürüklediği felaket menzilinin eşiğindeyiz. Gerçeklikten uzak bir dış politika ile ülkeyi terör örgütlerinin cirit attığı bir yer haline getiren, akıl ve bilimi dışlayıp ülkeyi tarikat ve cemaatlere teslim eden, bölünmeye karşı toplumsal savunma mekanizması ve ulusal birliğin harcı olan laiklik ve çağdaş Cumhuriyet değerlerini tahrip edenlerin eseridir karşı karşıya olduğumuz dehşet.
“Yeni Türkiye”; can, mal ve hukuk güvenliğinin olmadığı, endişe ve korkunun, umutsuzluğun, bıkkınlığın yaşamın bir parçası haline geldiği, kuralların olmadığı, bir çok kişinin ya ülkeden gitmeyi düşündüğü ya da silahlandığı, sürekli bir gerginliğin hüküm sürdüğü, insanların artık birbirini sevmediği ve güvenmediği, ortak aidiyet duygularının köreltildiği, bunları kabullenmeyenlerin alenen tehdit edilebildiği, sokaklarda başıboş kalabalıkların silah veya palalarla karşı- devrim muhafızlığına soyunduğu bir Türkiye’dir!
En küçük bir eleştiri dahi sıkıca takip edilip derdest edilirken; yılın son günü ve gecesi yaşam tarzı avına çıkan cübbeli ve sarıklıların, geleneksel ve sosyal medyada kendi yaşam tarzlarını dayatmak adına yapılacak kutlamalara tehditler ve küfürler yağdıranların, katliam’dan sonra sevincini gizlemeyip alçakça bir katliamı onaylayıp övenlerin, meşrulaştıranların, IŞİD övgüleri yapan kanallar ve gazetelerin hüküm sürdüğü ve hukukun harekete geçemediği bir Türkiye’dir “Yeni Türkiye”. Çünkü hukuk ve yargı esir ve mahpustur. Televizyon kanallarında, gazete köşelerinde, sosyal medyada toplu histeri ve hezeyana dayalı bir linç kültürüdür yargı yetkisini kullanan ve infaz eden…
Neyin ne şekilde kutlanacağının ya da kutlanmayacağının, nasıl giyinileceği ve yaşanacağının zafer sarhoşluğu içindeki bir “zihniyetin” belirlediği bir ülkedir “Yeni Türkiye”!
Ülkenin devasa sorunları dururken; terör, işsizlik, geçim sıkıntısı, üretimsizlik, ekonomideki kötü gidiş, enerji, tarım ve hayvancılıktaki gerileme ve daha yığınla sorun ortadayken halen inatla Atatürk’le hesaplaşmayı sürdürenlerin, ülkenin bu milli kahramanının ismini silip heykellerini kaldırmayı iş edinenlerin, Lozan’la uğraşanların, tek adam yönetiminde dikta rejimi kurmak için çırpınanların ve bunu da demokrasi diye yutturmaya kalkanların kaderini belirlediği bir ülkedir artık “Yeni Türkiye”!
En önemli ve birincil insan hakkı olan yaşam hakkının artık tesadüflere kaldığı, o gün ölmemiş olmanın ciddi bir kazanım olduğu bir Türkiye’dir artık “Yeni Türkiye”!
Gelinen noktada baş sorumluluk; tek parti iktidarı olarak “istikrarlı” bir biçimde 15 yıldır ülkeyi yanlış politikalarla yöneten, tüm kurumları ve kuralları tahrip eden, ülkenin ve Devletin taşıyıcı kolonlarıyla, genetiğiyle oynayan, tarihine ve kurumlarına olan inancını sarsan, ayrıştırıp kutuplaştıran, devlet aklının ve liyakatin yerine tarikat ve cemaat mensubiyetini, rant paylaşımcılığını koyan, millete ait egemenliği bir cemaatle paylaşıp onu devlet kurumlarına yerleştiren, ilkesi “yurtta kavga, cihanda kavga” olan, laikliğin içini boşaltan, Türkiye’yi bir Ortadoğu ülkesi zannedip ona göre yönetmeye soyunan, yani aslında yönetemeyen siyasi iktidarındır.
