Biz, Türkiye Barolar Birliği olarak böyle bir komisyon kurulacak olursa görev almaya ve üzerimize düşeni yapmaya hazırız. Türk Milleti’ne güvenimiz tamdır. Gelecekten umutluyuz.
Türkiye’nin, çözüm yerine sorun üreten sığ ve ayrıştırıcı siyasete değil, hukuka ve adalete ihtiyacı var. Anayasa değişikliği referandumu sebebiyle içine sürüklenmekte olduğumuz çok sıkıntılı durumdan çıkışın yolunu hep birlikte bulmak zorundayız.
Önce, bu süreçte neleri kazandığımızı kısaca tespit edelim. Çünkü bu kazandıklarımızın neler olduğunu bilirsek eskisinden daha sağduyulu ve daha güçlü bir şekilde yolumuza devam edebiliriz. Burada halk oylamasında tercihi ne olursa olsun tüm vatandaşlarımıza hitap etmek istediğimizin özellikle altını çiziyorum.
Kanaatimizce biz, halk oylaması sürecinde birbirimizi kazandık. Çünkü uzun yıllardır birbirine yabancılaştırılmak istenmiş geniş halk kitleleri, aslında hiç de birbirlerine yabancı ya da düşman olmadıklarını görerek anladı. Sağduyulu herkes, diğerine tepeden bakamayacağını, kendi gibi düşünmeyeni akılsızlıkla ya da hainlikle suçlamanın acımasızlık olduğunu gördü. Milli meselelerde siyasi partilerin üstünde ve dışında Milletin bir araya gelebileceğini de hep birlikte gösterdik. İşte bunlar, paha biçilmez kazançlar. Yani gelecekten umutlu olmak için pek çok sebebimiz var.
HALK OYLAMASININ SONUNDA HANGİ MİLLİ SORUNLA KARŞI KARŞIYAYIZ VE ÇIKIŞ YOLUMUZ NEDİR?
A. SORUNUN TESPİTİ
Bunları söylüyoruz diye kimse bize kızmasın. 16 Nisan’da biz bir futbol maçı yapmadık. Çünkü futbol müsabakalarında kazanan takım, diğer takımı destekleyenleri de temsil ettiği iddiasıyla ortaya çıkamaz. Bu sebeple 16 Nisan’da gerçekleştirdiğimiz halk oylaması, süreciyle ve sonucuyla hepimizin içine sinmeliydi. O gün ‘evet’ diyen de, ‘hayır’ diyen de, yani hepimiz, bugün aynı ülkede yaşamaya devam ediyoruz. Birimizin sorunu diğerimizi de ilgilendiriyor. Birimiz mutsuzsak diğerimiz mutlu olamayız.
1.Milletin en az %50’si Anayasa değişikliği paketinin içeriğinin anlatılması noktasında sürecin adaletsiz yürütüldüğünü, devletin tüm gücüyle ‘evet’ propagandasına dahil olmasının eşitliği ortadan kaldırdığını düşünüyor. Bu sebeple kırgın. Sürecin adil yürüdüğünü düşünenler varsa, en azından bu kırgınlığı objektif olarak tespit etmek ve önemsemek zorundadır. Yakın tarihimize bir göz atalım. Halk oylamasında yüzde 60’ın üzerinde çoğunlukla kabul edilen 1961 Anayasası, yazım sürecinde bir kesimi dışladığı için uzun ömürlü olmamıştı. Halk oylamasında yüzde 90’ın üzerinde çoğunlukla kabul edilen 1982 Anayasası da yazım sürecinde geniş toplum kesimleri dışlandığı, halk oylaması sürecinde ise tek taraflı propaganda yapıldığı için milletçe benimsenmemiştir.
2. Milletin en az %50’si Anayasa değişikliğinin, sadece hükümet sistemi değişikliğine değil, rejim değişikliğine yol açacağını, demokratik hukuk devletinin çok ama çok büyük bir darbe aldığını düşünüyor. Bu sebeple çok ama çok kaygılı. Bu değişikliğin rejim değişikliği olmadığını düşünenler, Milletin en az yarısının duyduğu bu kaygıyı objektif olarak tespit etmek ve önemsemek zorundadır.
