Adnan İslamoğulları / Yeniçağ
Ben çok sıkıldım, siz sıkılmadınız mı?
Siyâsetten, Zarrab’dan, İran ambargosundan, Bakara-makara yüzsüzlerinden, peçete kağıdına yazılmış mal bildirimleri ve bu bildirimlerin hukuk nezdindeki saygınlığından, coğrafya bilgimizin zayıflığından olsa gerek, haritada yerini bile bilmediğimiz Man Adası’nın birkaç kilometrekaresine sığan şirket bolluğundan, swift gibi her gün literatürümüze giren yeni kelimelerden, “Sen bittin olum” türünden bakanlık düzeyinde kesilen raconlardan, çoktan olgunlaşmış ve meyvelerini bile vermiş ilişkilere aranan resmî ittifak kombinasyonlarından ben sıkıldım, siz sıkılmadınız mı?
Televizyon ekranlarındaki cehâletten, paçozluktan, izleyiciden çok TV yorumcusu popülasyonundan, okuyucudan çok yazar sayısından çok sıkıldım gerçekten.
Uzun uzadıya, tadına vara vara bir çocukluk yaşayamasak da, erken büyümek zorunda kalsak da, çelimsiz omuzlarımıza çok küçük yaşlardan itibaren ağır yükler yüklensek de, zihnimizin kuytularında kalmış çocukluk hatıraları bütün bu sıkıldıklarımızı zaman zaman unutturacak kadar güzel.
Henüz daha apartmanların şehirleri kuşatmadığı zamanlarda yaşadığımız çocukluk, hepimizin bir komşu annesinin olduğu ve mahalledeki hemen her evin kapısının teklifsiz olarak tüm çocuklara açık olduğu zamanların çocukluğu.
Ve zamâne çocuklarının bilmediği bin bir çeşit oyun.
Ne kadar çok çeşit oyun olursa olsun erkek çocukları için futbol vazgeçilmez.
Altıncı gol atılmadan devre arasının yapılamadığı, kalelerin değişemediği, on ikinci gol atılmadan da maçların bitmediği ‘Altıda kaleler, on iki de oyun’ kuralıyla oynanan maçlar.
Mahallelerarası ve genellikle takımlardan birinin ‘bırak yaaa, tamam aga biz sahadan çekiliyoruz’ kararıyla bitmeyen maçlar.
Üç kornerin bir penaltıya tekâbül ettiği maçlar.
Kale direklerinin olmadığı, direk yerine konulan kallavice taşların kale sınırlarını belirlediği ve top taş üstünden geçti/geçmedi tartışmalarına ‘Ekmek çarpsın ki taş üstü/Kur’an nimet çarpsın ki taş üstü değil’ yeminlerinin havada uçuştuğu ve zaman zaman kavgaya dönüşen maçlar.
İki çocuğun adım adım birbirine doğru yürüyerek, ‘aldım verdim, ben seni yendim’ şeklindeki tekerlemesiyle kadroların belirlendiği maçlar.
O zamanın çocuklarının en önemli problemi futbol toplarının olmayışıydı… Hasbe’l kader mahallede bir çocuğun futbol topu varsa da, bu sefer ikinci problem çıkıyordu ortaya, genelde futbola kabiliyetsiz, kazma dediğimiz türden kibirli ve sevimsiz bir çocuğun olurdu o top ve o çocuk o futbol topunun sahibi olmanın avantajlarını sonuna kadar acımasızca kullanırdı. Futbol topunun sahibi olan o çocuk, elinde topuyla evinin önünde kibirle ve biraz da salakça tek başına oynar, ancak keyfi geldiğinde topu herkesin kullanımına, yani bir maça verirdi.
İşin en tatsız ve zevksiz ve tabii adâletsiz tarafıysa maç kadrolarını ve tabii bazı kuralları belirleme hakkı da topun sahibi olan o çocuğa ait olurdu. İyi oynayan en az iki oyuncuyu kendi takımına alır ve karşısında kendisine göre zayıf bir takım bırakırdı, çünkü topun sahibi oydu ve o çocuk muhakkak ama muhakkak sûrette galip gelmeliydi, o çocuk mağlûp olamazdı.
Bizim mahallede böyle bir problem yaşanmadı. Çünkü efendim, Allah ona rahmet etsin eniştem, Ramçe nâmıyla mâruf Üsküplü Ramazan Dönmez, şehrimizin ilk futbol topu imalatçısıydı, cömert bir adamdı rahmetli, ‘Zafer Spor’un sahibiydi ve ilk torununun adı da Zafer oldu, Zafer de şimdi bizim Kurşunlu sâhilinin yaz boyunca aralıksız esen poyrazından ilhamla ‘Poyraz bebeğin babası’, yani yeğenim. Dolayısıyla bizim mahallede hep bir futbol topumuz vardı.
Unutmadan yazayım da yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermeyelim efendim, eniştem merhum Ramazan Dönmez sâyesinde sahip olduğum o rengârenk hakiki deriden futbol topları benim değil mahallenin toplarıydı. Futbol topunun sahibi olmanın hiçbir avantajını kullanmadım, kadroları hiç bendeniz yapmadım, ‘aldım verdim, ben seni yendim’ yaptık ve kadrolar hep böyle belirlendi…
Bu arada söylemeden edemeyeceğim, iyi top oynardım. Çok sonraki yıllarda Bizim Ocak Dergisi‘nin yenilmez armadasının orta sahasında (play-maker derlerdi o vakitler)bendeniz Cemâl Fedâkâr, kafa golleriyle rakip kalecileri şaşkına çeviren santroforumuz Servet Avcı, adamı belki ama topu asla geçirmeyen liberomuz Suat Başaran, kalemizde hep ama hep Abdullah İskender, sağ açık mevkimizin değişmez ismi Kemâl Küçük, sonraları 1. Lig hakemlerimizden olan Cemâl Gemici ve tabii Mustafa Memiş, Rasim Memiş birâderler ve Cüneyt Aydın ile oynadığımız futbol maçları hâlâ dillerdedir. Bilhassa, merhum Metin Tokdemir‘in de tribünlerde izleyici olarak bulunduğu, merhum Muhsin Başkan‘ın Ocak kadrosunda oynadığı (Başkan’ın kontenjanından oynayan Erol Salih Delice muhtemelen bir futbol topuna ilk kez vurdu o akşam ve bizim takımdaydı maalesef), Bizim Ocak ve MÇP Ankara İl Teşkilatı arasında 1990 yılında Kurtuluş Parkı’ndaki halı sahada yaptığımız maç unutulur cinsten değildir. (Boşuna ısrar etmeyin, o maçın teferruatlarını yazmayacağım, bir gün Tiryaki’de ya da Orta Kahve’de falan denk gelirsek anlatırım. Nadir de olsa mağlûp olduğumuz maçlardan sonra Suat Başaran’ın, dışarıda yağan kara ve Ankara soğuğuna rağmen Servet Avcı, Kemal Küçük ve bendenizi eve almayıp, kapının önünde zâlimce beklettiğini de yazmayacağım tabii)
Dedim ya sıkıldım, bundan sonra böyle yazılar yazayım istiyorum, siz sıkılmadınız mı?