Şahin Aybek / Eğitimci Yazar
Cumhurbaşkanı, Boğaziçi Üniversiteliler Derneği’nin 14. Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada; bilimin olmadığı yerde sadece cehaletin değil, vahşetin de kök salmaya başlayacağını, köklü üniversitelerin toplumla aralarında gönül bağları kuracağını, dünyanın iyi üniversitelerinde eğitim görmekle milli duruş sahibi olmanın birbirinin zıttı olmadığını, ehliyetin, liyakatin kimdeyse onların bir yerlere gelmesini, zihnini Amerika’da yaşayan şarlatana adayan mankurtların bilim adamı olamayacağını, şahlanışın birinci şartı imansa ikinci şartının bilim olduğunu vurguladı. Bu konuşmada ön plana çıkan ve kamuoyunda tartışılan ise, “Boğaziçi Üniversitesi’nin bu ülke ve bu milletin değerlerine yaslanmadığı için küresel bir marka haline gelme çabalarında hedeflerine tam manasıyla ulaşamadığı”kısmıdır. Yazının ilerleyen kısmında, “nasıl bir küresel üniversite olunur”u detaylarıyla ele alacağız. Ama bence, bu konuşmanın en ilgi çekici ve kamuoyunun gözünden kaçan kısmı “Eğitim öğretim kurumlarının bu noktada bir defa kefeni yırtması lazım, açacak. Ve ehliyet, liyakat kimdeyse o girmesi lazım, önünün kapatılmaması lazım” şeklinde olan yeridir. O yüzden, yok efendim ben duymadım, ben görmedim demeyin; tüm bakanlar ve rektörler Cumhurbaşkanı’nın bu çağrısını duymalıdırlar. Cumhurbaşkanı, eğitim ve öğretimin bütün alanları etkilediğinin öneminin farkında olarak, daha önceki yazılarımızda ele aldığımız üzere özellikle eğitimde, yani MEB’de ve üniversitelerde meritokrasiyi hakim kılın diyor. Yani diyor ki; yetenekli, başarılı olanların önünü açın, akıl terine önem verin. Eşi, dostu, arkadaşı, akrabayı bir yere getirmek yerine, ehliyete ve liyakate bakın. Özellikle, bunu yaparken sanki Cumhurbaşkanlığı eşinizi dostunuzu bir yere getirin izlenimi yaratmayın, diyor. Aşağıdaki konuşmanın genelindeki bilim vurgusunun samimi olması için liyakat ön plana çıkarılmalı ve buna uymayanlar, emin olun buna uymayarak, bu ülkenin gemisini batırdığınız gibi, en çok da Cumhurbaşkanı’na zarar veriyorsunuz. Şimdi, konuşmanın genelini analiz etmeye çalışalım.
BİLİMİN OLMADIĞI YERDE SADECE CEHALET DEĞİL, VAHŞET DE KÖK SALMAYA BAŞLAR
Cumhurbaşkanı’nın üniversitelerin insanlığın zihin haritasında yaptıkları değişim nedeniyle önemli kurumlar olduğunu, üniversitelerdeki bozulmanın tüm topluma yansıyacağını ifade ettiği kısım şöyledir:
“Üniversiteler; bilime, bilimsel araştırmaya ve bunların somut çıktılarına yaptıkları katkı yanında, bulundukları toplumda ve insanlığın zihin haritasında yol açtıkları o büyük dönüşüm sebebiyle de önemli müesseselerdir. Kendi tarihimizdeki yozlaşma dönemlerine baktığımızda; bunun en yaralayıcı ve yıkıcı etkilerinin bilim yuvalarında başladığını, etkilerinin de en çok oralarda hissedildiğini görüyoruz. İslam tarihindeki yozlaşma dönemlerine bakıldığında; bunun en yaralayıcı ve yıkıcı etkilerinin bilim yuvalarında başladığını ve etkilerinin de en çok oralarda hissedildiğini görürüz. Bilimin olmadığı yerde sadece cehalet değil, onunla birlikte vahşet de kök salmaya başlar. Terör niye üniversitelere yerleşmiştir, niye üniversitelerde ciddi manada bizim üniversite yıllarımızda anarşiydi, ama daha sonra bu neye dönüştü? Teröre dönüştü.”
Bilimden gidilmeyen yolun sonunun karanlık, vahşet, yıkım olacağını belirtiyor Cumhurbaşkanı. Ve de üniversiteler; toplumu, dünyayı değiştiren önemli kurumlardır, diyor.
