anadoluverumelimedya.com

YSK’dan kurtulmak için bir yol daha var

Barış Zeren / Odatv

Reklam alanı

AKP-MHP cephesinde referandumdan sonra bozulan moraller, muhalefetin akıl almaz oyala(n)ma siyaseti nedeniyle güle oynaya rejim değiştirme şenliklerine döndü. En az 24 milyon insan, oylarının düpedüz, YSK’nın bile kanunen savunamadığı bir kararla hiçe sayılmasını hayretle izler ve muhalefetin toparlanıp bir tavır almasını beklerken AKP-MHP cephesi HSK’ya atamalara başladı, Tayyip Erdoğan kendisini AKP’nin başına geçirdi bile. Ama dile kolay; bu ülkede en az 24 milyon insan ve temsil ettikleri, bugün görülmemiş bir emrivakiyle, temel hukuk normlarıyla çelişen bir sistemde yaşamaya zorlanıyor. Muhalefet ortada tutarlı parlamenter ya da anayasal bir sistem varmış gibi oynamayı bırakıp olağanüstü koşullara uygun bir hukuk ve siyaset seferberliği oluşturmak için büsbütün bir yıkım mı bekliyor?

Sorunu yalınlaştırarak başlayalım: 16 Nisan referandumuyla ilgili statüko cephesinden en özlü değerlendirmeyi TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik yaptı: “Tarihimizin en önemli seçimlerinden birinin seçim güvenliği anlamında zedelenmesi üzücü oldu. Daha önümüzde onlarca seçim olacak. Ama oluşacak şüphe, seçimlerden bile daha önemli olacak. Böyle bir mirasa sahip olduk.” Gerçekten de, AKP-MHP cephesinin oy erozyonu bir yana, seçim güvenilirliğinin kaybı tarihi nitelikte. Kenan Evren’in yüzde 10’luk seçim barajına ve dünyanın en adaletsiz seçim sistemine dayanan AKP, tarihi boyunca bütün politik sıkışmaları “sandık zaferiyle” aştı. 2002’de, 2007’de, 2010’da, 2013’te, 2014 ve 2015’te AKP, bu seçim sistemi sayesinde meşruiyet tazeledi. Bilecik, artık bu meşruiyet kaynağının kuruduğunu endişeyle belirtiyor. Her seçim sonrası cılız biçimde ifade edilen “sandık hilesi” artık bir şaibe değil, milyonlarca insanın nazarında YSK’nın pusulasız oy kararıyla somutlaşmış sabit bir olgudur.

HUKUK YOLLARI KAPALI

Referandumla AKP böyle kökten bir sarsılma yaşarken, CHP’nin güçlü bir çıkış yapması bekleniyordu. Bütün diğer muhalif odakların baktığı ana muhalefet partisi, biri hukuksal biri siyasal, ama hepsi de asıl sorunu örtbas eden iki yol benimsedi. Edilgenlik, hatta işbirlikçilikle suçlanan Kılıçdaroğlu meseleyi ulusal-uluslararası mahkemelere havale etti. Önce Anayasa Mahkemesi sözleri yayıldı; ardından YSK’ya, Danıştay’a başvuruldu ve AİHM’e, hatta BM’lere kadar giden bir itiraz haritası çizildi.

Hukuk yoluna ilişkin iki farklı görüşü anımsatmakta yarar var. Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Kemal Gözler’e göre mevcut anayasa uyarınca hiçbir yargı otoritesi YSK’nın kararını temyiz yetkisini haiz değil. Bu, YSK’nın hem yargısal hem yönetsel bir otorite olarak düzenlenmesinden ileri geliyor. Öte yanda, gene anayasa hukukçusu Prof. Dr. Süheyl Batum, Anayasa Mahkemesi yolunun açık olduğunu belirtiyor. Eğer AYM önceki kararlarını yineleyip YSK’nın bu kararına bakmazsa konu AİHM’e taşınır. Sonuçta, Türkiye’nin bir hukuk devleti olup olmadığı böylelikle ortaya çıkar.

Doğrudur ama, ortaya çıkarsa ne olur? Herkesin bildiği sır ve hukuk yoluna ilişkin her türlü yorumu geçersiz kılan nokta burası. OHAL öncesinde inşaat şirketleri bile yargı kararlarını görmezden gelebiliyordu; OHAL sonrası ise artık yargı, dörtnala Üsküdar’ı geçmeye çalışan, dizginlerinden boşalmış bir hükümet-polis gücünün kamçısı haline geldi. Şu anda AKP-MHP atamalarıyla referandumun öz çocuğu bir yargı aygıtı doğdu. Demek, yargı kapısını eninde sonunda kapalı addetmek gerçekçilik gereğidir.

