Güngör Mengi / Vatan Gazetesi
Dün Türkiye’nin AB ile adaylık müzakerelerinin durdurulmasının ülkeye vereceği zararların küçümsenmemesi, Batı ile bağımızın koparılmaması gerektiğini yazmıştım.
Bunun yalnızca çok ciddi ekonomik zarar vermesinin yanında hukuk, insan hakları ve genelde demokrasimiz açısından ne kadar önemli olduğunu, Arap ülkeleriyle yapılan ticarette, Türkiye’ye yapılacak yatırımlarda bile “özendirici, güven verici” olduğunu göz ardı edemeyiz.
Yukarda da belirttiğim gibi bunun yanında “hukuk, yargı denetimi, demokrasimizin evrensel standartlara uyması” açısından da AB kriterleri bizim için çok önemli.
Tek parti ve yargı
O nedenle yıllardır “AB’nin üye olacak devletlerden uymasını istediği Kopenhag Kriterleri” sık sık tartışılmış, uyum konusunda adımlar atılmıştır.
Bu kriterler “kurumsallaşmış demokrasi, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, azınlıkların korunması” başlıkları altında toplanıyor.
Ülkelerin “çok partili demokratik sistemle yönetiliyor” olması, idam cezasının, ırk ayırımcılığının, kadınlara karşı ayırımcılığın yasak olması gibi şartları var.
Türkiye, özellikle son yıllarda bu şartların çoğundan uzaklaştı, örneğin çok partili sistem devreden çıkarıldı, Ana Muhalefet Partisi Meclis dışına itildi, Meclis’te tek parti (veya MHP desteğiyle) tüm kararları yalnız veriyor, denetim de yapılamıyor.
Şu anda “hukuk devletini, adaleti sağlayacak olan yargı bağımsızlığı” konusunda da büyük bir sıkıntı ortaya çıkmıştır.
Bağımsız demekle olmuyor
16 Nisan referandumuyla yapılan Anayasa değişikliğinde yargı “bağımsızlığı”nın yanına bir de “tarafsızlığı” ilave edildi.
Bağımsız olmayan, iktidarların güdümünde olan yargının “tarafsız olamayacağı” bilinen bir gerçektir.
Yine aynı referandumda “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçişi sağlayan Anayasa değişikliği ile, hakim ve savcılar hakkında tüm kararları veren “HSK”nın tüm üyelerinin Cumhurbaşkanı ve onun parti çoğunluğunun kararıyla atanması bu bağımsızlık ve tarafsızlığı iyice ortadan kaldırmış, vatandaşların da yargıya güveni azalmıştır..
Hakimlerin “görevden alınma endişesiyle” suçsuzluğuna inandıkları tutukluları bile tahliye edemediklerini önde gelen tüm hukukçular söylüyor, uyarıyor.
Yeni Adli Yıl açılışında Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın konuşmasına bile izin verilmemesi kabul edilir bir durum değil.
Başkan Metin Feyzioğlu “yargı bağımlı ve taraflı oldu” derken, Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk da “Adliyenin bağımsız olduğuna iktidardan başka kimsenin inanmadığını, yargıya güvenin yüzde 80’lerden yüzde 30’un altına indiğini” söylüyor.
Felaketi gördük
Türkiye, yıllarca Balyoz-Ergenekon davalarında “devleti adeta esir almış FETÖ’cü savcı ve hakimlerin” yarattığı fahiş adaletsizliği yaşadı.
Bağımsız olmayan bir yargının yaratacağı felaketi gördü.
Yargı bağımsız değilse, hukuk devletinden söz edilemez.
Yaşadıklarımızdan ders çıkarmak, yargı bağımsızlığını sağlamak en önemli ve öncelikli görevdir.