Necati Ocak/Veteriner Hekim
Bazıları; “Çiftlikten sofraya gıda gü- venliği”, bazıları da “gıda terörü”nden bahsediyor. Her ikisi de gıdalara insan tarafından olası müdahaleleri ifade etmektedir. Bu bağlamda, hayvan sağlığı, hayvansal gıdalar ve bunları etkileyen faktörler için de “sağlıklı hayvan, sağlıklı gıda, sağlıklı insan” sloganı birçok otorite tarafından kullanılmaktadır. Ancak; sağlıklı hayvana nasıl ulaşılır? Bunun koşulları nelerdir? İşte bu noktada Veteriner Hekimlik mesleği devreye girer. İlk veteriner okulunun 1761 yılında Fransa’nın Lyon kasabasında Cloude Bourgelat tarafından kurulmasından bu yana bu meslek, 256 yıldır bilimsel anlamda hayvan sağlığına, sağlıklı gıda elde edimine, bir tıp mesleği olarak insan sağlığına ve sağlıklı beslenmesine hizmet vermektedir. Yurdumuzda ise ilk veteriner okulu 1839’da İstanbul’da Askeri Tıp Okulu bünyesinde Prusya’lı bir subay olan Godlowasky tarafından kurulmuştur. Daha sonra Cumhuriyet döneminde 1935’te İstanbul’dan Ankara’ya nakledilerek Ankara Üniversitesi bünyesinde 5 yıllık eğitim veren veteriner fakültesi olarak açılmıştır. Gü- nümüzde 23 adet veteriner fakültesi ülkemizde eğitim vermektedir.
SAVAŞ BÖLGELERİNDEN HASTALIK GELİYOR
Peki, veteriner hekimlik üzerinden “sağlıklı hayvan, sağlıklı gıda, sağlıklı insan” hedefine nasıl ulaşabiliriz? Kısaca 5 maddede özetlemeye çalışalım. 1-Hayvanları hastalıklardan koruyarak (aşılama, tedaviler, suni tohumlama) 2- Hayvansal gıdaları bakteriyel, viral, fungal, paraziter etkenlerden, kimyasal kontaminasyonlardan (antibiyotikler, hormonlar, zirai ilaç kalıntıları) ve prionlar gibi birçok açıdan mezbaha ve laboratuarlarda denetleyerek. 3- Hayvanların doğru beslenmesini sağ- lamak için yetiştirici eğitim ve yayımını hayata geçirerek. 4- Mera hayvancılığının özendirilmesine mesleki gerekçelerle katkı koyarak. 5-Sınır kontrollerini hayvan hareketleri yö- nünden yaparak. Örneğin Irak, Suriye ve Ortadoğu’daki kaotik durumun veteriner halk sağlığı ve ülke hayvanlarımızın sağlığı açısından büyük tehditler oluşturduğu bir gerçektir. Özellikle Suriye olaylarının başlamasıyla beraber ülkemize güney doğu sınırları üzerinden başta sığır çiçeği olmak üzere birçok hastalık girmiştir. Bunların bir kısmı insanlara da geçmiştir.
HOLSTEİN LOBİSİ
Veteriner hekimlik mesleğinin bu görevleri yerine getirmesini zorlaştıran en önemli konu, 17 Eylül 2017 tarihinde Ulusal Kanal’da da dile getirdiğim gibi hayvan ithalatının oldukça yüksek düzeyde olmasıdır. Bu konuda Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığını zorlayan önemli lobiler mevcuttur. Bu lobiler daha çok siyah beyaz (Holstein) inekleri dayatmaktadırlar. Dünyadaki bütün geri kalmış ve kalkınmakta olan ülkeler için aynı lobiler on yıllardır devrededir. Böylece dünya inek varlığının yüzde 25’i Holstein ırkından ibaret hale gelmiştir. Uzmanlarca bu bir tehlikedir. Çünkü Holsteinler tek yönlü yüksek süt verimine programlandıkları için vücudun diğer sistemleri ve başta bağışıklık sistemi daha savunmasızdır. Böylece hastalıklara en dirençsiz ve gittikleri topraklara uyum yeteneği en düşük hayvanlardır. Bu özelliği nedeniyle ilaç, tıbbi malzeme, aşılama, üreme ve koruyucu hekimlik giderleri daha yüksektir. Bütün bu malzemeler gelişmiş ülkelerden ithal edilmekte olduğundan otomotiv gibi, coca cola gibi, ileri teknoloji ürünleri gibi holstein inekler de emperyalizmin bir sömürü aracıdır. Sadece yıllık veteriner ilaçları ithalat rakamı 500 milyon dolar civarındadır. Diğer tıbbi araç gereçler, biyolojik ürünler, aşılar ve malzemeler bu rakama dahil değildir.
