Ardan Zentürk / Star
Önce, net durumu bir kez daha ortaya koyalım: Türkiye “küresel” kimlik taşıyan 3 terör örgütünün, arkalarındaki patronların emriyle başlattıkları genel bir saldırıyla karşı karşıyadır. Bunlardan FETÖ ve PKK açık Amerikan desteği almaktadır, DEAŞ ise aynı ülke tarafından kullanılmaktadır. (Pentagon sözcüsü dalga mı geçiyor? Gövde gösterisi için El Bab’da silahsız uçuş yaptık falan. Derdin ne senin? Zaten Yıldırım “Bu Amerika’nın DEAŞ’a karşı bir halt ettiği yok” diyerek meseleyi özetledi.)
Millet olarak odaklanmamız gereken tek nokta budur. Medya olarak da…
Ama bu ülkede tuhaf işler olmaya başladı…
“Alarm zilini”tabii ki emperyalist medya organlarından aldım. Reina saldırısı sonrasında Batı’daki yorumlarda oluşan ortak düşünce şu : Erdoğan’ın 3 cephedeki savaşının bedelini Türkiye ödüyor!..
Yani… Savaşı çıkaran Erdoğan… (Bunu da başkanlık sistemini zorlamak ve diktatör olmak için yapıyor.)
15 Temmuz’da milletin silahını millete doğrultanlar, 3 yıllık “çözüm arayışı” dönemini memlekete bomba yığmak, hendek-barikat kazmak için kullananlar, Irak-Suriye coğrafyasında 2 yıl içinde palazlandırılıp memleketin meydanlarında bombalarla masum insanları havaya uçuranlardan tek kelime yok bu yorumlarda…
Sanki, Erdoğan, bir akşam rüyasında beyaz sakallı ihtiyar gördü, sabah da üç cepheli savaş açmaya karar verdi!..
Bu kampanyanın bize gösterdiği tek gerçek var: Emperyalizm, 15 Temmuz yenilgisinin de kuyruk acısıyla elindeki tüm unsurlarla üzerimize çullanacak, siyasi/toplumsal fay hatlarında kırılma yaratmak için bütün algı operasyonlarını gerçekleştirecek, şimdiden “hasta adam” ilan ettikleri Türkiye’yi “derin kaosa” sürükleyerek bir kez daha “milli irade dışı” unsurların gayrı meşru iktidarına zemin hazırlamaya çalışacak…
Önümüzdeki net tablo budur…
‘Yandaş medya’ ne işe yarar?..
Dikkat çeksin diye “yandaş” kelimesini tercih ettim, “milli ve yerli” olduğunu savunan medyanın günümüzde ana görevi, emperyalist saldırıya karşı milleti ısrarla uyarmak, günü geldiğinde milletine siper olmaktır!.. Bunun dışındaki bütün “tartışma konuları”(!) bir teferruattan ibarettir.
Bize ne arkadaş Noel Baba’dan, insanların yaşam tercihlerinden falan… Ruh hastasının biri kendince bir video çekmiş millete de hakaret etmiş, aslında gönderileceği yer savcılık değil doğrudan bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesi, yazık değil mi, böyle bir insan için milletin beynini meşgul etmeye değer mi…
FETÖ kumpası ile aylarca içeride yatmış bir gazeteci –yazdıkları, söyledikleri berbat fikir kırıntıları da olsa– aynı örgütün propagandası gerekçesiyle tutuklanıyorsa, ben huylanmaya başlarım.
Mesela… “Erdoğan’a çay vermem” diyen Cumhuriyet’in çaycısı neden tutuklandı, sonra serbest bırakıldı, biri bize bunu bir anlatsın di’mi?
Tekrar söylüyorum, bu ülkede bir şeyler tuhaf gidiyor, hayati önemdeki mücadeleler sulandırılmaya çalışılıyor…Ortalık “kripto” mu dolu, hukuktan başlayıp, istihbarata uzanıp medyada sonlanan bir “kripto kumpasıyla” mı karşılaşıyoruz… Mesela, Reina gibi açık hedef bir kulübün önünde bir tane genç polis mi olur, bir bakmak gerekmiyor mu?
“Milli ve yerli”olduğunu savunan medya, efe kıyafeti giymiş bir-kaç kendini bilmezin Noel Baba’nın başına silah dayadığı an, “Hop! Nedir bu?” demezse, komplonun sonucu Reina’ya kadar dayanır.
Sakalı bırakıp, cüppe-takke sokağa dökülerek milli birliğe en çok ihtiyacımız olduğu bir sırada “tebliğcilik” oynayan o insanların, kahvehanelerde, metrolarda sözde laiklik savunuculuğu adı altında “iç savaş tezgahcılığı” yapanlardan bir farkı olup olmadığını sorgulamazsak, biz ne işe yararız? Acaba iki birbirine zıt unsuru sokaktaki vatandaşın önüne iten aynı odak mı?
Alçak bir ittifak bu
Türkiye’de artık söyleyecek sözü kalmamış emperyalist işbirlikçisi aydınların(!) batılı yayın organlarında ve üniversitelerinde “müdahale edilmesi gereken” Türkiye kampanyaları yürüttüğü, daha düne kadar meslektaş olarak aynı masaları paylaştığımız birçok insanın zor günlerde gerçek yüzlerinin ortaya çıktığı sefil bir dönemden geçiyoruz…
Medyanın tüm kanatlarına sesleniyorum: İşimiz, köşelerimizden birbirimize nefret saldırıları değildir. Tartışacağız. Birbirimizin hatalarını söyleyeceğiz. Yanlış ve doğru bulduğumuz yolları, sağlam bir omurga ile savunacağız.
Ama bölemeyiz, parçalayamayız, ötekileştiremeyiz. Algı operasyonları ile dayatılan suni tartışma konularıyla milletin dikkatini dağıtamayız. Sergilemek görevimiz, hedef göstermek işimiz değildir…
“İç savaş”kelimesini sakız etmek ise hiç ama hiç işimiz değildir…
Şimdilik söyleyeceğim bu, uzatırsam, kalp kıracağım…