Barış Doster / Odatv
Türkiye, hem Ortadoğu jeopolitiğinde, hem de enerji zenginliğiyle öne çıkan Kuzey Irak, Katar ve Kıbrıs’ta yaşanan gelişmelerin baskısı altında. Kuzey Irak’ta Barzani, ABD ve İsrail’den aldığı destek ve bölgedeki gelişmelerden yararlanarak, 25 Eylül’de bağımsızlık referandumu yapacağını açıkladı. Ama referandum sonrasında ille de bağımsızlık ilan etmeyebileceğini, halkın görüşünü almak için referandumun önemli olduğunu söylemeyi de ihmal etmedi. Bir anlamda Bağdat’a mesaj verdi… Rusya ve İran’ın ardından dünyanın en zengin doğalgaz kaynaklarına sahip olan Katar (üç ülkenin doğalgaz rezervi toplamı, dünya toplamının yüzde 60’ı, Katar petrolde ise bu kadar zengin değil), yaşanan krizde İran ve Türkiye’nin açık desteğini aldı. ABD ile de yumuşak bir üslupla iletişim kanallarını açık tuttu. ABD’den gelen çağrılara olumlu yanıt verdi… Kıbrıs’ta ise ABD ve AB desteğini arkalayan Rum – Yunan tarafı, Türkiye’nin azalan ilgisi ve yanlış politikalarından, KKTC yönetiminin Rum kesimine olan muhabbetinden yararlanarak, müzakere masasında avantaj elde etti. Her üç bölgede de ciddi bir İngiliz nüfuzu olduğunu, her üç sorunu da İsrail’in yakından izlediğini anımsatıp, birbiriyle yakından ilgili üç konuyu açalım…
Kuzey Irak’taki bağımsızlık referandumuyla ilgili Türkiye’nin tepkisi gereken sertlikte olmadı. Bir zamanlar Irak’ın toprak bütünlüğünü “kırmızı çizgi” sayan Türkiye, bu kez Barzani’ye “uygun değil, sırası değil, ertele” dedi. Yani, artık Irak’ın bölünmesine usulden ve esastan itiraz etmiyor, sadece zamanlama ve bölgedeki güç dengeleri açısından karşı çıkıyor egemenlerimiz. Irak ve Suriye bölünürse, sıranın kaçınılmaz olarak İran ve Türkiye’ye geleceğini görmüyor. Bu 4 ülkenin bölünmesiyle kurulacak bağımsız Kürt devletinin, bölgede ikinci İsrail olarak konumlanacağını kavramıyor. Kuzey Irak’ın bağımsız olduktan sonra Türkiye’ye katılacağı yönündeki yalanlara kanıyor. Bu yolla Türkiye’nin büyüyeceğini, zenginleşeceğini sanıyor. Akdeniz’e açılan Kürt koridorunun (gerçekte ABD koridoru), devamında Kürt devletinin; Türklerin, Arapların, Farsların vatanlarının bölünmesiyle yaşanacak bunalımın; en fazla emperyalizmin işine yarayacağını anlamıyor.
KATAR MESELESİNDE ASIL HEDEF KİM
Katar meselesi; iktisadi ölçekte Katar’ın enerji zenginliği, politik bağlamda İran’ın çevrelenmesiyle ilgili. ABD, terör örgütlerine destek vermekle suçladığı Katar’ı, tamamen İran’ın nüfuzu altına sokacak adımlar atmaz. Katar bunalımından hemen sonra Tahran’da gerçekleşen terör eylemleri, esas hedefin İran’ın kuşatılması, çevrelenmesi olduğunun kanıtlarından biriydi. Öte yandan ABD; Ortadoğu’daki en büyük üssünün, 10 bin askerinin, 100’den çok savaş uçağının olduğu Katar’ı, Suudi Arabistan’ın fazla hırpalamasına da izin vermez. O nedenle hemen devreye girdi. Arabulucu oldu. Taraflara itidal, işbirliği çağrısı yaptı. Liderleri ABD’ye davet etti. Hemen soralım: ABD, Suudi Arabistan’ın terör örgütlerine verdiği desteği bilmez mi? Obama’nın başkanlığının son günlerinde veto ettiği halde yasalaşan ve 11 Eylül 2001 kurbanlarının ailelerinin, Suudi Arabistan aleyhine dava açmalarının önünü açan yasanın amacı neydi? Trump, niçin ilk dış gezisini Suudi Arabistan’a yaptı ve bir kalemde milyarlarca dolarlık silah sattı? Bu soruları düşünürken, Katar’ın milyarlarca dolarlık yatırım fonlarıyla ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ülkelerde büyük yatırımları olduğunun da altını çizelim.