2019’CULUK YANILSAMASI

CHP yönetiminin hukuk labirentinde kaybolması dışında gene parti içinden bir siyaset yolu ilan edildi: 2019’culuk. Daha YSK bile referandumun kanuniliğini savunamazken Deniz Baykal, sonuçları kabulle 2019 cumhurbaşkanlığı seçimleri için çatı aday hesaplarına girdi. Bu ilk 2019’culuk dalgası tepkilerle dinmişti ki, CHP’de muhalefete geçtiği görünen Selin Sayek Böke, 2019’u çatı adayla bir “parlamenter sisteme geçiş referandumu” yapmak gerektiğini duyurdu. Kısacası, Erdoğan’ın doğurduğu sistemi, içinde bir başka Erdoğan doğurarak kaldıracaklar. Gerçek şu ki, siyaset yolu olarak sunulan bu zeka dolu plan, referandum emrivakisinin kabul ettirilmesinden başka bir işe yaramayacaktır.

Bunun görece önemsiz nedeni şu: Çatı aday düşüncesi, tek adam rejimine karşı çıkmanın en az 24 milyona ortak bir kimlik kazandırdığı yanılsamasına dayanıyor. Oysa gösterilecek aday, kime karşı çıkıldığıyla değil nasıl bir ülke istendiğiyle belirleniyor. Parlamenter rejim hedefi, bu en az 24 milyonu “çatısı altında” toplayabilecek ortak bir Türkiye ufkunu sağlamaz. Hele hedef yalnızca Erdoğan’dan kurtulmak olarak konulursa, ya şimdiye kadar olduğu üzere Erdoğan’ın karizması yapay biçimde pekiştirilir ya en ufak başarı ani bir hüsranla sonuçlanır. 1980 darbesinden beri sistemli biçimde budanan bir toplumsal kimlik bilincini diriltmek ise ne sandık toptancılığının ne seçim reklamcılığının harcı olsa gerektir.

Ama bundan daha önemli bir nokta var: 2019’a oynanacak olursa, bırakalım en az 24 milyon oyu, CHP’nin geleneksel tabanının oyu bile “garanti” değildir. Nitekim, yakın tarihte CHP’nin, Erdoğan’a karşı muhafazakar-İslamcı tabanı toplayacağım motivasyonuyla evdeki bulgurdan olmuşluğu var. Doğru, Ekmeleddin vakıasından söz ediyoruz. 2019’cular, 2014’te yaklaşık 14 milyon kişinin sandığa gitmediğini, bunlardan önemli bölümünün Ekmeleddin’i haklı olarak protesto etmesini hafife almamalıdır; nedense hep CHP’lilere karşı sert çıkan Kılıçdaroğlu’nun o sıralar bu fiili boykotu hissedip “tıpış tıpış sandığa gideceksiniz” dediği hâlâ belleklerdedir.

Baykal ve 2019’cular, çatı adayın yeni bir Ekmeleddin vakıası olmayacağı güvencesi veriyorlarsa da, meseleyi Ekmeleddin şahsiyetinden ibaret sandıkları anlaşılıyor. Oysa Ekmeleddinciliğin özü, tabanın bütün iradesini, coşkusunu, haysiyetini kırarak onu AKP’nin “yeni rejim” emrivakisine dahil etmekti. Bugün ise cumhuriyetçi tabanın haysiyetini ezen, gösterilecek adaydan önce oylarının şaibeye kurban gitmiş olmasıdır.

Cumhuriyetçi tabanın 2014’te mesafesi yalnızca adayaydı, şimdi TÜSİAD Başkanı’nın belirttiği üzere seçim sisteminin kendisi çökmüş durumdadır. Bu, diğer her şeyi önceler: Ne de olsa, istediğin adayı göster, istediğin parlak sloganı bul; vereceğim oy boşa gidecekse, bütün seçim sistemi iktidarın gerektiğinde her türlü seçim güvencesini rafa kaldıracak manipülasyonlarına açıksa, biz neden bu oyuna tekrar tekrar girelim? Oylarımıza sahip çıkacağına yemin edip bize şaibeyi kabul ettiren CHP’ye neden bir daha güvenelim? Üstelik böyle verilen bir oy boşa bile gitmiyor, AKP’nin hamlelerine zemin sağlıyor, neden buna alet olalım? En az 24 milyon içindeki ağırlıklı cumhuriyetçi kitle, bu basit muhakemeyi yapacak irade ve zekaya sahiptir.

