Bülent Esinoğlu / Ulusalkanal
Sınırsız ve aşırı borçlanma, son 10-15 yılın en gözde siyasetleri olarak, siyasi iktidarlarca tepesiye kullanıldı.
Ülkeler birbirlerine bakarak, o borçlanıyor da, ben niye borçlanmayacakmışım diye borç yarışları oldu. Televizyon ekranlarında borç vericilerin reklamları yapıldı. Falan iktidar borç alamaz, daha liberal, falan partiyi iktidara getirelim de, borç bulacak şartları yaratalım diye, borç alma teknikleri ve siyasetleri yapıldı.
Sol iktidarlara, Amerika ve Avrupa borç vermez, AKP iktidar olursa, kolay borç buluruz diye AKP’ye dış ve iç destek sağlandı.
AKP daha iktidara gelmezden önce, AKP içinde, yabancı bankalardan borç para alabilecek kişiler, iktidarın vitrinine ve akçeli işlerden sorumlu mevkilerine getirildiler.
AKP kadroları ve siyasetleri, borç alabilecek konumda vaziyet aldılar.
Oysa Cumhuriyet Hükümetleri, Osmanlıdan ağır borçları ödeyerek geldiği için, borçların iç siyasete etkilerini çok iyi biliyorlar ve kendi yağlarıyla kavrulmaya çalışıyorlardı.
Ülkenin tüm varlıkları yabancı görünümlü, Türk olmayan, Türklere satıldı. Buna karşılık; Cumhuriyet Hükümetlerinin altmış yılda girdiği borç stokundan, AKP iktidarı 3 kat daha fazla borçlandı. 2002 iç dış borç stoku 330 milyar dolarken, 14 yıllık AKP iktidarının borç stoku 750 milyar dolar oldu. İç Pazar ve iç üretim kaynakları satılmasına rağmen borçlar arttı.
Gayri safi milli hasılanın 700 milyar dolar civarında olduğunu düşünürsek, borçların nasıl da, korkutucu düzeyde olduğunu anlamış oluruz.
Aldığımız borçları üretken yatırımlara yönlendirmiş olsaydık, bu kadar zor duruma düşmezdik. Batılıların ürünlerini pazarlayacak AVM ve konutyaparak yabancı sermayenin iç pazarda daha kolay hareket etmesine ilave hizmet yapmış olduk.
Borçlanmak şu sebepten çok kolay bir hal almıştı; Dünya ekonomisini, Amerikan merkezli bir ekonomiye dönüştürmek için Amerika planlar yapmıştı. Bu planlamada, sermayenin önündeki tüm engeller kalkmalıydı ki, Amerika, ekonomik üstünlüğünü siyasi üstünlüğe çevirebilsin…
İşler terse döndü, Çin ve Rusya faktörü devreye girdi. Amerika korumacılığa geçme mecburiyetinde kalınca, sermayeyi kendi ülkesine geri çağırdı.
Şimdi borçları ödeme zamanı geldi. Borcunu ödemeyenlere, önce siyasi, sonra askeri baskı yapılacağı bellidir.
Siyasi iktidar borçların ödenmesi için iki yol izliyor. Tasarruflarımız borçlarımızı karşılamadığından, eldeki bazı malları satışa çıkarıyor.
Varlık Fonu araçlığıyla, gayrimenkulleri menkulleştirerek, yani ucuz hisse senetlerine dönüştürerek yabancılara satacak.
Yabancıların ülke ekonomisinden aldığı pay artıkça, ülke yönetiminden aldığı pay da artmaktadır. Siyaseti, ekonominin yoğunlaştırılmış hali olduğunu unutmayalım.
Borç ödeme dönemlerinde, sömürü dayanılmaz hale geleceğinden, en derin acıyı halk çeker. Halktan gelen basıncı baskı altına alma mecburiyeti ortaya çıkar. Tıpkı 24 Ocak Kararlarının uygulanabilmesi için, baskıcı darbe yönetimine ihtiyaç olduğu gibi…
Anayasa değişikliği ve yetkilerin bir noktada toplanma ihtiyacı buradan neşet eder. Hem ekonomik hem siyasi çıkmaz…
AKP ilk kez dış ekonomik ve siyasi destek olmaksızın bir halk oylamasına gidecek.
Bir taraftan şehitlerin geldiği askeri durum, bir taraftan ekonominin üretmediği ve yatırım yapamadığı şartlar, öte yandan alacaklıların tepemize üşüştüğü bir dönem…
AKP’nin işi herkesin işinden daha zordur. Yediği hurmalar sorunu…