Prof. Dr. Cem Say / Odatv
Referandum yazı dizimizin beşinci bölümüne geldik. Geçen bölümün yayınlanmasından bu yana işlerin normal akışına bırakılması halinde “Hayır” çıkacağı kamuoyunun büyük bölümünce de anlaşıldı. Eh, bunun üzerine de “önlem”ler alınmaya başlandı. Örneğin, kış lastiği kullanımından işsizlik sigortasına kadar, olağanüstü hal ilanıyla alakasız bir yığın konuya değinen bir OHAL kararnamesine gizemli bir madde eklenerek “298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkında Kanun’un Yüksek Seçim Kurulu’nun belirlediği esaslara aykırı yayın yapan özel radyo ve televizyonlara ceza vermesini öngören maddesi yürürlükten kaldırılmıştır” deniliverdi. Amaç her tür kuraldan arınmış “Evet” propagandasına kapı açmak ve Anayasa Mahkemesi’nin “adı OHAL KHK’si olan hiçbir şeyin içine bakmam, isterse anayasayı ihlal etsin” mealindeki içler acısı kararını kâra çevirmekti tabii, ama bu adım da çok acemice atılmıştı. Neden derseniz, anayasamızın 67. maddesi açıkça “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz” diyor. Bu yüzden YSK’nin, eğer hâlâ anayasayla bir ilgisi varsa, bu KHK hükmünün daha bir yıl boyunca geçerli olmadığını fark ederek mevcut yasasına göre yanlı yayın yapan televizyonlara ceza yağdırması gerekiyor.
Boşa konulsa dolmuyor, dolu ise hiç almıyor. MHP’nin tabanının “Hayır” vereceği belli olunca bu sefer gönderlere Kürdistan bayrakları çekildi ama iki zıt söylem bir ipte oynayamıyor bir türlü. “Yandaş” tabir edilen medyada gerçek anket sonuçlarının ve anayasa değişikliği paketinin içeriğinin anlatılmasının apaçık yasak olduğunu bu konuyu en iyi bilenlerden duydum. Yayınlarda bunca saçmalamalarının sebebi de bu tabii.
Neyse, Odatv yazarlarına paketin içeriğini anlatma yasağı olmadığından biz devam edelim. Bu yazıda dünya anayasacılık tarihinin en saçma maddesi olan “Madde 106”ya daha yakından bakacağız. Paketin diğer yerlerinde de (örneğin görevdeki bir parti başkanının “cumhurbaşkanlığı görevimi tarafsızlıkla yerine getireceğime namusum ve şerefim üzerine andiçerim” demesi, meclisin görev ve yetkilerinin azaltılmasına karşın milletvekili sayısının artırılması, bazı ülkelerde sigara bile satın alamayacak yaşta bir delikanlının bir yıl Milli Savunma Bakanı olup Kara Kuvvetleri Komutanı’na emir yağdırabilirken ertesi yıl talihi yaver gitmezse er olarak askere gidebilme olasılığı, “yargıdaki vesayete son veriyoruz” diyerek kabul ettirilen başka bir anayasa değişikliği sonrası halen iktidarda olan partinin kontrolündeki bakanlıkça seçtirtilen HSYK üyelerinin vatan haini oldukları anlaşılınca onların yerine birkaç yıl sonra yine “yargıdaki vesayete son veriyoruz” diye yine o partinin kontrolündeki bakanlıkça seçtirtilen yeni HSYK üyelerinin de görevden alınıp tabii ki yine aynı partinin katıksız kontrolünde yenilerinin seçilip yargıdaki vesayete yine son verilmesi falan gibi) sadece komedi filmlerinde anlamlı sayılabilecek ögeler var, ama hiçbiri Madde 106 ile baş edemez. Madde 106 bir başyapıt.
Bilgisayarcılıkta “malware” diye bir kavram vardır. Türkçeye “kötü amaçlı yazılım” olarak çevrilebilen bu kelime, programcısı tarafından kasıtlı olarak birilerinin bilgisayar sistemlerine zarar vermek amacıyla yazılmış virüs, “solucan”, casus yazılım, fidye yazılımı vb. uygulamaların tümünü ifade etmek için kullanılır. Adından da belli olduğu gibi, bir programın bu kategoride sayılabilmesi için onu yazan kişinin niyetinin kötü olması gerekir. Bir de kötü niyet olmadan, sadece programcının işi bilmemesi, dikkatsizlik veya aptallığı yüzünden çalıştıkları zaman büyük zarara neden olan programlar vardır ki, onlara ayrı bir ad vermeli miyiz bilmiyorum; ben kısaca “illallah” diyorum.