İTHALATTA DÜNYA İKİNCİSİYİZ
TÜİK verilerinin ortaya koyduğu gerçek şudur: Türkiye sığır ithalatında Avrupa’da birinci, Dünya’da da ikinci sıradadır. Uruguay’dan bile büyükbaş hayvan ithal edilmektedir. İthalatta en önemli sakınca, Mavi Dil, BVD, İBR, Tü- berküloz (verem), BSE (deli dana hastalığı) gibi hastalıklardan arındırılmış bölgelere (ari bölge) aktarılan hayvanların, bu bölgelerden alınmıştır raporlarına dayanarak sağlıklıymış gibi Türkiye’ye sokulmasıdır. Bundan 30-35 yıl önce veteriner fakültelerinde dahiliye ve enfeksiyon derslerinde “ülkemizde yoktur” denilerek öğrencilere sadece konu başlığı olarak verilen hastalıkların hemen hepsi artık bu gün yurdumuzda çok yaygın olarak görülmektedir.
YERLİ IRKLAR DAHA VERİMLİ
Halbuki yerli ırklarımız, Anadolu yerleşik hayatı tarihi boyunca en dayanıklı bireyleri ve türleri günümüze kadar taşıyarak bize önemli avantajlar sunmaktadır. Ancak ulusal kaynakları geliştirmek yerine ithal ikameli kapitalist ekonomi tercihi, hem yabancıların hem de yerli işbirlik- çilerin iştahını kabartmıştır. Gelinen noktada ülkemiz bir hastalıklar çöplüğü haline gelmiştir. Yerli ırklarımızın çoğunun üretimi terk edilerek nesli tükenmiş bir kısmı da tükenmek üzeredir. Sonuç olarak yerel tohum etkinlikleri gibi yerel hayvan etkinliklerinin başlatılması gerekmektedir. Elimizde bunca üniversite, enstitü ve araştırma merkezleri varken bu bilim çağında yerli ırkların gün yüzüne çıkartılması ve geliştirilmesi, yurtsever bilim adamlarının asli görevi olmalıdır. Ancak, bütün bu gayretlerin önünü siyasi irade açacaktır, siyaset bizatihi karar vereci ve uygulatıcı olacaktır. Siyaseti etkilemek hatta oluşturmak bizlerin elindedir. Halkın geniş kesimlerinin çıkarlarını benimsemiş, iktisadi kalkınmayı sağlayarak ülke bağımsızlığının daha kalıcı olacağına inanmış kadroları siyasette etkin kılmak en doğru çözümdür. Böylece yerli kaynaklar geliştirilip işlenecek, yerli bitki ve hayvan ırkları geliştirilip yaygınlaştırılarak; “Çiftlikten sofraya gıda güvenliği” , “sağlıklı hayvan, sağlıklı gıda, sağlıklı insan” amaçlarına daha kolay ve masrafsız ulaşılacağı gibi, tarım ve hayvancılık alanındaki tekno-sömürüden memleketimiz kurtulmuş olacaktır. Bunca kısıtlamalar ve baskılar karşısında hiç unutmadan ve yılmadan bu ulvi amaca doğru ilerlemeliyiz. Savaşarak değil üreterek yaratılan bağımsızlık en kalıcı ve kutsal olanıdır.
aydınlık