Arslan Tekin / Yeniçağ
Cumhuriyetin hiçbir döneminde, bu derece eğitim karmaşası yaşanmamış, veliler, öğrenciler bu derece endişeye sevk edilmemişti.
Hükûmet edenler, ne yaptıklarını, nereye vardıklarını bir düşünsünler.
Bir kişi rüyasında bir şey görüyor, sabah kalkıyor, “Bakanıma, söylerim olur biter.” diyor. Bakan da: “Emriniz başımız üzerinde!” selâmı çakıyor, uygulamaya geçiyor.
Emir demiri kesti; “çok güzel bir sistem” dedikleri TEOG birden dünyanın en kötü sistemi oluverdi. “Emir” geldiğinde o kadar hazırlıksızdılar ki, elleri ayakları birbirine dolaştı. Allah bilir MEB’in üst katlarında, arka odalarda, üç beş kişi bir araya gelip başlarını ellerinin arasına aldılar, kara kara düşündüler, en sonunda en berbat sistemi buldular; “nitelikli okul” kavramını literatürümüze soktular.
Dünyada, ülke şartlarına göre sistemler belli. Hepsini koyun önünüze, Türkiye’nin şartlarını ölçüp biçin, illâ “Dağa taşa, Ay’a Mars’a imam hatip yapacağız!”, illa “İslâmcı nesil yetiştireceğiz!” demeden, ilmî esaslarla bir sistem kurun. “İmam” ve “hatip”e ihtiyaç varsa o ölçüde “nitelikli” mektep açın; maksat halkın dinini cemaate, tarikata fırsat vermeden öğrenmesini sağlamaksa, bunun yolunu bulun.
YÖK başka bir âlem! Koskoca profesörler, “emir”e uyup kendilerince yeni imtihan sistemi belirliyorlar; sokaktaki ilgisiz insan bile “Ne bu ya!..” deyince, güya düzeltmeye gidiyorlar. Çökmüşüz!
Hükûmet edenler, halkı bu kadar bizar ettikten sonra oy alabileceklerine inanıyorlar mı?
Prof. Dr. Erol Güngör‘ü okuyalım ve düşünelim:
“İlim dendiği zaman bundan ya skolastik bilgiyi ya da geçen yüzyıldaki pozitivistlerin bilgi anlayışını anlıyoruz; öğretilen şeylerin doğruluk ölçüsü ise dayanılan otoritelerin itibar derecelerine bağlı bulunuyor. Bu çağdışı bilgi ve hakikat anlayışı, gerek öğretmen gerek öğrenci kitlesinde dogmatik düşüncenin modern örnekleri olan bir takım doktrinlerin kolayca yerleşmesine yol açmıştır. Hür düşünce denilince, bir düşüncenin esareti adına, öbürüne isyan etmek anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, eğitimde kabiliyetlerin mi ortaya çıkarılacağı, yoksa eşitliğin mutlak bir değer olarak mı kabul edileceği belli değildir. Fakat muhakkak ki burada en tartışmalı konu ‘millî eğitim’ kavramının ifade ettiği değerlerin neler olduğudur. Bu tabir kullanıldığına göre, Türk milleti için düşünülen bir eğitim söz konusudur. Acaba Türk milletine verilen eğitimle onun millî değerlerini mi geliştireceğiz, yoksa ona yeni bir değer sistemi mi aşılayacağız, yoksa her ikisinin bir karışımını mı düşünüyoruz? Bu noktaların açıklığa kavuşmaması yüzünden millî eğitimin sık sık hükümet politikalarına göre yön değiştirildiğine şahit oluyoruz. Bu kargaşalık içinde Türk tarihinin millî eğitime zararlı olduğunu düşünerek bütün okullardan Türk büyüklerinin resimlerini ve Türk tarihine ait levhaları kaldıran bakanlar bile görülmüştür. Bir ülkede millî eğitimin esasları bir devlet politikası halinde tespit edilmedikçe, öğretmen karanlık orman içinde yol bulmaya çalışan bir insan olmaktan kurtulamayacaktır.“ (Dünden Bugünden: Tarih-Kültür-Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat, 1986, s. 74-75).
Şair Eşref ne güzel söylemiş:
“Niyeti halis olunca kişinin, / Hayrolur âkibeti her işinin.”
Niyet hâlis olmayınca ne olur peki?