Biz öğrencilere kötü amaçlı yazılım yazmamayı, her tür yazılımı üretirken de bilgilerini iyi kullanıp, işleri daha beter edecek hataları sistemin içine sızdırmamayı öğretiyoruz. Herhalde hukuk fakültelerinde, Siyasal Bilimler derslerinde vb. buna benzer bir yetenek de kanun metinleri yazımı için kazandırılıyordur. Peki, bu Madde 106 nedir arkadaş!
Madde 106, bizleri ülkemizde daha önce görülmemiş bir kavram olan “cumhurbaşkanı yardımcılığı” ile tanıştırıyor. Bu yardımcılar, sözgelimi ABD’deki gibi, cumhurbaşkanı ile birlikte aday olup halkın oyuyla gelmiyorlar. Madde “Cumhurbaşkanı, seçildikten sonra bir veya daha fazla Cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilir” diyor. Tek ölçüt 18 yaşını geçmiş olmanız, ilkokul diplomanızın olması, büyük bir sabıkanızın olmaması, ve en önemlisi, cumhurbaşkanının canının sizi atamak istemesi. Yani bize önerilen ABD değil, Aliyev’in hanımını Sevgililer Günü’nde atayıverdiği Azerbaycan modeline yakın bir sistem.
Şimdi gelelim bu maddenin devletin içine yerleştirdiği saatli bombalara:
1) MECLİSİ BOŞALTMA İMKANI
Diyelim cumhurbaşkanısınız. TBMM’deki bazı partilerle geçinemiyorsunuz. Mesela A partisi hoşunuza gitmiyor. O partinin 280 milletvekilinden de nefret ediyorsunuz. Hiç canınızı sıkmayın. Hemen 280’ini de cumhurbaşkanı yardımcılığına atayın. Bu sadece size kalmış bir karar. Madde 106, “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan olarak atanırlarsa üyelikleri sona erer” diyor. Milletvekillerinin buna itiraz etme, “ama ben halktan mecliste görev yapmak için oy isteyip almıştım!” deme, görevi kabul etmeme gibi hakları olduğu hiç bir yere yazılmamış. Pat! Tümünün milletvekillikleri sona erdi ve bir anda mecliste A partisinden kimse kalmadı! Merak etmeyin, MGK toplantılarını artık spor salonunda yapmanıza gerek yok; çünkü zaten hazzetmediğiniz bu 280 yeni yardımcınızı uzun süre çekmek zorunda değilsiniz. Madde 106 yine yardımınıza koşuyor ve “Cumhurbaşkanı yardımcıları, Cumhurbaşkanı tarafından atanır ve görevden alınır” diyor. Ertesi sabah hepsini görevden almaya karar verdiğinizi açıklayın, olsun bitsin! Milyonlarca kişinin oy verdiği bir partiyi tümüyle meclisten çıkardınız. Dokunulmazlıkları da kalmadı. Eh, hakimleri atayanları da zaten siz atamıştınız! Canınız isterse bunu meclisin tümüne de yapabilirsiniz, Madde 106’da bir engel yok.
Cumhurbaşkanı yardımcılığında asıl heyecan, cumhurbaşkanının bir sebeple görevinden ayrılması halinde başlıyor. Mevcut anayasamızda bu durumda cumhurbaşkanına TBMM başkanı vekalet ediyor. Eğer (şimdi olduğu gibi) TBMM başkanı hastaysa yerine onun vekillerinden biri geçiyor. Her durumda, cumhurbaşkanının yerine geçen kişi de halktan oy alıp bir göreve seçilmiş birisi oluyor. Üstelik şimdiki anayasamızda bu makamın gücünün yeni öneridekiyle karşılaştırılamayacak kadar az olduğunu unutmamak gerek. Yeni sistemde hem cumhurbaşkanı yardımcısı seçilmemiş, atanmış, hem de vekalet halinde kavuştuğu yetkiler uçsuz bucaksız. Ama Madde 106 bu kadarla da kalmıyor. Her şey o sırada görevde kaç cumhurbaşkanı yardımcısının olduğuna bağlı. Senaryoları teker teker inceleyeceğiz.
2) BİR CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI VARSA: SEÇİLMEMİŞ DİKTATÖR
Aniden komaya giren cumhurbaşkanına vekalet eden cumhurbaşkanı yardımcısı Madde 106’ya göre cumhurbaşkanına ait (yukarıda anlattığımız meclisi boşaltma yetkisi dahil) tüm yetkileri kullanabiliyor. Tarihimizdeki tek benzer durumda, uzun süreli komaya giren 4. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in makamının boşaldığına ve yeni cumhurbaşkanı seçilmesi gerektiğine dair karar TBMM tarafından alınmıştı. Vekalet işini sevmiş bir cumhurbaşkanı yardımcısı pekala yukarıdaki yöntemle meclisi bu kararı alamaz hale getirebilir! Yani, eğer OHAL kararnameleriyle anayasayı kaldırıp kendini padişah ilan etmeye gerek görmezse, olağan seçim vakti gelene dek, yıllarca ülkeyi tek başına yönetebilir.
