Evren Devrim Zelyut / Aydınlık
Almanya ve Türkiye arasında sular durulmak bilmiyor, geçen yıl Alman meclisinin 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak nitelendiren tasarıyı kabul etmesi, sonraki süreçte PKK ve FETÖ’ye verdiği desteği artırması, doğal olarak Türkiye’yi rahatsız etti. Bu rahatsızlığın sonucu olarak, İncirlik ve Konya üslerinde askerleri bulunan Almanya’ya ziyaret izni verilmedi. Son olarak aralarında Peter Steudtner isimli Alman vatandaşının da bulunduğu altı kişinin İstanbul Büyükada’da gözaltına alınması üzerine, Alman Dışişleri Bakanı Gabriel, Türkiye’yi açık açık ekonomik yaptırımlarla tehdit etti.
ALMANLAR NEDEN BU KADAR GERGİN?
Almanya’nın Türkiye’yi tehdit etmeye varan tavrının siyasi kodları hakkında çok şey söylemek mümkün. Ancak, görülen o dur ki, Almanya’nın ABD ile yaşadığı ekonomik ve siyasi çıkar çatışmalarının, konu “Türkiye’yi hizaya getirme” olduğunda bittiği anlaşılıyor. Almanların, Barzani’nin bağımsızlığına karşı çıkarken, dolaylı olarak Türkiye’nin parçalanmasına karşı olmak gibi algılanan tavırlarının kökeninde, Kuzey Irak’ın Amerikan egemenliğine teslim edilmemesi için alınan bir tavrın yansımasını görebiliriz. Alman devleti için adı ister PKK ister FETÖ olsun, iç savaş içinde enerjisini harcayan bir Türkiye, her zaman ideal olandır. Peki bu keskin sonuca nasıl varıyoruz açıklayalım: Geçen Şubat ayında İngiltere kökenli Price Waterhouse Coopers isimli finansal danışmanlık şirketi 2050 yılına kadar ülkeler bazında büyüme tahminlerini içeren bir rapor yayımlamıştı. Raporda Türkiye’yi belli başlı Avrupa devletleri ile kıyasladığımız zaman ortaya aşağıda gördüğünüz çok ilginç bir grafik çıkıyor.
Grafiğin akıllara getirdiği sonuçlar şunlar:
Türkiye, yaşadığı tüm ekonomik ve siyasi sancılara rağmen, yakaladığı yüzde 3 büyüme düzeyi ile önümüzdeki otuz yılda, belli başlı Avrupa devletlerini geride bırakacak. Alman nüfusunun hızla yaşlanmasına karşın, genç nüfusuna daha kaliteli eğitim verme yollarını arayan Türkiye, 2050 yılı gelmeden Almanya’nın Afrika, Asya ve Ortadoğu pazarlarında en büyük rakiplerinden biri olacak.
PWC’nin yüzde 3 üzerinden yaptığı büyüme tahminlerinin Atlantik Sistemine eklenmiş bir Türkiye’ye ait olduğunu unutmayalım. Atlantik Sistemi, Türkiye’nin genç nüfusu ve normal şartlar altında yüzde 5-6’lık büyüme kapasitesini kendisine bir tehdit olarak gördüğü için parçalanmasını tercih ederken, Türkiye’nin bu sistem dışı alternatiflere yönelmesi, gelecek yıllarda büyüme oranlarını yüzde 3’ten daha yukarı, yüzde 6-7 gibi rakamlara kolaylıkla taşıyabilir.
Yapılan tahminlerde yüzde 3 büyümeyle bile Almanya’nın başını ağrıtma potansiyeli olan Türkiye, Atlantik dışı bir sistemde istikrarlı yüzde 6 büyüme oranına ulaşırsa ne olur? Bu Almanların gelecekte görecekleri en büyük kâbuslardan biri olmaz mı?
Kimse Almanya’nın mevcut ekonomik devasa gücünü yadsıyamaz lakin 2050 yılı geldiğinde, elinde büyük bir sermaye ve teknoloji birikimi olan, ancak yaşlı nüfusu ile bu üretim faktörlerini işlemekte zorlanmaya başlamış Almanya, İpek Yolu gibi bir akışın parçası olmayı seçmiş, arkasında doğu sermayesi ve teknolojik birikimi olan genç Türkiye ile kendisini çetin bir rekabetin içinde bulamaz mı? Bu nedenle, 2050 yılına gelmeden Türkiye’nin bölünmesi veya enerjisinin iç savaşlarda kaybettirilmesi Almanya için mantıklı bir seçenek değil midir?
TÜRK DEVLETİNİN ÇIKIŞ YOLU
Mevcut rakamlara bakıldığında Avrupalı devletlerin Türk dış ticaretindeki payları büyük olsa da, bu ülkeleri tıpkı İngiltere’nin “Brexit” sürecinde yaptığı gibi, ikame edecek orta vadeli bir planın Türk devlet katında hazırlanmaya başlanmasının zamanı gelmiş, hatta geçmektedir.
İkame edecek planda Şangay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerin ana eksene oturtulması ise şarttır. Zira yine Pwc raporuna göre, E7 ülkelerinin (Türkiye, Meksika, Brezilya, Rusya, Endonezya, Çin ve Hindistan) G7 ülkeleri ile (Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya, Kanada ve İtalya) küresel ekonomik güç açısından karşılaştırıldığında, 1995’li yıllarda E7 ülkelerinin, G7 ülkelerinin yarısı olduğunu, 2015 yılına geldiğimizde iki grubun da hemen hemen aynı büyüklükte olduğu, 2040 yılına geldiğimizde ise E7 ülkelerinin, G7 ülkelerinin iki katı olacağı tahmin edilmektedir.
Türk devletinin var gücüyle asılacağı pazarlar doğu pazarları, özellikle de Çin ve Hindistan pazarları olmalıdır. 2016 yılında dünya hasılasındaki payı yüzde 18 olan Çin’in bu payı 2050 yılına geldiğimizde yüzde 20’ye çıkması tahmin edilmektedir. Hindistan’a baktığımızda ise 2016 yılında yüzde 7 olan payın, 2050 yılına geldiğimizde yüzde 15 olacağını göreceğiz. Ticaretimizde şu an en büyük payı olan Avrupa ise, 2016 yılında yüzde 15’lik payını 2050 yılına geldiğimizde bırakın artırmayı, sabit bile tutmayı başaramayacak, hatta mevcut payı yüzde 9’a gerileyecektir.
Avrupa dibe çökerken Türkiye acil olarak yön değiştirmeye başlamalıdır. Almanya ile yaşanan bu gerginliği fırsata çevirmek de ancak bu yön değişikliği ile mümkündür. Kendilerini 1915 yılının koşullarında sanan Avrupalılara kısa vadede verilecek en güzel cevap, siyasi ve ekonomik reformları uygulamaya geçerek iç siyasi barışı kurmak olacaktır.