Aydın Tonga / Odatv
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde müftülük yasası ile ilgili şöyle konuştu: “‘Laikliğe aykırı’ diyor. Batıda kilise bu işi yapıyor. Onları da örnek gösterirken bunu kendime zul addediyorum. İsteseniz de, istemeseniz de Meclis’ten geçecek”
Bir zamanlar “siyaseti uzlaşma”sanatı olarak gördüğünü ifade eden, 15 Temmuz sonrasında tüm Türkiye’de “demokrasi nöbetleri” düzenleten Erdoğan şimdi “isteseniz de istemeseniz de bu yasa geçecek” derken de aynı gerçekliğe işaret ediyor sanırım: söze değil eyleme, propagandaya değil icraata bakmak gerekiyor.
Gelelim yazımızın asıl konusu olan Batı örnekliğine. Bir defa siyasi politikaların meşruiyeti Batı üzerinden sağlanacaksa bundan en çok Erdoğan zarar görecektir. Zira yer yer kendisinin de belirttiği üzere Batının Erdoğan’a nasıl baktığı ortadadır. Diğer taraftan laikliği çiğneyen uygulamalar, nerede ve kim tarafından yapılıyorsa yapılsın aynı yanlış sonucu ortaya çıkaracaktır. O da şu ki, devlet dinler karşısında eşit mesafe durmalı ve demokratik rejimi tehlikeye sokacak dini örgütlenmelere müdahale etmelidir. Bu anlamda din ya da inançlardan birinin öne çıkarılıp desteklenmesi veya diğerlerinden ayrıcalıklı yetkilere kavuşturulması, laiklik ilkesinin yok sayılması anlamına gelecektir. Dolayısıyla burada resmi kilise nikahı, laiklik adına olumlu bir örnek olarak sunulamaz.
DİLE GETİRMEK BİLE MÜMKÜN OLMAYACAKTIR
Kilise nikahı bağlamında Batı’nın örnek gösterilmesi aynı zamanda samimi ve ilkeli bir yaklaşıma da işaret etmez. Şöyle ki, Batı’nın nikah ya da evlilik konusunda sahip olduğu daha başka çarpıcı durumlar da söz konusudur. Örneğin Hollanda, Belçika, İspanya, Norveç ve Portekiz gibi birçok Batı ülkesinde “eşcinsel” evlilikler de yasal bir haktır. Erdoğan’ın mantığı üzerinden yola çıktığımızda eşcinsel evliliklerin Türkiye’de de yasal bir hak olarak verilmesi gerekmektedir. Fakat gelin görün ki, bu durumu değil yasallaştırmak dile getirmek bile mümkün olmayacaktır. Zira İslam mezheplerinin ezici çoğunluğu değil nikah, eşcinsel ilişkide bulunanların bile öldürülmelerini söylemektedir.
Geçelim müftü nikâhının toplumsal, siyasal söylemdeki karşılığına. Çok açık ki, bu düzenleme de son yıllarda hızlı toplumsal yasalara ve düzenlemelere nüfuz etmeye başlayan “Dinileşme/İslamileşme” eğilimin bir uzantısı olarak karşımıza çıkarılmaktadır. Diğer bir ifadeyle Türkiye’de de adım adım uygulanan bir “İslamileştirme” politikası söz konusudur ve bu politikanın son icraatlarından biri de “Müftülere verilmek istenen nikah yetkisidir.” Peki bu “İslamileştirme”sürecinde neler yaşandı, hangi çarpıcı sözlere imza atıldı? Gelin şimdi çok özetle o süreci yeniden anımsayalım.