3) BİRDEN FAZLA CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI VARSA: VEKALET SAVAŞLARI
Anayasayı yazanlar hem birden fazla cumhurbaşkanı yardımcısının atanabileceğini vurgulamışlar, hem de ölüm, hastalık veya başka herhangi bir sebeple cumhurbaşkanlığı makamı bir süreliğine boşalırsa ne yapılacağını anlattıkları tüm cümlelerde tekil olarak “cumhurbaşkanı yardımcısı”nın vekâlet edeceğini belirtmişler. Ama hiçbir yerde bu kişilerden hangisinin bu görevi yapacağının nasıl belirleneceğini yazmamışlar! Mesela “Cumhurbaşkanı katılamadığı zamanlar Millî Güvenlik Kurulu cumhurbaşkanı yardımcısının başkanlığında toplanır” yazıyor. Peki, ama hangisinin? Haydi, MGK başkanlığı neyse de, cumhurbaşkanının diğer yetkilerini kullanarak neler yapılabileceğini yukarıda anlattık. Böyle bir gücü kim başkasına vermek ister, “ben almayayım, buyurun siz geçin koltuğa” der? (Dese bile bunun yasal dayanağı olmadığından birileri “bu vekili tanımıyorum, kararları geçersizdir” derse ne olur?) Başkan yardımcılarının ve destekçilerinin koltuğu kapmak için birbirleriyle kapışacağını, bunun sonunun en iyi ihtimalle bir anayasal krize, muhtemelen de düpedüz çatışmaya varacağını görmüyor muyuz?
Tarihimizde bu sorunun nasıl bir hukuksal çözüme kavuşturulduğunu merak edenler, Fatih Sultan Mehmed’in ünlü kanunnamesini okuyabilir: “Her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem için katletmek münasiptir” hükmü, her ne kadar padişah ölünce şehzadelerden hangisinin tahta geçeceğini belirtmiyorduysa da, en azından iktidarı ele geçirmeyi başaran kardeşin diğerlerini öldürmesinin “münasip” olduğunu hükme bağlayarak iç savaşın fazla uzamamasını amaçlıyordu. Yanılmıyorsam bu hükmün kullanımında zirve noktasına, (zamanının en büyük gökbilimcilerinden olan Takiyüddin’in gözlemevini “Meleklerin bacaklarını gözlüyorlar!” söylentileri üzerine taş üstünde taş kalmayacak şekilde yıktırmasıyla tanınan) babası 3. Murad’ın ölümü üzerine Abdullah, Abdurrahman, Alaattin, Ali, Beyazıt, Cihangir, Hasan, Hüseyin, İshak, Korkud, Mahmud, Murad, Mustafa, Osman, Ömer, Selim, Yakup ve Yusuf adlı 18 kardeşini boğdurtan 3. Selim ulaşmıştı. 21. yüzyılda devletin başına kimin geçeceğinin belli olmadığı bir anayasa maddesi yazarak bir hayali daha gerçekleştiren uzman ekip sayesinde bu rekor kırılır mı, göreceğiz.
4) HİÇ CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI YOKSA: BAŞSIZLIK!
Yukarıdaki senaryoları daha önceki yazılarımda kısmen işlemiştik. Geçen gün bilgisayarcı bir dostum, Madde 106’nın açık bıraktığı bir başka kapıyı gözden kaçırdığımı gösterdi: Ya cumhurbaşkanı seçildikten sonra, ama yardımcı atamadan önce komaya girerse? Ya da, atamış olduğu yardımcılarına kızıp görevden almışsa, şimdi yerlerine kimi atayayım diye düşünürken başına bir hal gelirse? Bu durumda Madde 106’ya göre ne oluyor? Hiçbir şey olamıyor! Devlet başsız kalıyor. Yürütme felç oluyor (malum, başbakanlık da kaldırılmış), kanunları yayımlamak cumhurbaşkanının görevi olduğundan TBMM istese de yasama da bir şey yapamıyor. Bütün yetkiyi ve gücü tek makama vermişsiniz, gelin görün ki o makamın sahibinin ne zaman uyanacağı belli değil, makam boş ve doldurulamıyor. Teşekkürler Madde 106!
Sizce kendi başına bir devleti batırma potansiyeli taşıyan bu Madde 106 yukarıda söz ettiğim terimlerle “kötü amaçlı” bir yazılım mıdır, yoksa sadece bir beceriksizlik ürünü mü? Unutmayın ki bu saydığım sakıncaların çoğu daha değişiklik mecliste kabul edilmeden önce CHP milletvekili Haluk Pekşen’in Halk Arenası programında dile getirilmişti. Sizce neden “ha, yanlışlık yapmışız, şu maddeyi düzeltelim de öyle kabul edelim” demediler? Takdir sizin.
Devletin bekası için Hayır’lı günler dileklerimle.