anadoluverumelimedya.com

Referandumun ilan edilen sonucu nasıl iptal edilir

Kim ne derse desin, 16 Nisan Referandumunun sonuçları halen şaibeden kurtulmuş değildir. Bizzat YSK’nın kendi kararları, “hukuku açıkça yok sayan”, bu nedenle kesinlikle “yok hükmünde sayılması” gereken kararları, 16 Nisan oylamasını, en azından yüzde 50 Hayır veren seçmenin nezdinde açıklanamaz hale sokmuştur.

Reklam alanı

Tabi bu noktada Referandum gecesinden başlayarak, hele son birkaç gündür kendilerine çevrilen kameralar önünde, sonuçların şaibeli olduğundan söz etmeyi bir yana bırakın, 2019 yılında yapılacak Cumhurbaşkanı seçimlerine, daha şimdiden kimin aday olacağı, nasıl aday olacağı yönünde tartışma başlatan CHP’nin en tepedeki yöneticilerine şaşmamak mümkün değil. Herhalde bir Ana Muhalefet Partisi liderinin ve eski liderinin, daha seçimlere iki yıl varken, ve bu yeni sistem “şaibeli bir şekilde” kabul edilmişken, yapacakları en son “siyasal hamle” bu olmalıydı, diye düşünüyor insan. Ama Türkiye’nin siyasal kurgusu bu. 1990’lardan itibaren Türkiye için kurgulanmaya başlanan ve 2000’lerle birlikte tam anlamıyla uygulamaya geçirilen siyasal kurgunun temel aktörleri bunlar. Bugün için siyasetten başka bir şey beklemenin, bugünkü siyasal kurumlar ve kadrolar aynı kaldıkça, çok mümkün olmadığına inanıyorum.

“TELEVİZYONLARA TEK YANLI PROPAGANDA YAPILMA İMKANININ TANINDIĞI BİR SÜREÇ”

Bu nedenle biz yine dönelim hukuksal boyuta. 16 Nisan süreci; KHK ile televizyonlara tek yanlı propaganda yapılma imkanının tanındığı bir süreç; yargı organının “bu değişiklik 1 yıl içinde uygulanmamalı, ancak uygulanabilir” dediği bir süreç; propagandanın yüzde 95’e 5 oranında, inanılmaz dengesiz bir biçimde uygulandığı bir süreç; bizzat YSK’nın 559 ve 560 sayılı kararlarıyla şaibeli hale getirdiği bir süreç; referandum gecesi saat daha 20.30’da ve YSK’nın verilerine göre oyların yüzde 65’i sayılmış iken, sadece Anadolu Ajansı’nın verilerine dayalı olarak seçimin galibinin ilan edildiği bir süreç; saat 20.30’da yapılacağı bütün kanallardan ilan edilmeye başlanan bu “zafer konuşmalarını”, YSK’nın, “Bu sürecin tek denetimcisi ve yöneticisi Anayasa’ya göre benim, Anadolu Ajansı’nın verilerine göre zafer mi kutlanır” diyemediği, bunu engelleyemediği bir süreç; bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında “atı alan Üsküdar’ı geçti” ifadesini açıkça kullanabildiği bir süreç.

Uygulamasıyla, yok hükmünde sayılması gereken kararlarıyla, referandumun düzen ve dürüstçe geçmesini sağlamak bir yana, tamamen içinden çıkılmaz bir hale getiren YSK’sıyla, bundan sonra hukuken bir şey yapılabilir mi yapılamaz mı sözüm ona tartışıyoruz.

Sözü uzatmaya hiç gerek yok, tabi ki hukuken daha çok yapılacak var ve mutlaka yapılacak. Bu kararlar, ilk önce Anayasa Mahkemesi’ne götürülecek. 110 Milletvekili toplanıp 10 gün içerisinde (yani 7 sine kadar) Anayasa Mahkemesi’ne şekil yönünden iptal davası da açabilirler. Arkasından yine AYM’ne bireysel olarak serbest seçimlere katılma hakkı ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda da bulunulabilir. Ki başvuru dilekçesi de hazır ve başvurulacak. Onun arkasından da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yine bireysel başvuru yoluyla olay götürülebilir (ki mutlaka götürülecek).

“TÜRKİYE’NİN BİR HUKUK DEVLETİ OLMADIĞI ORTAYA ÇIKACAK”

İlk önce şunu söyleyeyim. Burada amaç şu; Türkiye’nin bir hukuk devleti olup olmadığı ortaya çıkacak. Eğer Türkiye, ister YSK’nın yanlışıyla, ister bilinçli tercihiyle, referandumunu bile düzgün yapamayan, vatandaşlarının oylarını gereği gibi sayamayan bir ülkeyse, daha temelden Anayasanın 2. maddesinde yazan “demokratik bir hukuk devleti” değil demektir.

Burada bir çok hukukçu şöyle söyleyebilir; “AYM’ye gitmeye ne gerek var? Nasıl olsa daha önceki kararları belli değil mi? Ya daha önceki kararlarında yaptığı gibi YSK’nın kararlarının hukuka uygun olup olmadığı benim sorunum değil derse, ne yapacağız?