Basra Körfezi’nde İran ve Katar arasındaki kıta sahanlığında 43 trilyon metreküp doğalgaz var, dünyanın en zengin rezervi olduğu söyleniyor şimdilik. Emperyalizmin ve bölgedeki uzantılarından olan Suudi Arabistan’ın bu zenginlikte gözü var. Şöyle ki; Suudi Arabistan Katar’ı kendi topraklarının doğal uzantısı, nüfuz alanı olarak görüyor. Aynen Saddam Hüseyin’in yönettiği Irak’ın, Kuveyt’i böyle görmesi, bu gerekçeyle saldırması gibi. Suudi Arabistan; Katar’ın zenginliğinden, siyaseten göreli olarak bağımsız davranma hevesinden, İran’la yakınlaşmasından rahatsız. Trump’ın gezisinden hemen sonra, ABD’nin onayıyla yaptığı hamleyle, İran’a mesaj vermek istedi. Suudi Arabistan öncülüğünde Arap ülkelerinin önemli bölümünün ve Türkiye’nin katıldığı “Teröre Karşı İslam İttifakı”; Arap Ligi bünyesinde gündeme gelen Suudi Arabistan ve Mısır’ın öne çıktığı “Ortak Arap Ordusu”; son olarak dillendirilen “Arap NATO’su” gibi adımlara bu kapsamda bakmak gerekiyor. Hem Suudi Arabistan hem Katar’la ilişkileri iyi olan İsrail bu projelere olumlu bakıyor. Katar; Mısır’da Müslüman Kardeşler, Filistin’de Hamas, Yemen’de Husiler’e destek vermekle suçlanırken, Arap dünyası birbirine düşerken, İslam alemi mezhepsel farklılık üzerinden ayrışırken, İsrail gelişmeleri izliyor.
Türkiye’nin konumu ise dikkat çekici… Türkiye’de yaklaşık 20 milyar dolarlık Katar yatırımı var, finanstan otomotive, medyadan inşaata dek geniş bir alanda hem de. Bir yanda Katar ve onu destekleyen İran var ki, Suriye meselesinde İran’a karşı konumlanıyor Türkiye ve Katar. Diğer yanda Suudi Arabistan, onu destekleyen Körfez ve Arap ülkeleri, en önemlisi ABD var. Yani Suriye meselesinde aynı safta olan güçler (ABD, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar); Katar sorununda karşı karşıyalar. Dahası, Türkiye Katar’da üs kuruyor. Tugay seviyesinde (3 bin asker) kuvvet yollamaya hazırlanıyor. Katar’da güvenlik güçlerini eğitmek için anlaşma imzalıyor. Hemen soralım: Niçin? Kime karşı? Katar’ı Suudi Arabistan ve müttefiklerine karşı mı koruyacağız? Yoksa İran’a karşı mı savunacağız? Suudi Arabistan ve İran arasında yaşanan nüfuz mücadelesinin, jeopolitik, stratejik, ekonomik, mezhepsel rekabetin tarafı mı olacağız? Suudi Arabistan’ın, son dönemde İran’la ilişkileri gelişen Katar’ı sert biçimde uyarıp, ona ders vermek istemesini mi engelleyeceğiz?
TÜRKİYE’Yİ BÖLMEK İSTEYENLER, KIBRIS’TA BİRLİKTEN YANA
Gelelim Kıbrıs meselesine… Türkiye’de ulus devlete, üniter devlete karşı çıkanların, Kıbrıs’ta iki kesimi birleştirmek itmeleri ilginç değil mi? Türkiye için özerkliği, federasyonu önerenler; KKTC’nin, güneyin egemenliğini tanımasını, kendini feshetmesini, bağımsızlığından vazgeçmesini istiyorlar. Federasyon veya konfederasyonun hukuk, egemenlik, demokrasi, kültür, uygarlık anlayışları türdeş toplumlar arasında mümkün olduğunu dikkate almadan, misal; biri krallık diğeri cumhuriyet ile yönetilen iki yapı arasında federasyon veya konfederasyonun olamayacağını düşünmeden, olur olmaz her soruna federasyon veya konfederasyonu çözüm olarak dillendiriyorlar. Adada Rumların tek egemen ve adanın tamamında egemen olma hevesi oldukça, çözüm olanaksız. Çözümün yolu adada iki ayrı halkın, iki ayrı, iki bağımsız, iki egemen devletin varlığını kabulden geçiyor. ABD ve AB’yi de arkalarına alan Rum – Yunan tarafının taleplerini kabul etmek demek, adadaki Türk varlığını son vermek demektir.
Sözün özü: Emperyalizm bize çoktan seçmeli sorular sormuyor. Paket programla geliyor. Peki, bizim milli ve yerli paket programımız ne? Söyleyelim: Atatürk’ün bölge merkezli dış politikası.