Mustafa Kaymakçı / Odatv
Tarımsal üretim, bizi doyurur ve giydirir. Ancak aynı zamanda istihdam yaratır, sanayiye ham madde sağlar ve de dış ticarette önemli bir paya sahiptir.
Tarım bu özellikleri nedeniyle, salt tarımcı, çiftçi ve köylünün değil,toplumun bütün bileşenlerinin ilgi alanına girmiş bulunuyor.
Örnek verelim mi? Günümüzde saman ithal edildiğini bilmeyen kaldı mı?
Türkiye tarımında üretimden pazarlamaya değin birçok sorun var. Üretici kazanamaz oldu ve üretim geriledi. Kentliler de tarım ürünlerini yüksek fiyatlarla tüketiyorlar.Ancak kamu oyu genellikle sonuçları ile ilgileniyor ve de sızlanıyor. Neden-sonuç ilişkisi konularında ya hiç kafa yormuyor ya da yüzeysel değerlendirmeler yapıyor.
Bir zamanlar kendini besleyebilen sayılı ülkeler arasında kabul edilen Türkiye bu duruma nasıl getirildi?
Elbette bu durumun dışsal ve içsel nedenlerine eğilmek gerekiyor.
Kırılma noktasını 24 Ocak 1980 ekonomik kararları ile başlatalım mı?
24 OCAK 1980 KARARLARI İLE BAŞLAYAN SÜREÇTE TARIMDA NELER OLDU?
Tarımda gözlemlenen çöküşün başlangıcı, kanımızca 24 Ocak 1980 Kararları ile başlamıştır. Ve de bu kararların Amerika Birleşik Devletleri(ABD) güdümündeki dış güçlerin desteği ile 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri yönetimler aracılığıyla uygulandığını görmek gerekiyor.
Daha açık deyişle emperyalizmin çevre ülkelerini denetim altına alma girişimlerini algılamadan yaşamakta olduğumuz sorunları çözüme kavuşturmak olası değil. Emperyalizm açlığı da bir silah olarak kullanır.
Hemen anımsatalım, Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger: “Eğer petrolü kontrol edersen bütün bölgeleri ve kıtaları, gıdayı kontrol edersen bütün insanları kontrol edersin” demedi mi?
Ekonominin bütününde olduğu üzere, Türkiye tarımında da serbest piyasa uygulamaları gündeme sokuldu.
Neler yapıldı? Tarımda korumacılığın kaldırılması ve desteklemenin azaltılması istendi. İlk aşamada besin dışalımlarına konan gümrük tarifeleri, iç piyasayı terbiye etmek gerekçesiyle düşürüldü. Hayvancılıktan bir örnek verelim. Önce süt tozu, tereyağı ve peynir gibi süt ürünleri, daha sonra et ve ürünleri dışalımı yapıldı.
Aslında bunun arkasında yatan gerçek, ABD ve Avrupa Birliği(AB) gibi ülkelerde giderek artan tarım ürünleri stoklarıydı. Anılan ülkeler bu stoklarını eritemediler, çünkü ellerinde bu ürünleri üreten sığır fazlalığı vardı.
Stokların eritilmesi için Dünya Bankası aracılığıyla bir senaryo yazıldı.
Ucuz dış kredi sağlanarak Türkiye gibi ülkelere damızlık sığır satıldı. Türkiye son kırk yıla varan süreç içinde neredeyse bir milyon başın üstünde sığırı, ABD ve AB ülkelerinden aldı. Ancak gerekli teknik ve ekonomik alt yapı sağlanamadığından, bu hayvanların yarısına yakını kasaba gitti ve/ya da öldü. Bunun yanında Türkiye hayvancılığı büyük bir yara da aldı. Buna karşılık, Türkiye bu ülkelerde sorun durumuna gelen sığırları alarak, onları rahatlattı.
Sığır ithal edilen ülkelerin kimileri bizlere ödül bile verdi.
Özünde Fakir Türk çiftçisi, zengin batılı çiftçiye ve tekelci firmalara yardım etti.
