Güven Gürkan Öztan / Birgün
16 Nisan öncesinde şöyle yazmıştık, iktidar anayasanın temel ilkelerine dokunmadan da rejimi değiştirilebilir. O ilkeleri kaldırmamanız onlara riayet edeceğiniz anlamına gelmez! Gerçekten de “eski”yi yıkıp yerine “yenisini” de inşa edemeyen iktidar, hukuk devletinden sonra laikliği de askıya alarak ülkeyi uçurumun kenarına getirdi. Memleket sınırlarında yurttaşlık statüsüne ve laikliğe inanan hiç kimsenin güvencesi yok.
Bir ülke düşünün bürokratik vasatını dahi gerçekleştiremezken, kin ve intikam odaklı düzenlemeleri rutinin önüne koyuyor.
Mahkemede savunma hakkını kısıtlıyor, mahkûmlara tek tip elbise dayatıyor. KHK ile haksız bir biçimde attığı akademisyenini üniversitesine öğrenci olarak almamak için kırk takla atıp son dakika yönetmelik değiştiriyor. ÖSYM binlerce gencin geleceği ile oynuyor. Polis, tacize uğrayan kadınları kıyafetlerinden dolayı aşağılıyor, darp ediyor; belediye şoförü sefer halindeyken otobüsü durdurup namaz kılıyor… Ve saydığımız garabetlerin çok daha fazlası “yeni Türkiye’de” bir hafta içinde gerçekleşiyor.
Bunlar olurken “devletin zirvesi” ne mi yapıyor? Münferit deyip geçiyor, provokasyon deyip küçümsüyor.
“Partimi ancak ben eleştiririm” diyerek küskünlere sinyal gönderen AKP Genel Başkanı, kendini uğruna feda edecek “dava adamı” arıyor; gündeminde “2019’a hazırlık” var. Tabloya bakıldığında Erdoğan’ın %50’nin altına düşme endişesiyle çok önceden harekete geçtiği, ipleri baştan sıkı tuttuğu zannedilebilir. Fakat bu değerlendirmeye şüpheyle yaklaşmak gerek. Zira normal takviminde bir seçimin somut şartları yok. Ayrıca referandum tecrübesi ortada, şaibesiz bir seçim Türkiye için artık lüks.
Erdoğan 16 Nisan’ın bir zafer olmadığının, parti teşkilatlarının mesaisini yalnızca rant paylaşımına harcadığının farkında.
Gençlerin Hayır’a desteği, büyükşehirlerdeki gerileme ve AKP tabanında dahi Adalet yürüyüşüne sempatiyle bakanların varlığı mevcut iktidar blokunun kırılganlığını gösteriyor. 15 Temmuz davaları ise AKP için tam manasıyla mayınlı tarla.
Saray, OHAL’siz seçime gidemez, OHAL’i 2019’a kadar uzatmak da görüldüğü kadar kolay değil. Teşkilatlarından istifaların sürdüğü Bahçeli’nin desteğine muhtaç olmanın Saray’da rahatsızlık yarattığı ise aşikâr. Gücü sınırlı bir ortak Saray nazarında avantajlıydı ama ortağın kan kaybetmesine rağmen pazarlık payının hâlâ yüksek olması homurtuları artırıyor. Bahçeli MHP’sine bürokraside verilen tavizler halihazırda sınıra dayandı, fazlası İslamcıların ikbal planlarına aykırı. Bu denkleme sağ siyasette yeni ve iddialı bir aktörün MHP’li muhaliflerin yanı sıra AKP’deki küskünleri de kendinde toplama ihtimalini ekleyelim. Erdoğan sahaya girecek yeni oyuncuların form tutmasını beklemeyecek kadar sağlamcı.
Hal böyleyken Saray’ın bundan sonraki planı revizyonla sınırlı mı olamaz. Erdoğan’ın AKP kadrolarında yapacağı muhtemel değişime odaklanmanın manası yok. Teşkilatlardaki değişim kamuoyunu bir süre daha oyalamanın, AKP içindeki güç ilişkilerini gözden geçirmenin bir parçası olabilir o kadar. Asıl stratejik hamleler belli ki olası baskın ya da erken seçim öncesi muhalefete yönelik eşanlı yürütülecek operasyonlardan oluşacak. Bunun Meclisi ilgilendiren bir boyutu var şüphesiz. Sonbaharda tek adam rejimine uyum yasalarının Meclis’ten çıkarılması ve akabinde seçim kanununun değiştirilmesi. İlkinde MHP’nin desteği garanti gibi, ikinci konuda ise henüz netleşmiş bir tablo yok. Fakat Saray her iki aşamada da sürpriz çıkışlar yapan muhalefetin direncini kırmak zorunda olduğunu biliyor. Hedefte bu sefer doğrudan CHP var. Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na yönelik suçlamalarını sürdürmesi, Çavuşoğlu’nun CHP’de “terör örgütlerine sempatisi olanlar var” demesi açık bir işaret. Berberoğlu tutuklandığında CHP doğru bir hamleyle partiye saldırıları durdurdu ama geçici olarak. Ana muhalefet “normal zamanlarda siyaset” alışkanlıklarına dönerse HDP’ye ne olduysa CHP’ye de o olur. CHP’nin ilerici kadrolarının toplumun tüm seküler kesimleriyle yerelde ve merkezde yarın seçim varmış gibi hazırlanması ve yeni ittifaklar örmesi tek çıkış yolu…
Uçurumdan yuvarlanmadan haykırma zamanı. “Şort giydiği için kimseye soruşturma açılmıyor”u lütuf gibi sunan kadroların yönettiği ülkede birlikte yaşam ihtimali var mıdır? İş cinayetleri rekor kırarken, esnaf kepenk kapatırken “OHAL’in yatırımları güvence altına alması” ile övünülüyorsa o ülkede adalet var mıdır? 15 yaşındaki bir çocuk operasyona götürülüyor ve orada PKK tarafından katlediliyorsa o memlekette güvenlik var mıdır? Okullar devlet eliyle imam-hatipleştirilirken sadece beş imam-hatipliden biri üniversiteye girebiliyorsa, rektörler kendini bilimin değil Saray’ın “temsilcisi” olarak görüyorsa o ülkede eğitim var mıdır? Bunların cevabı kocaman bir Hayır ise muhalefetin politik hattı da bu Hayır’ı ülkenin dört bir yanına yaymak, kendi programını halkın önüne koymaktır.