KÖKLÜ ÜNİVERSİTELER, TOPLUMLA ARALARINDA GÜÇLÜ BAĞLAR KURAR
Konuşmanın kamuoyunda en çok tartışma yaratan kısmı ise şu şekildedir:
“Dünyanın köklü üniversiteleri, toplumla arasında güçlü bağlar kurarlar. ABD, İngiltere ve Fransa’nın kadim yükseköğretim kurumları, Hz. Mevlana’nın tavsiyesinde olduğu gibi, bir ayaklarıyla kendi ülke ve toplumlarına sıkı sıkıya basarken, diğer ayaklarıyla tüm dünyaya seslenirler. Cumhuriyet döneminde Türkiye’de hem bu ülkenin birikimine sahip çıkan, hem küresel düzeyde iddia sahibi olacak bilim yuvalarının kurulması için pek çok deneme yapılmıştır. Bu girişimlerin bir kısmı, yabancı eğitim öğretim kurumlarının mirasları üzerine oturtulmuştur, Boğaziçi ve Galatasaray Üniversitesi örneklerindeki gibi. Boğaziçi Üniversitesi halen, Türkiye’nin en itibarlı ve en önemli yükseköğretim kurumlarından biridir. Bununla birlikte, gönüllerinden geçen konuma ulaşamamıştır. Çünkü bu üniversitemiz, biraz önce Mevlana Hazretleri’ne atıfta ifade ettiğim hususta, açıkçası biraz zayıf kalmıştır. Bu ülke ve bu milletin değerlerine yaslanamadığı için, küresel bir marka haline gelme çabalarında da hedeflerine tam manasıyla ulaşamamıştır.”
Cumhurbaşkanı’nın sözünü ettiği üniversitelerin, toplumla güçlü bağlar kurma kısmı elbette olmalıdır, doğrudur. Akademinin bir ayağının yerelde, diğerinin evrenselde olmasını, yani küyerelleşme ile küreselleşme arasında bir denge kurulması gerektiğini, Mevlana metaforuyla anlatıyor. Üniversitelerin, ülkenin ve milletin değerlerine yaslanması gerektiğini söylüyor. Elbette akademisyenlerin Ziya Gökalp’in hars ve medeniyet ayrımındaki gibi, harsi özellikleri de olabilir.Ama üniversite, evrenkent anlamına gelmesi itibariyle evrenseldir. Buraya kadarki kısımda bir sorun yok, tartışılabilir olmakla beraber. Buradaki asıl nokta; bir üniversitenin, küresel bir marka olmasıyla, ülkesinin ve milletinin değerlerine yaslanması arasında bir korelasyon var mıdır, noktasıdır.
PEKİ, ÜNİVERSİTELERİMİZ DÜNYADA HAK ETTİĞİ YERİ NASIL ALABİLİR
Boğaziçi Üniversitesi, dünya sıralamasında ülkemizin en önde gelen üniversitesidir. Cumhurbaşkanı hangi kriterlere göre bilimsel bir marka olma anlamında hedeflerine tam olarak ulaşamamıştır demektedir, Boğaziçi’ne. O kısmın açıklanması halinde, bu konuda akıl yürütülebilir. Tabii ki de üniversitelerin yerel ve milli yanı olmalıdır. Keza; akademideki insanlarımız, bu ülkenin evlatlarıdır. Ama burada, Boğaziçi özelinde değil, tüm üniversitelerimiz için de ifade edelim ki, hepimizin arzusu tüm üniversitelerimizin dünyada birer marka olmasıdır. Ama bunun bilimsel formülü çok açıktır. Üniversitelerimiz, araştırma çıktılarını yukarıya çekmek zorundadırlar. Bunun yolu da Cumhurbaşkanı’nın aşağıda bahsettiği ehliyete ve liyakate uygun kişilerin, üniversitelere araştırmacı olarak alınması ve daha önce yine Cumhurbaşkanı’nın söylediği üzere, araştırma üniversitelerinin gerçekten araştırma üniversitesi işlevini yerine getirmesidir. Yoksa üniversite sayısını artırmak, akademiyi tabela liseler olmanın ötesine götürmez. Üniversitelerin, dünyada marka haline gelmesinin yolları başlı başına bir yazı konusu olmakla beraber, özü budur; araştırma yapmak…
DÜNYANIN İYİ ÜNİVERSİTELERİNDE EĞİTİM GÖRMEKLE, MİLLİ DURUŞ SAHİBİ OLMAK BİRBİRİNİN ZITTI DEĞİLDİR
Eğitimli insanın kendi insanına ülkesine yabancılaşmasının vurgulandığı kısım ise şöyledir:
“Üniversitemizin temelinin yabancı bir eğitim öğretim kurumuna dayanıyor olması, bu zemine oturmasına asla mani değildir. İstenmesi halinde, 1971 yılında zaten başlamış olan bu dönüşümü çok rahatlıkla ilerletmek mümkündür. ‘Çok seslilik’ ile ‘kendi ülkesine ve milletine yabancılık’ arasındaki çizgiyi doğru çizmeden de bunu başaramayız. Batı ülkelerindeki üniversiteler, soruyorum, çok sesli değil mi? Peki, bunlardan hangisinin sürekli kendi devletine, kendi halkının değerlerine karşı faaliyet yürüttüğünü duydunuz, gördünüz, böyle bir şey var mı? Dünyanın en iyi üniversitelerinde eğitim görmekle, yerli ve milli duruş sahibi olmak asla birbirinin zıttı değildir. Çünkü asıl mesele; fiziken nerde olduğunuzdan ziyade, zihin olarak nerede durduğunuz meselesidir. İstiklal şairi merhum Mehmet Akif’in ‘Asım’ın nesli’ hayali ile Tevfik Fikret’in, batıya eğitime gidip papaz olarak hayatını sürdüren oğlu ‘Haluk’un nesli’ arasındaki fark asla unutulmamalıdır. Türkiye, son 200 yılda, bu dengeyi doğru şekilde kuramadığı için, yurt dışına gönderdiği veya içeride aynı anlayışla yetiştirdiği pek çok evladını, fiziken değil ama zihnen kaybetmiştir, sıkıntımız bu.”