TEK YOL: YSK İÇİN OLAĞANÜSTÜ ÜST KURUL

Peki hukuk yolu kapalı, siyasette bırakılan tek yol bataklığa çıkıyor; hiçbir şey yapılamaz mı? Hayır, söz konusu en az 24 milyonu buluşturan bir hukuksal hedef bulunuyor. Ne kadar yinelense az: Muhalefet şerhi koyan üyesi Cengiz Topakbaş’tan ülkemizdeki kıdemli hukukçulara, referanduma “gayrimeşru” diyen CHP’den seçim güvenliği ihlalini saptayan AGİT’e kadar her kademeden otorite YSK’nın kararının kanuna aykırı olduğunda hemfikirdir. Bunun asgari gereği, yukarıdaki makamların da dile getirdiği üzere, referandumun yenilenmesidir. Bu fikir en az 24 milyon kişinin iradesinde vücut bulmuştur, hâlâ da buluyor.

Peki bu nasıl sağlanacak? Tarih, ilişkilerde kural ve karşılıklılığın, yani hukuk otoritesinin bozulduğu anda, siyasetin kurucu olarak devreye girdiğini gösteriyor. Nitekim “olağanüstü hal” düzeninin esprisi de budur. Olağanüstü halde hükümet bir üst otoritedir, ama keyfi otorite değildir. OHAL, hükümete olağanüstü yetkileri ancak hukuk düzeninin oturtulması şartıyla sağlar. Öyleyse OHAL’den hukuk düzenine dönülmesi görevi hükümeti aşar; muhalefet, hukukun yeniden tesisi yolunda olağanüstü adımlar atması için hükümete baskı yapma görevini üstlenebilir.

Dolayısıyla, mevcut hukuksal çerçeve iflas etmiş ve krizi aşmaya yetmiyorsa muhalefet, bir olağanüstü hukuksal düzenleme talebi yolunda siyasal baskı kurabilir. Daha somut olarak, sorunun kalbi, yani Yüksek Seçim Kurulu, olağan hukuksal ve siyasal çerçeveyle değişmiyorsa, olağanüstü yetkilerle donatılmış bir üst kurul eliyle yeniden yapılandırılabilir. En az 24 milyon insanı tatmin edecek bir seçim güvenliği sağlandıktan sonra referandum yenilenmelidir.

Böyle bir kurulun ayrıntıları ayrıca ele alınmalıdır ve bu yazının sınırlarını aşar. Ama genel hatlarıyla, kurulda en geniş yetkinin, kamuoyunu tatmin edecek, baro ya da üniversite gibi kurumlarda söz sahibi anayasa ve idare hukukçularında toplanması hem YSK’nın görevleriyle hem de sorunun içeriğiyle tutarlı olur. Bağımsız hukukçuların yönetiminde kurul, YSK’nın şaibe yaratan kadrolarını görevden uzaklaştırmak başta olmak üzere, gerekli idari tasarruflarla kurumu yeni bir referanduma hazırlar. Kurulda ikincil planda siyasal partilerden temsilciler, ayrıca seçim güvenliğinde bu olağanüstü kurul yönetimine karşı sorumlu üst düzey kolluk yetkilileri de yer alır. Demokratik kitle örgütleri temsilcilerinin kurul çalışmalarını bizzat takip edebilmesi ve seçim güvenliğini uzak mahallere kadar örgütlü biçimde denetleme imkanının seçmene sağlanması, olmazsa olmaz koşuldur.

Kuşkusuz, böyle bir kurul da ancak palyatif bir çözüm olacaktır. Zira, bir an için iktidar partisinin siyasal baskılar karşısında bunu kabul ettiği düşünülse bile, hukuk dışılık burada bitmiyor. Aslında anayasayı, dolayısıyla kuvvetler ayrımını, dolayısıyla ulusal egemenliği ortadan kaldıran tasarının metninden mecliste oylanışına, oradan referandum kampanyalarında iktidar hoyratlığına kadar, hukuksuzluk bir silsile oluşturuyor. Bu palyatif çözüm, kanunsuzluk tümörünü bünyeden tümüyle temizleyemez, ama en az 24 milyon insanın iradesini diri diri gömüldüğü mezardan çıkarabilir.

 

 

About armadmin 9322 Artikel
Günlük olaylara toplum duyarlılığını yükseltebilmeyi umuyoruz.