MUSTAFA KÖMÜŞ / Birgün
‘Dayanışma ezilenlerin inceliğidir’ diyerek yola çıkan birçok genç Tokat’ın Dive, Isparta’nın Güllü ve Uşak’ın Eşme köyünün yolunu tuttu. Gençler Dive’de kiraz, Eşme’de tütün, Güllü’de gül dayanışması yaparak köylülerle birlikte, hayalini kurdukları yaşamın örneklerini sergilediler. Gençlerden Süleyman Demirel Üniversitesi öğrencisi Furkan Gürsoy, Uşak Üniversitesi öğrencisi Sezer Gök ve İstanbul Üniversitesi öğrencisi Can Güneş’le yaptıkları dayanışma faaliyeti üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Güneş, Gürsoy ve Gök günümüzde bireyciliğin, bencilliğin öne çıkarıldığını; bu faaliyetle bunun karşısında başka bir hayatın mümkün olduğunu gösterdiklerini söyledi.
» Yaptığınız dayanışma faaliyetinin basit bir yardımlaşma faaliyetinden farkı nedir?
Furkan Gürsoy: Gerçekleştirdiğimiz dayanışma faaliyetlerimiz, hayalimizdeki yaşamın nüveleri olarak adlandırılabilir. Bu faaliyetler insanlara farklı bir hayatın mümkünlüğünü pratik alanda gösterebildiği gibi, aynı zamanda bize de hayalimizdeki o farklı yaşamın aslında hayal olmadığını, olabilirliğinin olduğunu gösteriyor. Gerçekleştirdiğimiz dayanışma faaliyetlerimiz sadece tarladaki ürünlerin hasadıyla sınırlı kalan faaliyetler değil. Orada insanlarla birlikte tarlada ter dökmek, ardından birlikte sofra kurup yemek yemek, insanların sorunlarını hep birlikte konuşup, hep birlikte çözüm aramak; bir arada yaşam fikrimizin, dayanışmanın, ortaklaşmanın yani gelecek güzel günlerin tablosunu oluşturuyor. Bu faaliyetlerin bir diğer özel tarafı da çocuklar. Tersine Dünya Okulu’nun dayanışma faaliyetleri esnasında gerçekleştirdiği atölyeler, çocukların bir taraftan özgür bir ortamda kişisel gelişimlerine katkı sunarken bir yandan da eğlenmelerini sağlıyor.
Sezer Gök: Uşak Eşme’ye bağlı Güllü köyünde yürütmüş olduğumuz dayanışma faaliyetinin ikincisini bu yıl “Dayanışma Ezilenlerin İnceliğidir” şiarı ile gerçekleşirdik. Hayata geçirmeyi amaçladığımız şey basit bir yardımlaşma faaliyetinin ötesinde bir düş yolculuğudur. Günümüz koşullarında insanların tek tek yalnızlaştığı, bireyselleştiği ve yabancılaştığı bir süreçte yaşıyoruz. ”Her koyun kendi bacağından asılır” fikrinin egemen kılınmaya çalışıldığı bir konjonktürde insanlığın mutluluğu “Akıldan kalbe giden sevgi köprüsü”nden geçtiği bilinciyle hareket ederek, bizler gittiğimiz mahallerde, köylerde insanlığın geleceğini temsil eden ilişkiler kurmayı amaçlıyor ve bunu görev ediniyoruz. Tıpkı geçmişte olduğu gibi “Devrimci Gençlik Köprüsü”nün mirasçıları olarak bu dayanışma faaliyetlerini yaşamın her alanına taşımaya çalışıyoruz.
Can Güneş: Farklı şehirlerin, farklı üniversitelerin, farklı fakültelerinde okuyan bizlerin aslında Dive köyündeki insanlarla, çocuklarla buluşmamızın ya da bir araya gelmemizin belki de tek ortak yanı “ezilen” bölümü oluyor sanırım. Biz üniversitelerde parasız, bilimsel, demokratik eğitim için mücadele ederken ne kadar bastırılmaya, sindirilmeye çalışılıyorsak ,o köydekiler de -dayanışma faaliyetimize konu olan vişne kiraz ile- sömürünün dik alâsıyla karşı karşıya kalarak bizimle aynı kelimede buluşuyor. Yani insanlar, şehirler, yaşam tarzları birbirinden ne kadar farklı olursa olsun Dive’deki Emrullah amca ile İstanbul Üniversitesi öğrencisi Can’ı birbiriyle buluşturan değerler ve karşı koyuşlar ortaya böyle bir “incelik” çıkartıyor. Öncelikle ne bizim dayanışma faaliyetlerini yaptığımız yerlerdeki insanlar yardıma muhtaç ne de biz o insanlara yardım edebilecek düzeydeyiz. Yardımlaşma dediğimiz şey yukarıdan aşağıya gelişir. Dayanışma ise ne yukarıdan aşağıya ne de aşağıdan yukarıyadır. Tamamen yataydır. Az önce de belirttiğim o “ezilenler” arasındaki en insani en toplumsal ilişki biçimidir.
