Ahmet Gürsoy / Yeniçağ
Önce bir tespit ardından bir düzeltmeyle başlayalım. Milli Eğitim Bakanlığı neyi değiştirdiğini bilmiyor. Kavramları yanlış ve yerli yerinde kullanmıyorsa başka ne dememiz icap eder?
Milli Eğitim bakanlığı, eğitim işlerinden sorumlu devlet yapısının en üst kurumu.
Ne demek bu?
Eğitim hakkında en yetkili karar verici organ demek. Öyle ise eğitimle ilgili kavramları bilmesi gerekmez mi?
Gerekir.
Aynı zamanda bunları yerli yerinde kullanması gerekmez mi?
O da gerekir.
Hatta biz yanlış kullandığımızda kendisinin düzeltmesi, eksiklikler konusunda bilgilendirmesi gerekir. Buna rağmen hala eğitim programı, öğretim programı yerine “müfredat” diyor. İşin garibi herkes bu kavramı tıpkı bakanlık gibi içeriğine bakmadan aynı şekilde kullanıyor.
Milli Eğitim Bakanlığının değiştirdiği şey, müfredat değil. Önce ne yaptığını bilmesi gerekir.
İkincisi, Milli Eğitim Bakanlığı sistem değişikliği de yapmadı.
Milli Eğitim Bakanlığı eğitim programını da değiştirmedi. Milli Eğitim Bakanlığının yaptığı şey, eğitim programının bir alt basamağı olan öğretim programını değiştirmekten ibarettir.
Peki, müfredat nedir?
Müfredat, öğretim programının küçük bir ayrıntısıdır. Derslerin, konuların sıralanması anlamına gelir.
Eğitimde program geliştirme alanı 1949’da bilim haline geldi. Çiçeği burnunda daha yeni bir bilim dalı. Üniversitelerde Eğitim Fakültelerine bağlı eğitim bilimleri bölümünün içinde ana bilim dalı olarak yer almaktadır.
Düşünün.. Sağlık bakanlığı tıp fakültelerinde yeni bir bilim dalının varlığından habersiz tıpla ilgili değişiklikler yaptığını söylese ne düşünürsünüz? Milli Eğitim bakanlığının “müfredatı değiştirdim” demesi böyle bir şey.. Ne değiştirdiğinden habersiz açıklama yapıyor.
Gelelim öğretim programındaki değişikliler meselesine..
“Hiçbir program toplumsal gerçeği göz ardı edemez.” Bu bir ilkedir. Ve bütün programcılar bunu bilir. Öyle ise Türkiye’nin toplumsal gerçeğini ortaya çıkaracak veri toplanması yani ihtiyaç analizi yapılması gerekir.
Ne var pek çoğu herkesçe bilinen toplumsal gerçeklikte?…
Darbeler var.
Adaletsizlik var.
Liyakate uyulmasa var.
Değerler kırılması var.
Hukuk devletinin niteliklerinin ortadan kaldırılması var.
Milli tarihe karşı temelsiz ve haksız tepkiler var. Bazı insanlar, Kurtuluş Savaşının başkumandanına, onun silah arkadaşlarına, ilk Cumhurbaşkanına ve makamına tıpkı savaş yıllarında olduğu gibi saldırılar var.. O günkü muhalefeti güncelleştirerek sürdürenler var..
İşsizlik var.
Terör var.
Ve en önemlisi de giderek uzaklaştığımız bilimsellik sorunu var. Fakültelerin Fen bölümleri, fizik ve kimya, uzay bilimleri, endüstri mühendisliği gibi ülkenin kalkınmasını sağlayacak bölümler nitelikli öğrenci alamıyor. Çoğu üniversitelerde bu bölümler kapanma noktasına gelmiş.
Türkiye’nin içinde bulunduğu savaş gerçeği ve bunun teknolojisini üretememe sorunu var. Kısacası kalkınma sorunu var. Büyüme sorunu var.
İşte siz, bu ve benzer bütün gerçekleri göz ardı ediyor, ortaya ideolojik bir eğitim düzeni iması verecek düzenlemeler yapıyorsanız, kusura bakmayın, “ecdadınız Osmanlı’daki” yanlışları tekrar ediyorsunuz demektir ki bunun sonu, 30 Ekim 1918’de devleti İngiltere’ye teslim etmekle sonuçlanmıştır.
görsel: kamugundemi.com