Sadece akademisyen değil, herhangi bir kişi de, zaten evrensel olabilmek için, bir noktada durmak zorundadır. Yani, herkesin bir yerde yaşadığını düşündüğümüzde, elbette, evrensele giden yol yerelden geçer. Ama yerel ve evrenselin arasındaki dengenin sağlanmaması, sosyolojik olarak kültürel gecikmelere yol açabileceği gibi, bu tartışma rölatif bir noktada varlığını korumaktadır.
TÜM BAKANLAR VE REKTÖRLER, CUMHURBAŞKANI’NIN BU ÇAĞRISINI DUYMALIDIRLAR
Yazımızın başlığını oluşturan, konuşmanın en ilgi çekici kısımlarından biri de şöyledir:
“Eğitim öğretim özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü kavramları hep dile getirilmektedir. Konuşulması güzel de, acaba, uygulamaya gelindiği zaman diyelim ki; Boğaziçi Üniversitesi, buradaki hocalarımız bu işi nereye kadar pergellerini açıyorlar, burası çok önemli. Çünkü belli bir fikrin savunucusu olanlara kapıyı aç, belli bir fikrin eğer savunucusu değilsen, ona kapıyı kapa, bu mu özgürlük? Çünkü eğitim öğretim kurumlarının bu konuda bir defa kefeni yırtması lazım, açacak. Ve ehliyet, liyakat kimdeyse, o girmesi lazım, önünün de kapatılmaması lazım.”
Bu durum sadece Boğaziçi için değil, tüm üniversiteler için geçerlidir. Hatta konuşmada geçtiği üzere, tüm eğitim öğretim kurumları, yani MEB için ve tüm bakanlıklar için de geçerlidir. Meritokrasinin egemen kılınması, yani liyakat merkezli bir yerlere gelinmesi gerekmektedir. Yeteneğin; siyasi partilerin, sendikaların ve akrabalığın önüne geçmesi gerekmektedir.
Cumhurbaşkanı konuşmanın devamında, zihnini bir yerlerin tahakkümüne veren mankurtların bilim adamı olamayacağını, Âlim olmakla Arif olmanın farklı şeyler olduğunu, şahlanışın birinci şartı imansa ikinci şartının bilim olduğunu söylüyor. Evet, bilim ve üniversiteler, ülkemizin hedeflerine ulaşmasında en önemli taşıyıcılar ve güç kaynaklarıdırlar. Cumhurbaşkanı’nın son cümlesinde söylediği üzere de “Boğaziçi Üniversitesi, tarihi ve birikimiyle, bu sürece önderlik edebilecek bir potansiyele sahiptir.”
Tüm bunların ışığında, elbette, bilimin olmadığı yerde cehalet olur, vahşet olur; tabi ki üniversitelerimiz toplumumuzla güçlü bağlar kurmalı, dünyanın iyi üniversitelerinde eğitim almak, özümüzü unutmak olmamalıdır. Ama bu yazıyı yazmamıza vesile olan kamuoyundaki tartışmanın yanıtı sadece Boğaziçi için değil, tüm üniversitelerimiz için küresel bir marka olmanın yolu; bilime önem vermek ve üniversitelerin araştırma çıktılarını yukarıya çekmektir. Ama ben bunların hepsinin yanıtının da, yazımın başlığında olduğunu düşünüyorum. O yüzden, devletin tüm kadrolarına alım yapılırken; belirli cemaat, siyasi görüş, sendikal ilişkileri ve son süreçte moda olduğu üzere, ilkel bir alışkanlık olan kan bağına dayalı akrabalık yerine (Öyle ki; insanlar, yandaşlığa tamam, kandaşlığa hayır diyebilmektedirler, yakın oldukları fikirdekiler için bile, tüm iktidarlar tarihinde) meritokrasi hakim olmalı. Yani, Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi; ehliyet, liyakat kimdeyse, onun girmesi lazım. O yüzden; yok efendim ben duymadım, görmedim demeyin; tüm bakanlar ve rektörler Cumhurbaşkanı’nın bu çağrısını duymalıdırlar. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…