» İçinde bulunduğumuz dönemde yaptığınız dayanışma faaliyeti ne anlama geliyor?
Furkan Gürsoy: İçinde yaşadığımız dönem, insanları bir aradalıktan toplumsallıktan soyutluyor. Uygulanan yanlış politikalarla toplumu kutuplara böldüler. Birkaç kliğe birden bölünen Türkiye toplumu içinde bizden olmayanın burada hakkı yok gibi bir söylem ve kafa yapısıyla karşı karşıyayız. Işte biz bu durum ve kafa yapısına karşı gittiğimiz köylerde dayanışmayı, bir aradalığı büyütüyoruz. Birlikte üretilebilineceğini, birlikte tüketilebilineceğini, birlikte saygı ve sevgi içinde yaşanılabileceğini; yani kısaca hayatın birlikte yaşanabilip paylaşılabilecek bir şey olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Bir diğer taraftan çiftçilerle tarlaya girerek üretim esnasında o anlara bire bir tanık olabiliyoruz. Bu durum bizim üreticiyi anlamak kadar sorunlarını da çıplak gözle görmemizi sağlıyor. Oturup çiftçiyle birlikte sorunlara dair somut çözümler bulmaya çalışıyoruz.
Sezer Gök: Bizim Eşme bölgesini bu faaliyeti gerçekleştirmek için seçmemizin sebebi, o bölgede yetiştirilen tarım ürünlerinin çeşitliliği ve mevsimsel olarak uygunluğu ve aynı zamanda geçmişten beri sürdürmüş olduğumuz canlı ve kalıcı ilişkiler. Bunlar iki senedir Güllü halkı ile buluşmamız için iyi bir zemin oluşturdu. İnsana ve insandan yana olan her şeyin köreltilmeye çalışıldığı bu çağda paylaşma, dayanışma, sevgi, birlikte düşünüp, birlikte üretmek gibi kavramların insanların yaşamlarından soyutlandığı, onların var olan problemler ile baş başa bırakıldığı, üretmiş oldukları tütün üzüm gibi ürünlerin girdilerinin yüksekliği ve bu problemleri çözme konusunda bağımlı hale getirildiği böyle bir süreçte, dayanışma ile bu problemlerin aşılabileceği ve çözüm üretmenin mümkün olduğunu göstermek ve bunu yaparken de hayattan ve kurduğumuz ilişkilerden öğrendiğimiz çok şeyin olduğunu söylememiz gerek. Biz sadece basit bir yardımlaşma örneği sergilemek için gitmedik, aynı zamanda birlik, dayanışma, sevgi bağlarıyla tarihsel köprüleri sürdürüp ileri taşırken bir yanda da gerçek hayat üzerinden hayatı öğreniyoruz.
Can Güneş: İçinde bulunduğumuz dönem ne yazık ki neoliberalizmin en karakteristik özelliklerinden biri olan “bireyciliğin” toplumsal ilişkilerde hâkim olduğu bir dönem. Birey yararının toplumsal yararın önüne geçtiği bu dönem, beraberinde hırsı, paylaşmamayı getirdi. Biz de bu dayanışma faaliyetleriyle aslında bu görüşün kalbine hançer saplamaya çalışıyoruz. Onlarca genç en ufak çıkarları olmadan günlerce köy halkının evlerinde kalıp birlikte kiraz toplayıp köydeki çocuklarla birçok etkinlik yapıyorlar. Baktığımızda gittikleri köylerde çocuklarla etkinlikler, atölyeler yapan onlarca dernek ve sivil toplum kuruluşu var. Bu dernek ve stk’ler milyonlarca liralık yurtiçi-yurtdışı fonlarla ödeneklerle bu “projeleri” yapıyor. Ancak bizim yaptığımız şeyi söz konusu bu “projelerden” ayıran birtakım şeyler var. Bizler bu dayanışma faaliyetini basit bir projeden ziyade aslında düşlediğimiz Türkiye’nin küçük birer örneklerini ortaya çıkarmak için yapıyoruz. Yani içinde bulunduğumuz bu karanlık dönem içerisinde yarına dair küçük de olsa umut ışıkları ortaya çıkarmaya çalışıyoruz
» Yaptığınız faaliyetle halkla iç içe oldunuz. Halkın size yaklaşımı nasıldı ve bu deneyim size ne kazandırdı?
