Kerem Yıldırım / Aydınlık
“Bizim mahallede” değeri “muhafazakar” yaftası yediği için pek anlaşılmamış ve hatta yanlış anlaşılmış olan, Türk edebiyatının müstesna ismi Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur isimli romanında şöyle diyor:
“…ben hayata muhafazasını istediğim çevreler içinden bakarım. Bu çevreler benim şahsiyetimdir, tarihi benliğimdir…Ben milliyetçiyim, bir merfuma çok yakın bir realitenin adamıyım. Fakat bu demek değildir ki, halka yabancıyım, bilakis onun emrindeyim.”
Devam ediyor:
“Ben Türkiye’yim, Türkiye benim adesem, ölçüm ve realitemdir. Kainata, insana, her şeye oradan, onun arasından bakmak isterim”
Tanpınar; Türk aydınının halka ve vatana nasıl bakması gerektiğini tarif ediyor. “Halkın emrinde” olmakla, yurtsever olmanın arasındaki kopmaz bağı gözler önüne seriyor.
***
12 Eylül Amerikancı faşist darbesi ülkemizde ve insanımızda onlarca yara açtı. Ancak bunlar arasındaki en etkili, ölümcül ve gittikçe derinleşen yara, 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan “Türkiye düşmanı bir aydın” tipiydi. Bu “aydın” tipi, yalnızca 12 Eylül öncesindeki devrimci ideallerinden vazgeçmekle kalmadı. Umutsuzlaştı. Ülkesine de düşmanlaştı. Ülkesine düşmanlaşan “aydın”, ülkesinin bu hale gelmesinin suçlusu olarak da halkı seçti. Halk “geriydi”, “koyundu” ve zaten “bu halktan da hiç bir b.. olmaz”dı. Bu düşünceleri yazdığı köşeye, öyküye, romana ve şiire yansıttı; TV’lerde haykırdı, beyaz perdeye aktardı, “medeni ve demokratik Batı”nın düşünce kuruluşlarında arsızca dile getirdi. Zamanla, suçladığı halktan bütünüyle koptu ve halk düşmanı haline dönüştü. “Aydın”ın umutsuzlukla başlayan ve ardındansa Türkiye düşmanlığına dönüşen serüveni, halk düşmanlığıyla sonuçlanmıştı.
***
12 Eylül’ün yarattığı bu aydın tipi bizim tarihimizde ilk değildi. Türk aydınının zihnini kanserli bir hücre gibi saran bu umutsuzluk hali ülkemizde daha önce de yaşanmıştı. Onlara “Tanzimat aydını” deniyordu. O yüzden bugün yeni bir tanım yapmak doğru olmaz.
Türk aydınının zihnini bir kanser gibi saran Tanzimat aydınının ruh hali, Türk aydını içerisinde devrimci düşünceler geliştikçe etkisiz hale geldi. Yeni Osmanlı Cemiyeti ve Jöntürkler, Türk aydınının devrimci kökleriydi.
Devrimci aydında umutsuzluk yoktu, tam tersine devrimci aydın umutluydu. Devrimci olduğu için umutluydu, değiştirme arzusuyla zihnine umut tohumları ekiyordu. Umutlu olduğu için halkçıydı. Jöntürkler 1913’te bu yüzden çıkardıkları dergiye Halka Doğru ismini verdiler. Ruh halleri çıkardıkları derginin ismine yansımıştı. Çünkü; devrimci aydın halka dayanmadan hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini biliyordu. Devrimci aydını vatana bağlayan ise halk sevgisiydi, umutlu ve devrimci olmaktı.
***
Türk aydını içerisindeki kanserli hücre olan tanzimat aydınının en berbat biçimlerine şahit olduğumuz günümüzde, Tanpınar’ın yarım asrı aşkın bir zaman önce belirttiği uyarılar çok daha önemli hale geldi.
Türkiye düşmanlığı “aşkıyla” ne yapacağını bilemeyen yeni tanzimat aydını, Türkiye’nin aleyhine ne varsa hepsini alkışlama noktasına geldi. Yeni tanzimat aydını önce “bir kadın memesine” vatanını sattı, ardından vicdanını kaybetti, kalemini sattı, en sonunda da aklını yitirdi. Bu yüzdendir ki, vatan düşmanı bir örgüt tarafından acımasızca katledilen gencecik öğretmene üzülmedi. Hatta üzülmediği gibi, katledilen öğrenmenin ismine bakarak ailesinin siyasi görüşünü sorgulayan bir ahlaksızlığa soyundu. Bu tutum münferit değildi, bir ideolojik/politik iklimin, bir çürümenin kaçınılmaz neticesiydi. Yeni tanzimat aydını çürüdükçe iğrençleşti, çürüdükçe halka yabancılaştı, çürüdükçe Türkiye’ye olan nefreti arttı.
İşte böylesine bozulmuş ve her geçen zaman biraz daha köhneleşen bir ortamda, Tanpınar doğumunun 116. yıl dönümünde Türk aydınını, daha dün konuşmuş gibi güncelliğini koruyan sözlerle uyarıyor: “Dünya’ya Türkiye’den bak. Halkının emrine gir.”
Tanpınar’ın uyarıları, halkına ve vatanına bağlı; yüreği umutla dolu, gerçek Türk aydının kılavuzudur.
Bugün de, yarın da…