Bu kararları tabi ki biliyoruz. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın daha referandumun ertesi günü bizzat Cumhurbaşkanı’na ve Başbakan’a çağırılıp görüştüklerini de biliyoruz. Ancak bu kurumlar, başta da AYM, Türkiye’nin bir hukuk devleti olup olmadığını, referandumunu doğru dürüst, seçmenlerin tümü kuşku duymadan, güvenli bir biçimde yapıp yapamadığı hususundaki kuşkuları, her şeyden önce çözmek durumunda olan bir kurum. Eğer çözemezse o zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tek çare kalır. Ama çok önemli bir şeyi de, tartışmasız olarak öğrenmiş oluruz, demek ki “Türkiye’nin anayasal hükümleri ve anayasal kurumları maalesef demokratik hukuk devletini korumaya, güçlendirmeye, insanları buna güvendirmeye elverişli değilmiş”.

Gelelim önce AYM’ye, sonra AİHM’in önüne götürülecek hukuksal sorunlara; birincisi şu; YSK’nın kararına karşı AYM denetim yapabilir mi yapamaz mı? Yeni Türkiye’nin yeni AYM’si bu soruya “beni ilgilendirmez” diye cevap veriyor. Nitekim bazı hukukçular da bunu iddia ediyor. Oysa “biz” aynı kanıda değiliz. Bunun hukuksal gerekçelerini dilekçede uzun uzun yazdık, ama sadece “lafzına” baksanız dahi, Anayasa, “tahkim konusunda” ya da YAŞ konusunda getirdiği düzenlemelerden farklı bir ibare kullanmış, neden dersiniz? Kaldı ki, Anayasa’nın “başka yargı mercilerine kesinlikle başvurulamaz” dediği Tahkim Kurulu kararlarına karşı UEFA’ya ve CAS’a gidemedik mi? Yine Anayasa’nın yargı denetimi dışında bıraktığı YAŞ kararları defalarca AİHM’in önüne gitmedi mi? Dolayısıyla AYM ve AİHM bu soruna, hukuksal yönden mutlaka yanıt vermelidir. AYM yapmazsa, AİHM yapacaktır.

İkinci temel sorun; AİHS’in seçme hakkını “sadece yasama seçimleri ile” sınırlı tuttuğu iddiasıdır. Göreceksiniz bu sorun da gerek AYM gerek AİHM önünde rahatlıkla çözülecektir. Kaldı ki YSK’nın hukuku allak bullak eden, ünlü 560 sayılı kararına bakın, dayandığı tek gerekçe var; AİHS’in Ek 1. Protokol’ün 3. maddesi tüm hukuksal gerekçesi buna dayanıyor; “Ne yapayım, sözleşmenin 3.maddesi serbest seçim hakkını düzenlemiş, benim uygulamam gereken 298 sayılı kanun ise, bunu sınırlamış, ben tabi ki Sözleşme’yi uygulayacağım” diyor. Kaldırın şimdi 3. maddeyi aradan, karşınızda hiç bir hukuki dayanağı, hiç bir hukuki gerekçesi olmayan bir YSK kararı kalır. Zannediyor musunuz ki, hukuki dayanağı olmayan, hiçbir hukuk kuralına dayanmayan bir kararı (işlemi) AYM denetlemekten kaçınabilir. O zaman Türkiye’nin bir hukuk devleti olmadığını, YSK’nın, hukuk olmadan, kendi görüşlerine göre hukuk yaratabildiğini, bunun da bir Muz Cumhuriyetinden ileri gitmeyeceğini söylemiş olmaz mı?

Gelelim son, üçüncü soruya; AYM’nin önüne gelecek üçüncü soru da şu olacak; her durumda YSK bir kanunu hem de değiştirilmesine rağmen hiçbir değişiklikte, kendisine bu noktada takdir hakkı tanınmamış bir kanun hükmünü yok sayabilir mi? Tamamen tersi bir kanunu, tamamen farklı bir şekilde uygulayabilir mi? Hatta daha doğrusu YSK beğenmediği bir konuda bir uygulamayla yeni kanun yapabilir mi? Anayasa’nın açık hükümlerine göre “yapamaz” gözüküyor. Bakalım AYM ne diyecek?

İşte bu referandum sonucu halen tartışmalı. Bu hukuksal sorunlar mutlaka çözümlenmeli. Göreceksiniz mutlaka çözümlenecek. Bu arada siyasetçilerden özellikle Ana Muhalefet Partisinin yöneticilerinden bir ricamız olacak, hani ünlü Diyojen’in dediği (tabi ifadeyi biraz değiştiriyoruz) gibi, “bırakın 2 yıl sonra kimin Cumhurbaşkanı olacağını,  bu hukuk mücadelesine gölge etmeyin yeter”.

Süheyl Batum

Odatv.com

About armadmin 9322 Artikel
Günlük olaylara toplum duyarlılığını yükseltebilmeyi umuyoruz.