Diğer yandan Türkiye giderek Uluslararası Para Fonu (UPF) ve Dünya Bankası (DB) aracılığıyla ABD ve AB gibi ülkelerce finansal abluka altına alınmaya başlandı, daha doğrusu doz giderek artırıldı. Örneğin 5 Nisan 1994 kararları bağlamında UPF’na verilen taahhütler kapsamında destekleme alımlarına giren ürün sayısı giderek azaltıldı. Daha sonra 10 Ocak 1996 tarihinde devreye giren Gümrük Birliği Antlaşması’yla tarımla ilgili olarak, aşamalarla tarım ürünlerinin dışalımına konan kimi kısıtlamalar da kaldırıldı, tarım ürünlerinde fiyat oluşumu piyasaya bırakıldı, tarımsal kitler özelleştirildi, Tarım Satış Kooperatifleri gibi örgütlerden devlet desteğini çekti.
Tarımsal desteklemeler, Doğrudan Gelir Desteği (DGD) şekline dönüştürüldü. Ancak bu da yeterince uygulanamadı, daha sonra yeniden ürün temelli desteklemeler yapılmaya başlandı.
Yapılmakta olan destekler de, Türkiye tarım işletmelerinin büyük bir çoğunluğunu oluşturan ve aile işgücünü kullanan küçük ve orta ölçekli işletmelere değil,ağırlıklı olarak dev tarımsal işletmeler için yapıldı. Daha doğrusu destekler ile bu işletmelerin oluşturulması sağlandı.
Kimi çok bilmiş akademisyenler de köylülüğün millete yük olduğunu söylediler ve de dünya borsa fiyatları ile iç piyasa fiyatları arasındaki fiyat farklarını öne çıkararak ithalden yana tavır geliştirdiler. Dünya borsa fiyatlarının batının elindeki stokları eritmek için uyarılmış fiyatlar olduğunu görmediler. (Bu tespiti iyi niyetle yapıyorum. Yoksa bunlar ekonomik ajan mı idiler?)
TARIMIN ÇÖKÜŞ GÖSTERGELERİ
– Tarımda arz esnek olmadığı için tarımsal ürün fiyatları yaşanan enflasyona bağlı olarak artmadı, buna karşılık girdi fiyatları düşmediği için kırsal kesim giderek daha da yoksullaştı. Örgütlenememiş üretici ve tüketici, örgütlenmiş az sayıda tarım ve gıda tekellerinin denetimine girdi Bunun sonucu,tüketici gıdaya yüksek bedeller ile ulaşırken, ödediği bedelin de çok azı üreticiye aktarılabiliyor.
– Tarımsal üretimde artış hızı nüfus artışının arkasına düştü ve Türkiye açık bir şekilde tarımsal ürün dışalımcısı bir ülke durumuna dönüştü. Yaşamakta olduğumuz yıllarda kırmızı etten baklagillere,tahıllardan pamuğa ve samana hatta çerezlere değin tarım ürünleri dışalımı yaptığımız çocuklarımız dahi biliyor. Akdeniz’de Türkiye’ye getirilmeyi bekleyen mega tankerlerde on binlerce sığır ve koyunun varlığından haberdar olmayan var mı?
– Tarımda yoksulaşan ve işsiz kalan nüfusun kentlere göçü hızlandı. Bu sayının 15 ile 20 milyon arasında değiştiği bildiriliyor. Ancak kentlerde de bu nüfusu emecek iş olanakları da olmadığı için yoksul semtlerin oluştuğunu görmemek olası mı?
– Türkiye tarımsal dış pazarlarını kaybetmeye başladı, bırakınız dış pazarları kendi iç pazarını koruyamaz ve denetleyemez bir duruma düştü.
Kısaca, 1980’li yıllardan sonra gelen bütün hükümetler, ABD ve AB’nin denetiminde olan UPF ve DB yönlendiriciliğinde, tarıma verilen desteklemeleri göstermelik duruma getirdiler. Türkiye tarımı çökertilirken, Batı’da tarım, olağanüstü destekleniyordu. ABD ve AB’de desteklemeler salt üretim alanında değil, pazarlama, gümrük muafiyetleri, özendirme destekleri, dış satım teşvikleri gibi desteklerle sürdürülüyor. Bunları, Türk halkı yeterince bilmiyor, halkın gözünden saklanıyor.