BAKANLIĞIN TERCİHİ ÇOK AÇIKTI
Yeni Anayasa çalışmaları için Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı sıfatıyla İsmail Kahraman aynen şu ifadeleri kullandı: “Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır Dindar anayasa meselesinden anayasamızın kaçınmaması lazım. Dindar bir anayasa olmalı”. Milli Eğitim Bakanlığı ile Ensar Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti ve Birlik Vakfı gibi “dinsel” örgütlenmeler arasında protokoller imzalandı. Adı geçen bu örgütlenmelerin hangi dünyayı temsil ettiği, dünden bugüne hangi söylemlerle var olduğu gün gibi ortadayken, Bakanlığın tercihi elbette çok açıktı. Üstelik dini vakıf ve cemaatlere tanınan ayrıcalık sadece bunlarla da sınırlı değildi. Öte yandan adeta çığ gibi büyüyen İmam Hatip okulları da elbet belirli bir tercihin sonucunda böyle olmuştu. O kadar ki, 2010-2015 arasında İmam Hatip Lisesi öğrenci sayısı %337 artış göstermiştir. Burada biraz duralım. İmam Hatiplerde okutulan ve saygınlığı sürekli zikredilen derslerden biri de fıkıhtır. O fıkha yani mezheplerin belirlediği “İslam hukukuna” göre; dinden dönen, namaz kılmayan öldürülür; hırsızlık yapanın eli kesilir, zina yapan taşlanarak katledilir; zorla nikah bile caizdir; kadının boşanma hakkı olmadığı gibi mirastan da ancak ikiye karşı bir pay alabilir ve ne yazık ki “kadınlar”, yani çocuklar 9 yaşında evlendirilebilir. İşte İmam hatip liselerinin de kabul ettiği o fıkıh kitaplarında bunlar yazılıdır. Bu arada 4-6 yaşındaki çocukların bile Kur’an Kurslarına gönderilmesi, İlahiyat fakültelerinde sınıfların kız erkek diye ayrılması, felsefe başta olmak üzere kimi derslerin müfredattan çıkarılması dönemin ruhuna uygun gelişmeler olarak tarihte yerini alıyordu.
İşte tam da böylesi bir dönemde mızrağın artık çuvala sığmadığı bir gelişme yaşandı. Öyle ki, Sakarya Valisi, sarıklı-cüppeli kişiler tarafından üstelikte Valilik makamının içerisinde tekbirlerle karşılandı. O kimselerin mensup olduğu cemaat belliydi ve o cemaatin önderlerinden biri de “demokrasiyi küfür rejimi” olarak ifade etmişti. Ama ne gam. Vali anılan kimseleri tebessümle karşılıyordu. Bizim anladığımız ise bu tebessümle tekbir sesleri makama kabul edilirken, cumhuriyet değerleri de Valilikten uzaklaşıyordu.
DÜNE KADAR “CEMAAT” DİYE SIRTI SIVAZLANAN BİR ÖRGÜT…
Son dönemde vuku bulan gelişmeleri kısaca aktarmaya çalıştım. Hiç kuşkusuz yaşananlar bu pratiklerin çok üzerinde bir muhteviyata sahip. Bununla birlikte söz konusu gelişmelerin bile bizi götüreceği yer laikliğin adım adım iğdiş edilmesi ve zamanla kuşa çevrilerek yok edilmesi gerçekliğidir. Hal bu iken, Batı’dan örnek vermek ancak zevahiri kurtarmak deyimi ile anlam kazanabilir. Bir de unutmamak lazım ki, ülkeler, içerisinde bulunduğu siyasal, sosyal ve kültürel durumla değerlendirilir. Bu anlamda Batı başta olmak üzere diğer ülkelerin “dinselliklerine” de bu gözle bakılmalıdır. Daha açık bir ifadeyle düne kadar “cemaat” diye sırtı sıvazlanan bir örgüt bugün kalkıp savaş uçaklarıyla halkın üzerine bomba yağdırıyorsa, elbette o ülkenin dinsel gerçekliği ile diğer ülkelerin gerçekliği aynı kefede değerlendirilmeyecektir; mantık bilimi de bunun gerektirir nitekim.
“İsteyen müftüye, isteyen nikah memuruna başvursun” sözü de tam da bu dönemde yani toplumsal yapının gittikçe “dinileştiği” bir süreçte iyice anlamsızlaşmaktadır. Zira burada mesele sadece nikah değil, toplumsal yapının bugünü ve geleceğidir. O yapı gün geçtikçe “teokratik” rejime doğru evrilirken birileri bizim sadece ağaca bakmamızı istiyorsa, bilinmeli ki, o ağaçların tam arkasında saklanan bir orman vardır.