Mehmet Bedri Gültekin / Ulusalkanal
Türkiye, Dünyanın en büyük emperyalist gücünün her bakımdan desteklediği terör örgütlerine karşı, sınırlarının içinde ve dışında bir savaş veriyor. Hal böyleyken İktidarın, savaştığımız düşmanın karşısındaki Esat yönetimine karşı kullandığı düşmanlık dili, hangi akılla açıklanacaktır?
Tayyip Erdoğan son olarak Vatikan’a hareketinden önce Sayın Beşar Esat ile ilgili olarak “Teröristbaşı” ifadesini kullandı.
Nedir bu? Mezhepçi saplantılar mı? Dünyamızın ve bölgemizin gerçeklerinden hâlâ bihaber, Suriye’de Türkiye himayesinde Sünni bölge yaratma hayalleri mi? Yoksa geçmişte yapılan vahim hataların ayaklara dolanmaya devam etmesi mi?
Eğer Esat, Vatanını kahramanca savunmaya devam etmeseydi ve bu ülkeye yönelik “böl- parçala” stratejisi başarıya ulaşsaydı, Türkiye şimdi ne durumda olurdu? Bunu düşünen yok! Ankara Garında, yılbaşı gecesi Reina’da, İstanbul Beşiktaş’ta, Kayseri’de, Ankara Kızılay’da ve Sur, Nusaybin ve Cizre’de yaşananlar; iktidardakilerin aklını başına getirmemiş. Ankara’da iktidar koltuklarında oturanlar, hala orada oturmaya devam etmelerinin bir yerde, Esat önderliğindeki Suriye devletinin ve Ordusu’nun direnmesinin sonucu olduğunun farkında değiller!
Bu basit gerçeği göremeyenler, işte bundan dolayı Türkiye’yi yönetemezler…
En basit diplomasi kurallarından bile habersizler. Başında Beşar Esad’ın olduğu Suriye Arap Cumhuriyeti BM üyesidir. İstanbul’da da konsolosluğu vardır. Türkiye Cumhuriyeti Afrin Harekatı konusunda İstanbul Konsolosluğu aracılığı ile Suriye Devletini resmen bilgilendirmiştir. İlişkinizin olduğu bir devletin yöneticileri hakkında bu şekilde konuşamazsınız. Vb. vb.
Miroğlu’nun “irtibatları”
AKP milletvekili Orhan Miroğlu, “Yeni Yüzyıl, Kürtler ve Bağımsızlık” adlı bir kitap yazmış. Esad’ın, “İktidarımı PYD’ye borçluyum” dediğini iddia ediyor. Kaynağı da “İrtibatları!”
Miroğlu’nun “irtibatları” tam olarak şunları söylemişler: “Gösteriler Suriye’de başladığında Kürtler en aktif grup olarak alana çıktılar. PYD’nin henüz bir askeri gücü yokken, PKK’nın yetkilileriyle Esad’ın sağ kolu bir General ve Celal Talabani, Selahaddin kentinde bir araya geldiler. Bir anlaşma yaptılar. Esad’ın teklifi, Türkiye’ye karşı savaşı sürdürün ve Kürtler, Baas’a karşı devrim isteyen güçleri desteklemesin. Eğer desteklerlerse beni devirirler.” (5 Şubat 2018, Hürriyet)
Bugünkü akıl almaz politikayı sürdürebilmek için daha yakın geçmişte herkesin gözü önünde olup bitenler ancak bu kadar çarpıtılabilir. Kısa bir hatırlatma yapalım:
Suriye’de neler oldu?
2011 ve 2012 yıllarında, Dünyanın 84 ülkesinden 80 bin terörist, ABD ve bölgedeki işbirlikçilerinin her türlü desteğini alarak Suriye Devletine karşı ülkenin dört bir yanında saldırıya geçti. Suriye Ordusu ve halkı; Türkiye, Irak, Ürdün ve Lübnan üzerinden Suriye’ye sızan teröristlerle bir ölüm kalım savaşına girdi.
