Arslan Bulut / Yeniçağ
Eski Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Emre Taner, 80’inci kuruluş yıl dönümü dolayısıyla bir mesaj yayınlamış ve “Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus devlet ve milletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitireceklerdir. Ulusal ve uluslararası düzeyde gerçekten sağlam politikalar üretebilmek ve uygulayabilmek için ulusal güvenlik ve ulus-devlet yapısına yönelen tehdit ve kaynakları iyi algılayabilmek, ulusun karşı karşıya olduğu fırsatları ve tehditleri öngörmek, doğru analiz edebilmek ve uygun vasıtalar ile karşı koymak zorunluluğu/ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissedilir hale gelmiştir..” demişti.
***
Türkiye’de ulus devlet yapısına en büyük tehdit, uzun süredir devleti yöneten kişilerden gelmektedir.
İktidar, bankaları, madenleri, haberleşme ve enerji sistemlerini, Rio Tinto ve Citibank’a ve paravan şirketler üzerinden İngiliz İstihbarat Servisi MI6’ya devreder ve şimdi de yaylaları satmaya hazırlanırsa ulus devlet yapısını koruyamaz elbette!
Yazın bile orman yangını yaşanmayan Trabzon’da kış ortasında Sürmene’nin Çamburnu mevkiinde dünyada tek olan kızılçam ormanının yakılması da satışın eseridir!
***
Düğmeye açılım süreci ile basılmıştı aslında. 3 Ocak 2009’da “Türkiye, çokuluslu federasyonda mı karar kıldı?” diye sormuştuk:
Türkiye’den başka hiçbir ülkede, devlet televizyonları, bir etnik dilde 24 saat yayın yapmıyor! Türkiye, onlardan daha demokratik bir ülke mi oldu, yoksa Abdullah Öcalan‘ın “demokratik cumhuriyet” tezi benimsendi de federasyon veya konfederasyonda karar mı kılındı?
Bazıları, bizim etnik dillere yasak getirilmesini savunduğumuzu zannediyor. Hiç böyle bir düşüncemiz olmadı. Yıllardan beri söylediğimiz şudur ki devlet, ortak kültürü geliştirmekle görevlidir, devletin etnik dilleri ve kültürleri geliştirmek gibi bir mecburiyeti yoktur. Ancak devlet herkesin kendi kültürünü yaşamasında, geliştirmesinde de bir sakınca görmemelidir. Mesele bundan ibarettir.
Aslında Sevr Antlaşması, Kürt bölgelerine Kürt kökenli memurların atanmasını ve eğitim, hukuk ve sağlanan tüm hizmetlerin dilinin Kürtçe olmasını şart koşuyordu.
AKP iktidarının yaptığı, askeri okulların kapanması örneğinde görüldüğü gibi Sevr kaynaklı AB ve PKK taleplerini yerine getirmektir. Madem bu talepler yerine getirilecekti, devlet 1984’ten beri PKK ile niçin mücadele etti. Bunca şehit vermeye ne gerek vardı?
2003 yılı Kasım ayında Diyarbakır’da yapılan Kürt konferansında, farklı Kürtçelerin birleştirilmesi ve tek dil haline getirilmesi kararlaştırılmıştı. İşte yıllardır TRT eliyle yapılan budur!
RTÜK Başkanı ise hiçbir talep olmadığı halde TRT’de başlayan Kürtçe yayına Gürcüceyi ekleme çabası içindeydi.
***
Şimdi ise Erdoğan‘ın başkan seçildikten sonra Halife olacağını ilan edenler var. İşte rejim değişikliği budur. Devlet dini esaslara dayandırılırsa artık orada hukuk devletinden, hukukun üstünlüğünden, dolayısıyla can ve mal güvenliğinden kimse emin olamaz. Devlet, bir kişinin ağzından çıkan sözleri kanun gücünde kararname olarak uygulayacaktır! Yapılan budur. Üstelik şimdiki anayasaya göre bu durum suç olduğu için böyle bir Anayasa değişikliğine oy veren milletvekillerine sözde yargılanmama garantisi veriliyor. Oysa tarih gösteriyor ki milletin yetkisini gasp edenlerin hiçbir garantisi yoktur. Bir öngörü olarak tespit ediyorum ki açıkça anayasa suçu teşkil eden böyle bir değişikliğe evet diyen milletvekilleri yargılanacaktır!