3. Milletin en az %50’si halk oylamasının usulsüzlüklerle sakatlandığı, sandığın güvenilmez hale geldiğini düşünüyor. Bu sebeple öfkeli ve gelecekten kaygı duyuyor. Halk oylamasının üzerinde en küçük bir gölge dahi bulunmadığını düşünen varsa da, Milletin en az yarısının bu duygusunu objektif olarak tespit etmek ve önemsemek zorundadır.
Kaldı ki;
a) Seçim Kanunu’nun 101. maddesinin 1. fıkrasının 3. bendi hiçbir farklı yoruma izin vermeyecek kadar açıktır: Arkası mühürlü olmayan oy pusulaları geçersizdir.
Bu cümleyi anlamak için hukukçu olmaya gerek yoktur, okuma yazma bilmek yeterlidir.
b) Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) eski tarihli birkaç farklı kararını örnek göstermesi, hukuksuzluğu ortadan kaldırmaz. Kötü ya da yanlış uygulama örnek teşkil edemez. Ayrıca YSK’nın, bırakınız Milletin en az yarısının rejimi değiştirdiğine dair kaygı duyduğu bir Anayasa değişikliğini, herhangi bir halk oylamasında bile böyle bir karar vermişliği önceden yoktur.
c) Bundan da önemlisi, YSK’nın, oy verme işlemi devam ederken “mühürsüz oy pusulaları da geçerli olacaktır” diye bir duyuru yaparak bir yandan usulsüzlüğü teşvik ettiği, diğer yandan usulsüzlüğün tutanağa bağlanmasını önleyerek boyutlarının tespitini imkansız kıldığı böyle bir skandal uygulaması daha önceden yoktur.
d) YSK, söz konusu duyuruyu yapmasından birkaç saat önce aldığı 559 sayılı kararda, oy pusulalarının mühürlü olmasının önemini anlatmıştır. Daha sonra söz konusu duyuruyu yapmış, ancak bu duyuruda atıfta bulunduğu kararı, iki buçuk gün sonra, 560 sayılı karar olarak açıklayabilmiştir. Bu dahi, başlı başına pek çok soru işaretini içeren bir durumdur.
4. Özetle,
a) Milletin en az %50’sine göre bu Anayasa değişikliği demokratik hukuk devletini ortadan kaldırmaktadır.
b) Milletin en az %50’sine göre halk oylaması sürecinde devletin tüm gücü ‘evet’ tercihi lehine kullanılarak, adalet ve eşitlik yok edilmiştir.
c) Milletin en az %50’si oylama ve sayım sırasında sonuca etkili hileler yapıldığı ve YSK’nın buna sadece göz yummadığı, teşvik ettiği düşüncesindedir.
Burada altını çizmek istediğimiz husus, işin esası bir yana, Milletin, en az yarısının yüreğini bir cendere gibi sıkan bu kaygı, öfke ve güvensizlik duygusudur.
Türk Milletinin en az yarısı bu olumsuz duygulara sürüklenmişken milli birliğin, beraberliğin ve istikrarın sağlanması, kamu düzeninin Milletin tamamının yürekten desteğiyle korunması nasıl mümkün olacaktır? İşte bizi kaygılandıran ve cevap arama zorunluluğunu duyduğumuz temel soru budur. Türkiye’nin yönetiminden sorumlu olan ya da yönetmeye talip olan herkes de bu kaygıyı duymak ve yapıcı çözüm üretmeye çalışmak zorundadır.
Dünyanın en kaotik bölgesi olan Ortadoğu’nun sınırında duran Türkiye’nin üzerinde, bölgeyi şekillendirmeye çalışan küresel güçlerin senaryolar yazmadığını, bin çeşit baskı uygulamadığını düşünmek herhalde en hafif anlatımıyla saflıktır. Bu senaryolara ve baskılara karşı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin direnebilmesi için, Milletin tamamının desteğine ihtiyaç vardır. Ortadoğu, halklarının güvenini yitiren devletlerin nasıl önce küresel güçlerin yönetimine girdiğinin ve sonra çöküşe geçtiğinin örnekleriyle doludur. Türkiye Cumhuriyeti bir Ortadoğu devleti değildir. Ancak büyük bir hızla böyle bir yol ayrımına sürüklenmektedir.
B. ÇIKIŞ YOLU
1. Milli bir mesele söz konusu olduğunda, siyasi partilerin üstünde ve dışında bir kucaklaşmanın gerçekleşebileceğini Milletimiz kanıtlamıştır. Şimdi sıra, siyaset mekanizmasının Milletten ders alıp, gereğini yapmasındadır.
