Toprak ve su kaynaklarıyla birlikte en büyük stratejik sermaye.
Binlerce yıldır çiftçi kendi atalık tohumlarını ekip, ürünlerini biçiyor ve kendi tohumluğunu ayırıyordu.
‘Yeşil Devrim‘ adı altında tarımın şirketlerin kontrolüne geçmesiyle birlikteyse köylü kendi tohumları üzerindeki kontrolünü kaybetmeye başladı.
Bugün küresel anlamda tohumların üçte ikisinden fazlası ticari olarak tohum şirketlerinin kontrolünde. Tıpkı zirai ilaç ve kimyasallar tarafında olduğu gibi tohumda da küresel anlamda oligopol bir yapı mevcut.
Bu konuya neden girdik hemen anlatalım.
22 Kasım 2016’da Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği (TSÜAB) tarafından Antalya‘da gerçekleştirilen “Milli Tarımda Tohumculuğun Rolü ve Geleceği” konulu çalıştaya katılan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, “2018 yılından itibaren tohumlar sertifikalı olacak, sertifikalı tohum kullanmayan çiftçiler destek alamayacak” açıklamasında bulundu.
Bu açıklama haliyle kamuoyunda tartışma yarattı.
İlk akla gelen ise biyoçeşitliliğin sigortası olarak gösterilen atalık/yerel tohumların geleceğine yönelik riskler oldu.
Peki biyolojik çeşitlilik derken neyi kastediyoruz?
Bahsettiğimiz şey, bir bölgedeki genlerin, türlerin, ekosistemin ve ekolojik olayların oluşturduğu bir bütün. Ve bu bütün içerisinde tohumbaşrollerde.
Bu anlamda yerel/atalık tohumlar genetik kaynaklar açısından en büyük miras niteliğinde.
Bir başka deyişle tohumlar, toprakta varolması gereken canlı gen bankalarımız.
Sürdürülebilir bitkisel üretimin garantisi niteliğindeki yerel/atalık tohumlar, hastalık direnci, zararlı ve olumsuz çevre/iklim koşullarına dayanıklılık konusunda vazgeçilmez bir kaynak. Öte yandan farklı tat ve lezzetler açısından hazine niteliğinde.
Dünya gen merkezlerine baktığımızda Anadolu ve çevresi, floristik bölgeler açısından bir kesişme ve merkez konumundadır. Anadolu coğrafyası, bünyesinde hem Avrupa Siberya Floristik Bölgesini, hem İran Turan Floristik Bölgesini hem de Akdeniz Floristik Bölgesini barındırır.
Tüm bunlar aslında sahip olduğumuz atalık tohumların aynı zamanda gıda güvenliğimizin güvencesi olduğu anlamı da taşır.
Ama dünyadaki gen havuzu, küresel çapta bir patentleme yarışına maruz kalıyor.
Ekosistemi, ticari olarak özelleştirerek sahiplenme ve tekelleşme çabası var.
Bilimsel laboratuarlarda ve çok uluslu şirketlerin yönetim kurullarında tohumun nasıl yönetileceği konusunda stratejiler geliştiriliyor. Ekonomiler ve politikalar bunun üzerine şekilleniyor.
Buna sadece tohum özelinde de bakmamak lazım. Tohumu satan şirket bunun ilacını, gübresini ve diğer yan ürünlerini de satıyor çiftçiye.
Küresel tarım şirketlerinin hem ilaç hem biyoteknoloji hem kimya hem de tohum sektöründe faaliyet göstermesi tesadüf mü?
Bir de şu açıdan bakalım…
Uluslararası tohum şirketleri, konumları ve doğası gereği konuya kârlılık özelinde ticariolarak yaklaşır.
En ucuza, en kolay ve yüksek verimli tohumları seçer ve onun üzerine çalışırlar. Bu da beraberinde monokültürü getirir. Bir süre sonraşirketlerin istediği türler ve çeşitler geliştirildiği için tüketim çeşitliliğimiz de bu şirketlerin tercihleriyle sınırlanır.
Çiftçinin üretim bağımsızlığının elinden alınması kadar tüketicinin gıda tüketimine yöneliktercih bağımsızlığı da elinden alınır.
Dünyada en çok tüketilen ürünlere bakarsak bu durumu daha net farkederiz.
BM Gıda ve Tarım Örgütü‘nün (FAO) ‘tarımsal biyoçeşitlilik‘ raporuna göre bugün dünyada üretilen gıdaların yüzde 75’inin sadece 12 çeşit bitki ve hayvan türünden elde edildiğini söylersek ne demek istediğimiz daha net anlaşılır sanırım.
FAO’nun araştırmasına göre 1900’lü yıllardan bu yana bitki genetik çeşitliliğinin yaklaşık yüzde 75’i kaybedilmiş durumda.
İş öyle bir noktaya gelmiş ki sadece pirinç, mısır ve buğday, insanların bitkilerden elde ettiği kalori ve proteinlerin yüzde 60’ını tek başına karşılar durumda.
Tek tip ürün yetiştirip, tek tip gıda tüketiyoruz.
Tohum dediğimiz zaman işin sadece ekonomik ve verim boyutuna takılmak en büyük hata olur.
Bunun, yukarıda değinmeye çalıştığımız üzere ekolojik sistemde birçok boyutu var.
Tekrar konumuza dönersek…
Türkiye yerel/atalık tohum konusunda sahip olduğu kaynaklar bakımından bir dönem çok şanslıyken, söz konusu kaynaklarını koruyamadığı için artık talihsiz bir ülke.
Tarımsal genetik kaynaklarımız, gerek değişen piyasa şartları ve buna bağlı olarak yaygınlaşan monokültür tarım, gerekse kırsal nüfusun azalması ve iklim değişiklikleri nedeniyle ciddi oranda yok oluşa sürükleniyor
1960-70’li yıllara kadar atalık tohum çeşitleri yüzde 70’ler seviyesindeyken bugün yüzde 5’in altına gerilemiş durumda.
Zaten 2006’da çıkan tohumculuk yasası ile atalık/yerel tohumların satışı kanunen yasaklandı.
Bu zenginliğimizin hayatta kalması sadece tohum takaslarına bağlı.
Şimdi, 2018’de izlenmesi planlanan politika çerçevesinde atalık/yerel tohum kullanacak üretici desteklemelerden yararlandırılmayarak adeta cezalandırılarak.
Başta da belirtiğimiz gibi tohum stratejik bir ürün ve bu konuda alınacak kararlar üzerinde çok defa düşünmekte fayda var.
Bu konuya önümüzdeki hafta devam edeceğiz.