Siyasi iktidarın ondan çeşitli şekillerde nemalanan, ülkesini ve milletini düşünmeyen koşulsuz destekçilerinin ve yandaşlarının bu saptamalara ağız dolusu küfürleri ve saldırıları da bu gerçekleri değiştirmeye ne yazık ki yetmemektedir.
Türkiye, yön duygusunu yitirmiştir ve hızla uçuruma doğru sürüklenmektedir.
Tüm bunlar olup biterken; siyasi parti olmanın gereklerini yerine getirmeyen, adeta bir fikir kulübü gibi kısır iç çekişmelerden ve çelişkilerden, sıyrılamayan, ilkeli, sorumlu, tutarlı bir siyaset üretemeyen, başarısızlığın hesabını vermeyen, gündelik politikalar ve siyasi ikbal beklentileriyle savrularak umutsuz ve karamsar milletin önüne karşıtlık ve bağırıp çağırmaktan başka açık, somut, gerçekçi ve kucaklayıcı bütüncül bir proje koyamayan, umut olamayan muhalefetin de “yardımcı” sorumluluğuna değinmemek haksızlık olur. Ne yazık ve hazindir ki ülkede iktidar sorunu kadar, iktidarı değiştirme zeminini ve imkanını yaratamayan bir muhalefet sorunu da mevcuttur.
YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR
Bu süreçte siyasi iktidarın payı ve sorumluluğu bir yana; ülkemizin büyük bir emperyalist kuşatma ve saldırı altında, terör örgütlerinin hedefinde olduğu tespiti doğrudur. Buna karşı birlik ve beraberlik içinde olunması gerektiği de doğrudur. Başbakanın, “terörün bizi yıldıramayacağı”, “kardeşlik ve birliğimizi bozamayacağı” tespiti de sözel ve ilkesel olarak doğrudur. Diyanet İşleri Başkanının, bir gün önceki hutbede kabul edilemeyecek tespitlerinin ardından “katliamın bir pazarda veya bir mabette yapılmasıyla eğlence yerinde yapılmasının herhangi bir farkı olmadığı”, “hedefin insanlık olduğu” belirlemesi de doğru, önemli ve yerindedir. Ancak bu doğruların bir değer ifade edebilmesi için, çelişik başka söylem ve eylemlerle içinin boşaltılmaması, anlamsızlaştırılmaması gerekir. Başka bir ifadeyle herkesin, özellikle belirli mevkilerde olanların açıklama ve sözlerine dikkat etmesi yukarıdaki doğruların bir anlam ifade edebilmesi için zorunludur. Şu halde bu söylenenlerin bir anlam ve değer ifade etmesi, içinin somut eylemlerle doldurulmasına ve inandırıcılığa bağlıdır.
İçi doldurulmayan soyut “birlik ve kardeşlik” sözlerinin hiç bir anlamı yoktur. Bu güç dönemde halen rejim kaygılarını artıracak, yaşam tarzlarına müdahaleyi onaylayıp meşrulaştıracak söylem ve eylemler sürerken, Cumhuriyet değerleriyle, ülkenin kurucuları ve kurumlarıyla kavga ve hesaplaşma artarak sürerken, saldırgan guruplar alenen küstahça tehditler savurup terörü onaylarken, alt kimlik siyaseti ve nefret dili keskinleşirken, göz göre göre Anayasa’nın değiştirilemez ilkelerini fiilen değiştirmek suretiyle rejim değiştirilmeye teşebbüs edilirken kardeşliğin, birlik ve beraberliğin sağlanması güçtür. Üstelik; bir yandan milli birlik ve beraberlik çağrıları yaparken öte yandan bunu tahrip edecek söylem ve eylemlerde bulunmayı sürdüren siyasi iktidarın ciddi bir inandırıcılık sorunu varken. Milli değerlerle, bayramlarla, kahramanlarla, kurumlarla hesaplaşmayı sürdürerek bir milli seferberlik yürütülemez. Bu ancak Cumhuriyet ilkelerine, milli değerlere dayalı, kucaklayıcı, bütünleştirici bir üslup ve uygulamayla mümkündür.
Türkiye bu kadar gerginliği, yüksek tansiyonu kaldıramaz. İnsanlarımız da artık bunlardan bıkmış, usanmış ve bitap düşmüştür; gerçek ve güncel sorunlarla ilgilenilmesini, huzurlu bir ülkede kaygısızca ve özgürce yaşamayı istemektedir. Bunun yolu ve imkanı mevcuttur.
