Ömer Çelikdönmez / www.kafkassam.com
Dün kıymetli muharrir ve müverrih Metin Hasırcı Beyefendi den bir mesaj aldım, aynen aktarmak istiyorum; ” Ömür bey kardeşim,bu ege ve adalar meselesi hakkında bir analizin varmı? Kaynak tek kişi emekli deniz kurmay albay. İddialarında musır bir şahsiyet. Vatanperver bir insanda. Bizim mahalle bu hususta çok alakasız. Fiemanillah.” Sayın Hasırcı’nın bu serzenişinden sonra konuyla ilgili yazmamak yakışık almazdı. Malûm Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip olan Türkiye, bölgedeki kıta
sahanlığının dış sınırlarını BM’de kayda geçirdiği gibi bu bağlamdaki meşru hak ve
çıkarlarını korumak için gerekli tedbirleri almış bulunuyor. Bu sebeple Türkiye’nin Doğu
Akdeniz’deki hak ve çıkarlarını dikkate almadan atılacak adımların ne hukuki
açıdan bir geçerliliği, ne de bölgede gerginliği artırmak dışında bir işlevi olacaktır.
Bu anlayışla, Doğu Akdeniz’e kıyıdaş bazı ülkelerin son dönemde aralarında
deniz yetki alanlarının sınırlandırılması hususunda yürütmekte olduğu işbirliği
süreçlerine Türkiye aktif şekilde müdahildir.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan Ege Denizi’ndeki başlıca sorunlar esas olarak 5 başlık altında ele alınıyor:
1. Bunlardan ilki karasuları ve kıta sahanlığı ile bu alanların sınırlandırmalarını da kapsayan deniz yetki alanlarıyla ilişkilidir. Türkiye ve Yunanistan arasındaki deniz sınırı henüz bir anlaşmayla belirlenmediği gibi
Türkiye ve Yunanistan karasularının Ege Denizi’ndeki genişliği 6 deniz mili olduğu gibi Ege’de Türkiye ve Yunanistan’a ait kıta sahanlığının sınırları da henüz belirlenmiş değildir.
2. Ege sorunlarının bir diğeri 1923 Lozan Antlaşması, 1947 Paris Antlaşması ve konuya ilişkin diğer uluslararası belgeler çerçevesinde Doğu Ege Adaları’nın silahsızlandırılmış statüsüdür. Bununla birlikte, Yunanistan Türkiye’nin itirazlarına rağmen uluslararası hukuk çerçevesinde ahdi taahhütlerini ve antlaşmalardan doğan yükümlülüklerini ihlal ederek 1960’lardan beri adaları silahlandırarak Doğu Ege Adalarının silahsızlandırılmış statüsüne aykırı hareket etmekten geri kalmıyor. 3. Ege’ye ilişkin bir başka temel sorun, bazı coğrafi formasyonların yasal statüsüne ilişkindir. İşte Türkiye kamuoyunda Ege Denizindeki adaların Yunanistan’a bırakıldığı iddiaları bu konuyla ilgilidir. Türkiye, uluslararası alanda geçerliliği olan enstrümanlarla açık bir biçimde Yunanistan’a bırakılmış olan adalar, adacıklar ya da bu tür formasyonlar üzerinde herhangi bir hak iddia etmemektedir. Ancak Ege Denizi’nde egemenliği açık olarak Yunanistan’a bırakılmayan birçok adacık ve coğrafi formasyon olduğu da tartışmasız bir gerçektir. Yunanistan oldu bittiyle hangi bölge ülkesine ait olduğu belirtilmeyen statüsü tartışmalı coğrafî formasyonları işgal etme girişimlerinde bulunmaktadır.
4. Ege sorunlarının dördüncüsü, Yunanistan’ın uluslararası hukuka aykırı olarak ulusal hava sahasının 10 deniz mili genişliğinde olduğunu iddia etmesi ve Uçuş Bilgi Bölgesi (FIR) sorumluluğunu hemen her fırsatta istismar etmesidir. Yunanistan’ın karasuları genişliğinin 6 deniz mili olmasına karşın, ulusal hava sahası genişliğinin 10 deniz mili olduğu, asla uluslararası platformda yasal geçerliliği olmayan, palikarya hayali Yunan iddiasıdır. Çünkü Uluslararası hukuka göre, bir ülkenin karasuları genişliği aynı zamanda o ülkenin ulusal hava sahasının genişliğini de belirler. Yunanistan 1931 yılında o tarihte karasularının genişliği 3 deniz mili olmasına karşın, ulusal hava sahasını 10 deniz mili olarak deklare etmiştir. Yunanistan daha sonra 1936 yılında karasularını günümüzde uyguladığı 6 deniz miline çıkartmıştır. Bu nedenle Yunanistan’ın ulusal hava sahasının 10 deniz mili olduğu iddiası uluslararası hukuk çerçevesinde savunulabilir bir yanı bulunmamaktadır. Yunanistan’ın 6 deniz mili genişliğinde olan karasuları ile 10 deniz mili olarak deklare ettiği ulusal hava sahası arasında kalan saha uluslararası hava sahasıdır. Yunanistan’ın 10 deniz mili genişliğindeki hava sahası iddiası ne uluslararası alanda ne de Türkiye tarafından tanınmıyor.
5. Ege Sorunlarının dördüncü kategorisi Arama Kurtarma (SAR) Faaliyetleriyle ilgilidir. Denizde Arama Kurtarma faaliyetleri 1979 tarihli Denizde Arama Kurtarmaya ilişkin Uluslararası Sözleşme (Hamburg Sözleşmesi) ile düzenlenmiştir.
Hamburg Sözleşmesi’ne göre, ilgili taraflar arasında anlaşma yoluyla arama ve kurtarma sahaları belirlenemediği takdirde taraflar, böyle bir anlaşma yapılana kadar arama ve kurtarma hizmetlerinin kapsamlı koordinasyonu için çaba sarfedeceklerdir. Türkiye’nin bu hedefe yönelik müteaddit çağrılarına rağmen Ege’de böyle bir koordinasyon kurulamamıştır. Türkiye kendi arama kurtarma sahasını (Search and Rescue Region–SRR) deklare etmiş, ilgili IMO Küresel SAR Planına kaydettirmiştir. Türkiye yasal prosedürler çerçevesinde kendi bölgesinde, insan hayatını kurtarmaya yönelik arama ve kurtarma faaliyetlerini etkin biçimde sürdürüyor.
Şimdi tüm bunlara bakıldığında Türkiye’nin Yunanistan’a Ege Denizindeki adaların egemenliğini devrini gerçekleştirdiği söylenebilir mi? Bir karış vatan toprağını binlerce şehit ve gazinin kanıyla perçinleyen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Ege Denizindeki adaları Yunan egemenliğine devredilmesine ses çıkarmaması kendi varlık sebebini inkâr olmaz mı? Evet fiili olarak Yunanistan anlaşmaları ihlal etmektedir, ancak Türkiye’nin Egemenlik haklarını korumak için yapacağı her türlü operasyona da yaptığı ihlâl ve haksızlıklarla ortam hazırlamaktadır. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı halen zihinlerde yerini koruyor, palikarya Türk askerinin ne yapabileceğini Beşparmak dağlarına baktığında iyi görüyor. Demek istediğim devletimiz güçlü, dışişleriyle ordusuyla gelişmeleri çok yakından takip ediyor.