Esfender Korkmaz / Yeniçağ
ABD’de bir vatandaş devlet memuruna veya polise kızdığında ,”sen benim verdiğim vergilerle maaş alıyorsun” diyor. Bu söz abartılıdır. Zira memur veya polis de karşılığında emek veriyor. Sorun bu emeğin vatandaşa nasıl yansıyacağıdır. Zira demokrasilerde ve bizim anayasamızda devletin hakları olduğu gibi ödevleri de vardır.
Anayasa’nın 5. maddesine göre devletin temel amaç ve görevleri ”...Kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak.” Kişinin temel hak ve hürriyetlerinin önündeki engelleri kaldırmaktır.
Devlet, vatandaşın rahat edeceği bir düzen kurmakla görevlidir. Londra’da bu düzen ayan-beyan görünüyor. Paris’te aynı düzen daha eksik görünüyor. İstanbul’da ise çok çok eksik görünüyor.
Türkiye’ de devlet anlayışı, Osmanlı’dan kalan üstün ve mutlak güç anlayışının bir kalıntısıdır. Çoğu zaman Anayasa kağıt üstünde kalıyor. Devlet karşısında vatandaş hakları sınırlıdır. Bunun için devlet memuru vatandaşı kovabiliyor.
Anayasada vatandaşlık hakları kesin olduğu halde, yasalar vatandaşı değil devleti kayırıyor. Adına da kamu yararı deniliyor. Gerçekte ise ceberut devletle kamu yararı olmaz. Devlet kanunlarla düzen koyar ve fakat vatandaşı bu düzen içinde tutmak için yalnızca zor kullanmaz, aynı zamanda yol gösterir.
İhale şartnamelerinde kanuna uygun olarak ”İhale komisyonu gerekçesini kararda belirtmek suretiyle ihaleyi yapıp yapmamakta serbesttir. Komisyonun ihaleyi yapmama kararı kesindir.” yazar.
Kötü niyetli bir heyet olursa, bu mutlak üstünlüğün nereye kadar gideceği açıktır. Oysaki Demokrasilerde düzen vardır. Tarafların hareket kabiliyeti bu düzenle sınırlıdır. Bu düzen bozulunca, nereye kadar gideceğini kimse kestirmez.
Bir zamanlar özel sektör vergilerini denetleyen Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanları vardı. Bunlar arasından yetenekli devlet adamları ve özel sektör yöneticileri çıktı. Ben de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi dekanlığım sırasında bunların sınavlarına profesörler göndererek destek olmuştum.
Ne var ki içlerinden bazıları sahip oldukları yetkileri özel sektöre zülüm derecesine getirmişti. Bir vesile ile bir özel sektör yetkilisine küfür eden ve odasından kovan bir hesap uzmanı olduğuna şahit oldum. Sonra bir yasa ile hesap uzmanlarının kaldırılmasına partimin görüşüne rağmen destek verdim.
Eğer vatandaşın hakkını kollayan yasalar olsaydı, siyasi iktidarlar vergi denetimlerini bir baskı unsuru olarak kullanmasalardı, kamuda çalışanların yetki ve sorumlulukları iyi tayin edilmiş olsaydı ve vatandaşa karşı bu tür yanlış davranışları müeyyideye bağlanmış olsaydı hiçbir memur veya uzman haddini aşamazdı.
Öte yandan, Anayasanın 167. maddesi, “Devlet, para, kredi, sermaye mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır” şeklindedir.
Torba yasa da ”Helal Akreditasyon Kurumu’‘ var… Bu kadar piyasayı ayırıcı uygulamaya siyasi iktidarların hakkı yoktur. Bu kanun Devletin taraf tutması demektir ve piyasada haksız rekabet yaratacaktır. Ekonomide devletin temel görevi haksız rekabeti önlemektir.
Bu kanun tasarısı vatandaşlar arasında da ayırım yapıyor. Bu şartlar altında Helal akreditasyonu olmayan malları yiyenler haram mal mı yemiş oluyor?
Başbakan Binali Yıldırım valiler toplantısında, “Bizim değerlerimizde zulmetmek yoktur” ve “Mevzuatla uygulama arasında sıkışıp kalmayın. Şekil şartlarına asla takılmayın.” mesajı verdi.
Bu mesaj, bazı yasaların düzeni sağlamak için yetersiz veya doğru olmadığını veya siyasi iktidarın düşünce sistemine aykırı olduğunu gösterir. Oysa ki siyasi iktidarın anayasaya uygun yasa yapmak ve yasaları değiştirmek imkânı vardır.
Özetle; devletin vergi toplamak gibi hakları yanında, anayasal görevleri de vardır. Hâl böyle iken mevzuatla uygulama arasında sıkışıp kalmayın demek, anayasal düzende keyfi uygulamalar yaratabilir.