Evet, bizi terör bölemez ve yıkamaz. Bununla birlikte yaratılan bu zehirli iklim ile izlenen akıl ve bilim dışı, gayrı milli politikalar toplumsal bağışıklık sistemimizi tahrip etmek suretiyle bizi savunmasız bırakarak her türlü tehdit ve tehlikeye açık hale getirebilir, getirmektedir. Tüm bunlar terörün değirmenine su taşımakta, terör örgütlerine ve arkasındaki emperyalist güçlere istedikleri puslu ortamı sağlamaktadır. Yani bizi yıkabilecek asıl tehdit, içeriden kaynaklanmaktadır ve ülkemizin yumuşak karnı da budur.
“Kinin davacısı nesil” ile “öfkeli çocuklar“; yakın gelecekte bundan şimdiye dek siyaseten fayda gören ve halen uman iktidarın bile önleyemeyeceği bir tehlikeliliğe, ulaşıp denetimden çıkabilir, milli güvenlik sorunu haline gelebilir. Bunun işaretleri görülmektedir. Bu ise, ülkemiz açısından felaket ve kıyamet demektir. Böyle bir ortamda kimse için güvenli bir liman, sığınak da yoktur. Böyle bir Türkiye’de iktidar veya muhalefet olmanın, ülkeyi yönetmenin olanağı ve anlamı yoktur! Aynı şekilde böyle bir Türkiye’de yandaşlığın da bir anlamı, farkı, getirisi kalmayacaktır!
Siyasi iktidar, tüm bu yaşananlar karşısında soyut ve bildik nakaratları tekrarlamak yerine hem kendi hem de düşünme yetisi ve kaygısı olmayan yandaşları, koşulsuz destekçileri ve sosyal medya “trolleri” adına ciddi bir muhasebe yapmak zorundadır. Bu açıdan her türlü provokasyon ve saldırıya rağmen Türkiye’de Ortadoğu’da pek çok ülkede uygulamaya geçirildiği şekilde bir mezhep savaşı veya etnik savaşın çıkarılamamasının gerçek nedeninin, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin sağlamlığı ve derin bilinçaltımızda yaşattığımız milli şuur olduğunu ülkeyi yönetilemez hale getirenlere bir kez daha hatırlatmak isteriz!
Bu muhasebeyi er veya geç Türk Milleti yapacak, kaderine ve geleceğine el koyacaktır. Umutsuzluk ve karamsarlık çare değildir. İnsanın olduğu her yerde her zaman umut vardır ve hayatın, ülkenin gerçekleri er veya geç hükmünü icra edecektir. Bundan asla kuşku duymamak gerekir. Çünkü bu devlet köklü ve büyük bir devlet, Türk Milleti de çağdaş uygarlığı benimsemiş, demokrasi ve insan haklarına bağlı bir millettir. Bu badire de atlatılacaktır, ne ki tahribat daha fazla olmasın.
Çare, bir an önce rejimin ve ülkenin taşıyıcı kolonlarıyla oynamaktan vazgeçerek Cumhuriyet değerlerine, kuruluş felsefesine, akıl ve bilime, hukuk devletine ve hukuk güvenliğine, sınırları hukukça belirlenecek hak ve özgürlüklere geri dönmektir. Çare; emperyalizmin dayattığı alt kimlik siyasetini terk ederek yurttaşlık paydasında bir ulus olmak, kenetlenmek, kininin değil çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmanın davacısı, insan sevgisiyle dolu, bilinçli, kültürlü, donanımlı bir gençlik yetiştirmek, planlamak, üretmek, hakça bölüşmek, tüm kurum ve kurallarıyla tekrar devlet olmak ve devlet aklıyla hareket etmektir. Çare Atatürk’ü doğru anlamak ve O’na sarılmaktır. Yani kurtuluş, kuruluştadır.
Herkesin ülkenin geleceği adına; suçlamaksızın, küfretmeksizin, bağırıp çağırmadan, siyasi ikbal ve rant peşinde koşmadan bu muhasebeyi yapması zorunludur.
Yarın çok geç olabilir.