Furkan Gürsoy: Bu soruya Keçiborlu’da gerçekleştirdiğimiz gül dayanışmasından örnek vermek isterim. Bu sene 6-10 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirdiğimiz gül dayanışmasının ilk deneyimini yaşadık. Keçiborlu halkının pek alışık olmadığı ama kamp sonunda seneye de gelin diye davetiye alıp gideceğimize dair söz verdiğimiz bir biçimde sonlandırdığımız bir süreç geçirdik. Keçiborlu’ya giderken elbette ki hepimizin aklında neler olabileceğine dair fikirler vardı. Ama tüm samimiyetimle söylemeliyim ki beklentilerimizin çok çok üstünde güzel ilişkilerimiz, deneyimlerimiz oldu. Gül toplama işinde çalışan mevsimlik işçilerle ve mültecilerle de karşılaştık. O insanlarla da sohbet edebilme şansımız oldu. İnsanlar bizi gayet ciddiye alarak dinlediler. Kurduğumuz ilişkiler saygı sevgi çerçevesinde geliştiği için çok samimi bir ortamı çok kısa sürede kurabildik.
Sezer Gök: Güllü’de yapmış olduğumuz bu çalışma hikâyemizin ilk satırlarıdır. Burada kaldığımız 6 gün boyunca insanların yaşamlarına ortak olarak, günlük hayat içerisinde karşı karşıya kaldıkları zorlukları da o yaşamın penceresinden tüm çıplaklığı ile öğrenme ve yaşama fırsatı bulduk. Bir ay öncesinden başlatmış olduğumuz ve Tersine Dünya Okullarından gelen çocuk kitaplarımızı “Güllü’nün Güzel Çocuklarına” diye başlayan mektuplarımızla birlikte ev ev dolaşarak dağıtmaya, aileler ve çocuklarla kucaklaşmaya, bütünleşmeye çalıştık. Bu süre zarfında Güllü civarındaki köylerden “Neden bizim köylere de gelmiyorsunuz?” şeklinde sevimli serzenişlere tanık olduk. Bir de köylüler tarafından sürekli söylenen bir şey vardı bizlere. “Buraya sizden önce Sinan Cemgil ve Arkadaşları 72. Koğuş piyesini oynamaya gelmişti. ”Bizim için en anlamlı cümlelerden bir tanesi buydu aslında. Sinan Cemgil’in ayak izlerinden yürümek.
Can Güneş: Şahsen 3 senedir Dive’ye vişne-kiraz dayanışmasına gidiyorum. O yüzden köy halkı bizi o kadar çok benimsemiş ki köye gittiğimizde anne çocuğuna “Kimler gelmiş?” diye sorduğunda “Devrimciler geldi anne” cümlelerini duyduk. Birçok kişinin evinde kaldık köyde. Yeri geldi ülke sorunlarını, baskıları, büyük süper marketlerde kilosu 10 tl olan kirazın köyde aracıya kilosunu nasıl olur da 1.5 tl’den satıldığını ve aslında köylüyü buna muhtaç eden düzenin ta kendisini tartıştık, yeri geldi günlük hayatın içinde olan şeyleri konuştuk tartıştık. En çok da köydeki çocuklarla iç içe olduk diyebiliriz. Tiyatro, müzik, resim, dans gibi ve daha birçok atölye, etkinlik, turnuvalar ile kiraz tarlalarından döner dönmez her gün saat 15.00’te çocuklarla köyün tek okulunun bahçesinde buluştuk.
Bu dayanışma faaliyetinin bize kazandırdığı en büyük şey bireyciliğe, çıkarcılığa karşı dayanışmanın gücünü görmemiz ve bunu göstermemizdir. Köyde evinde kaldığımız teyzeyle kışın da telefonla konuşup halini hatrını sormamız, iki sene önce bağlama çaldığını görüp birlikte şarkı söylediğimiz gencin bu sene konservatuar sınavlarına girmesidir kazandığımız şey. Bu küçük umut ışıkları ne kadar çok artarsa ve yan yana gelirse o kadar bu karanlığı söker atarız. Geçtiğimiz perşembe günü doğum gününü kutladığımız ağabeyimiz Bahadır Grammeşin’in dediği gibi:
“Gülümseyeceğiz cümle zulmün karşısında.
Böyle böyle düzelecek bu işler.”