2. YSK’nın hukuka açıkça aykırı duyurusu ve kararına karşı yargı yollarına hiç kuşkusuz başvurulacaktır. Bu çerçevede, Seçim Kanunu’na göre yetkili olan siyasi partiler YSK’ya itiraz etmişlerdir. Hukuka aykırı olan ve oy birliğiyle verildiği söylenen 560 sayılı karara yapılan itiraz, bu defa ilginçtir ki bir üyenin muhalefetiyle oy çokluğuyla reddedilmiştir. Sırasıyla Anayasa Mahkemesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidilmesi mümkün ve hukuken gereklidir.
Anayasada YSK kararlarının kesin olduğunun yazması, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurunun mümkün olmadığı şeklinde yorumlanmamalıdır. Çünkü Yargıtay’ın ya da Danıştay’ın verdiği onama kararları da kesindir ancak bunlara karşı Anayasanın ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuru yoluna gidilmektedir. Ülkenin tamamını ilgilendiren bir konuda Anayasa Mahkemesi yetkisiz olduğuna karar vermemelidir. Aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de yetkilidir. Çünkü bu Anayasa değişikliğiyle, Cumhurbaşkanına, cumhurbaşkanlığı kararnamesi yoluyla yasama benzeri bir yetki verilmektedir. Bu da halk oylamasını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 nolu Ek Protokol madde 3 gereğince Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetki alanına sokmaktadır.
Anayasa Mahkemesi ve gidilmesine ihtiyaç olursa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvuruları elbette acele işlerden kabul edip, çok kısa süre içinde kararını vermelidir.
3. Ancak her mahkeme kararının mutlu ettiği bir taraf ve mutlu etmediği bir taraf olur. Oysa anayasalar, milletlerin düşmanlaşma ya da kutuplaşma metinleri değil, kucaklaşma metinleri olmalıdır. Yani esasa dair sorunlarımızdan çıkış için aradığımız yolu bize yargı kararları değil, Milletin tamamının sesine kulak veren siyaset mekanizması sağlayabilir.
4. Türkiye’de Milletimizin tamamının benimseyeceği bir çıkış yolu bulunması için acilen şu yapılmalıdır:
Tüm siyasi partiler bir araya gelmelidir. Milletin en az yarısını kaygı, öfke ve güvensizliğe sevk eden Anayasa değişikliği, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce oy birliğiyle kaldırılmalı ve bu değişikliğin yürürlükten kaldırdığı maddeler bir boşluk doğmaması için aynen kabul edilerek yürürlüğe konulmalıdır. Hemen ardından bir komisyon oluşturulmalı ve Anayasa tüm Milletimizi mutlu edecek, ülkemizi çağdaş demokrasiler seviyesine taşıyacak şekilde uzlaşmayla kapsamlı şekilde değiştirilmelidir. Böylece milletvekilleri, genel başkanların temsilcisi olmaktan çıkarılıp gerçekten milletin vekili haline getirilmeli, Meclis bu şekilde güçlendirilmelidir. Yargıya siyasetin müdahalesini mutlak olarak önleyecek bir sistem kurulmalı, bu şekilde yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanmalıdır.
Bu yazdıklarımızı okuyanlar bizi hayalperestlikle suçlayabilirler. Ancak her başarı hikayesi bir hayalle başlar. Halk oylaması sürecinde kazandıklarımızın değerini bilirsek Türk Milleti için bu hayal, ulaşılması hiç de zor olmayan bir ilk hedeftir. Bunu bugün siyaset mekanizması sağlamazsa, Millet, zaman içerisinde gereğini hukuk çerçevesinde yapar.
Çıkış yolu, Milletin kucaklaşmasını sağlamaktır. Bu kucaklaşmanın yolu da; yasamanın, yürütmenin ve yargının birbirinden gerçekten bağımsız olduğu, çoğulcu katılımcı demokrasiyi inşa etmektir. Evvelki günün, dünün ve bugünün doğru ve yanlışlarından ders almak, aydınlık bir geleceği birlikte yaratmak zorundayız.
Biz, Türkiye Barolar Birliği olarak böyle bir komisyon kurulacak olursa görev almaya ve üzerimize düşeni yapmaya hazırız. Türk Milleti’ne güvenimiz tamdır. Gelecekten umutluyuz.
Saygılarımızla.
Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu – Türkiye Barolar Birliği Başkanı
Odatv.com