Bir var olma savaşı veren Suriye, o güne kadar bir yanıyla Suriye istihbaratının kontrolünde olan PYD’ye, Kürtlerin nüfus olarak yoğun oluğu bölgeleri dinci terör örgütlerine karşı savaşma karşılığında bırakarak askeri güçlerini geri çekti.
Suriye, o günün koşullarında Dinci terör örgütleri ile birlikte aynı anda PYD’ye (PKK) karşı savaşmak için yeterli kuvvete sahip olmadığını düşündü. PYD’nin, kendisine bırakılan alanlarda dinci örgütlerle savaşacağı tahmininde bulundu. Böylece kendisine saldıran düşman bölünmüş olacaktı.
Suriye’nin yanıldığı nokta tam da burasıydı. PKK (PYD)’nin ipleri, tıpkı dinci örgütler gibi ABD’nin elindeydi. Nitekim IŞİD ortaya çıkana kadar PKK ile dinci örgütler arasında hiçbir çatışma yaşanmadı. Tam tersine PKK (PYD) Şubat 2013 yılında ÖSO ile Esat yönetimine karşı birlikte savaşma konusunda anlaşmaya vardı.
IŞİD-PKK çatışması
IŞİD’ın PKK’ya saldırması ise ABD’nin hazırladığı senaryonun gereğiydi. Emperyalizmin yalan makinesi bu sayede, IŞİD vahşetine karşı insanlığı savunan “Kahraman laik Kürtler” propagandasını bütün dünyaya yaptı.
Barzani böylece, Kerkük’ü denetimine aldı ve hakimiyet alanını yüzde 50 oranında genişletti.
PKK ise Ayn-el Arab’ın içine kadar gelmiş olan IŞİD’i, ABD ve müttefiklerinin bombardımanı ve aralarında Türkiye’nin de olduğu bir çok ülkenin desteği ile “püskürttü”.
Ardından PKK, daha önce üç küçük alandaki, “Kanton” adını verdiği hakimiyet alanını Suriye’nin bütün kuzeyine yaydı. Fırat’ın Batısına geçti. Akdeniz’e kadar uzanacak “koridor” tamamlanmak üzereyken Türkiye devreye girdi ve Fırat Kalkanı Operasyonu ile ABD’nin oyunu bozuldu.
Türkiye’nin mecburiyetleri
Suriye Ordusu 2015 yılı ile birlikte sahada inisiyatifi ele geçirdi. PYD’nin ABD’nin sahadaki kara gücü olarak oynadığı uğursuz role karşı, önceki yıllardan farklı olarak net tavır almaya başladı.
Suriye Ordusu ile YPG arasında bu sıralarda Haseke ve Kamışlı’da yaşanan çatışmalar hatırlanmalıdır.
Esat yönetimi son olarak, PKK’yı “Vatan haini” olarak ilan etti. Suriye Ordusu ve PKK bugün karşı karşıyadır. Özellikle Deyr-u Zor ilindeki çatışmalar sık sık basına yansıyor.
Yaşanan bütün gelişmelerin sonrasında bugünün gerçeği şudur: Suriye Ordusu, ABD ve “sahadaki kara gücü” PKK ile karşı karşıyadır. İki güç arasında daha büyük çatışmalar kaçınılmazdır.
Aynı şekilde Türkiye bugün Afrin’de ABD ile fiili bir savaş halindedir. Bu savaş yarın Münbiç ve Fırat’ın doğusunda devam edecektir.
Yani Türkiye ve Suriye, aynı düşmana karşı savaşmaktadır.
Bu durumda Türkiye ve Suriye yönetimini düşman konumlara yerleştirmek anlamına gelen politika ve söylemlerin akılla izahı mümkün değildir.
Bu politika ve söylemler, Türkiye’nin en hayati çıkarlarına zıttır.
Kısacası Esad’la dostluk, Türkiye’nin mecburiyetidir.
Bütün bu gerçeklere rağmen söz konusu politika ve söylemde ısrar edenlere veya başka bir deyişle, Türkiye’nin “mecburiyetlerine” meydan okuyanlara, bu ülkenin geleceğinde yer olmadığı açıktır.
görsel: viahaber.net