Ali Sirmen / Cumhuriyet
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile birlikte fotoğraf verdiği Soçi’deki liderler toplantısında, Türkiye ilk kez ayağını sağlam zemine basar gibi oldu.
Bununla birlikte yine de uzun ve yıkıcı savaştan, Suriye ile birlikte en fazla zarar gören ülkenin Türkiye olduğu acı gerçeği değişmiş değildir.
Suriye savaşının yarattığı yıkımın etkilerinin giderilmesi hiç kuşku yok ki epeyce zaman alacaktır.
Bu gelişmeler olurken, değerli diplomat ve politikacı, sınıf arkadaşım OnurÖymen’in gençlik ve diplomasi anılarından oluşan onuncu ve sonuncu kitabı “Zor Rota”yı okuyordum.
Dışişleri’nde 38 yıl çok önemli görevlerde bulunduktan sonra iki dönem de İstanbul ve Bursa milletvekili olarak parlamentoda görev yapmış Onur Öymen, CHP Bursa milletvekili iken o zamanlar Başbakan olan Tayyip Erdoğan kendisini “monşer” olarak nitelemişti. Öymen’in “monşer”in Arapça karşılığı olan “Ya habibi” hitabıyla yanıtladığı, ilginç bir polemiğe yol açan bu seslenişten sonra kitabı hem ders alarak, hem de o tartışmanın ışığında “bir monşerin! anıları” diye, gülerek okudum.
***
Siyasetçilerimizin özellikle, popülizme yatkın olanları, devlet bürokrasisinin kaymak tabakasını oluşturan “hariciyeci”lerimize pek olumlu bakmazlar. Keşke öyle olmasaydı. Çünkü sanılanın aksine genellikle güç koşullar altında görev yapmış, bir ara ASALA saldırılarına karşı yiğitçe dimdik durarak şehitler de vermiş olan bu seçkin evlatlarımız her dönemde devlet gemisinin karaya oturmasını önleyecek çok değerli uyarılarda da bulunmuşlardır.
Suriye konusunda da durum aynıydı.
Sayın Tayyip Erdoğan yaldızı çabuk dökülmüş Ahmet Davutoğlu’nun peşine takılıp, Emevi Camii’nde namaz kılma tutkusuna saplanacak yerde, “monşer!”lerin uyarılarına kulak asmış olsaydı, Türkiye bunca badireyi yaşamak zorunda kalmazdı.
İktidarın kulak asmadığı uyarılar şu konularda yoğunlaşıyordu:
– Ortadoğu’da sınır değişikliği veya herhangi bir istikrarsızlık bulaşıcı olup, herhangi bir ateş hızla bölgenin tümüne sirayet eden büyük bir yangına dönüşebilir.
Bu bakımdan Türkiye bölgede sınır değiştirecek ve istikrar bozacak emperyalist girişimlere, mesafelinin de ötesinde, elinden geldiğince karşı durmalıdır.
– Türkiye bölgedeki dengelerin değişmesini tek başına önleyecek güce sahip değildir. Ama istikrarın sürmesine katkıda bulunabilecek etkiye de sahiptir.
– Türkiye ayrıca bölge devletlerinin aralarındaki etnik ve mezhepsel ihtilaflara taraf olmamalıdır.
– Geçmişteki, görünüşte de kalsa, Osmanlı hegemonyasının Arap dünyasındaki olumsuz etkileri Türkiye’nin “büyük abi” tavrından özellikle, kaçınmasını zorunlu kılmaktadır.
Hem Irak hem de Suriye konusunda ABD’nin girişimlerine karşı böyle bir yol tutulması gerekirken, tam aksine davranılmış, akıl almaz abes bir Osmanlılık saplantısı ile, taşeron bir alt emperyalist güç rolü benimsenerek, komşuların toprak bütünlükleri ve siyasal istikrarlarına yönelik girişimlere ortak olunmuş, aslında çıkarlarımız açısından desteklememiz gereken Esad düşmanlığı resmi politika haline gelmiştir.
Bütün bunlar büyük yıkıma yol açtıktan sonra, Soçi’de varılan nokta şudur:
Türkiye, Rusya ve İran ile birlikte Suriye’nin Esad yönetimi altında toprak bütünlüğünü garanti ederken, bir zamanlar büyük bir yanlış sonucu lideri göründüğü Sünni cepheden kopmuş, Şiilere destek veren Moskova ve Tahran’ın yanına savrulmuştur.
Zaman içinde kendisinin gidici olduğu görülen Davutoğlu’nun gidiciliğini “muştuladığı” Esad, kalıcığını pekiştirmiş ve Ankara’nın bu konudaki desteği de tescillenmiştir.
Kısacası, tümüyle tersine dönen Suriye politikası tepeden tırnağa yanlış çıkmıştır.
Keşke, zamanında “monşerler!” dinlenmiş olsalardı da bu büyük ve çok pahalı yanlışlar yapılmasaydı.