Nevra Ölçer / Anadolu ve Rumeli Medya
Evet..
Medyanın gündemi çok yoğun.
Bakıyorsunuz, biri şöyle demiş, öbürü böyle demiş.
Belirli bir konumda olanlar “şunu yapacağız, bunu yapacağız” demişler.
Birisi rabia işareti yapmış, öbürü bozkurt işareti yapmış.
Sonra öbürü bozkurt işareti yapmış, diğeri rabia işareti yapmış.
Biri çıkmış demiş ki “kadınlar şöyledir, böyledir, şu durumda gülsünler, şu durumda sokağa çıkmasınlar,…”
Bir diğeri çıkmış demiş ki “şu, bu ya da o, aslında her şey beni tahrik eder,..”
Yine biri çıkmış demiş ki,”şu parti, ya da şu partinin başkanı iyidir, kötüdür,..”
Biri çıkmış demiş ki “onlar dinsiz”. Sonra bir diğeri çıkmış demiş ki “aslında onlar dinsiz,…”
Sonuçta, bu yukarıda yazılanlar ve benzeri çok şey, sadece söylenmiş.
Ve bütün medya bunu yayınladığı için , karşısına başka bir bilgi çıkmayan halkın zihni bulanmış.
Bu olayların hepsi, ama hepsi bir tiyatro sahnesi diye düşünürsek ne olur? Daha doğrusu, bir oyunun çeşitli sahneleri..
Söyleyeyim ne olur: Bu zihin bulandırıcı görüntü ve sesleri bir tiyatro gibi görürsek, gerçekle bağlantımızı koparmamış oluruz.
Yani ne olur?
Neler dendiğine, ya da nasıl hareketler yapıldığına değil, olaylara yoğunlaşırız.
Şeker fabrikaları satışa çıkarılıyor. Bu bir gerçek. O zaman kim ne demiş, ne olacak demiş bizi hiç ilgilendirmez. Gerçek bütün çıplaklığı ile budur.
Bir çiftçinin bu konuyla ilgili çığlığı yankılandı bütün sosyal medyada dün, bugün. (bkz. Haberler, Video)
Birinin çıkıp da bu konuda “ama takip edeceğiz, onlar şunu yapacaklar, bunu yapmayacaklar” filan gibi sözleri bana yine gerçeküstü gelir, niye, size aklımdan hiç çıkmayan bir örneği vereyim yine.
Mondros Ateşkes Anlaşması beş gün süren görüşmeler sonunda Limni adasının Mondros limanına demirli Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918 günü Osmanlı devleti ile anlaşma devletleri arasında imzalandı. Müzakerelerde Bahriye Nazırı Rauf Bey’e Dışişleri Müsteşarı Reşat Hikmet Bey eşlik etti. 31 Ekim günü yürürlüğe giren ve 25 maddeden oluşan kısa ama çok önemli olan bu antlaşmanın hükümleri arasında bulunan ünlü 7. maddesi ile bir tehdit karşısında stratejik noktaları işgal etme hakkının verilmesiyle tarihteki diğer antlaşmalara bakıldığında olağan bir durum değildi. İngilizler adına amiral Calthorpe anlaşmayı imzalamaya yetkili idi.
Anlaşmanın bu ağır şartları karşısında imzalamakta bocalayan Türk heyetine İngiliz yetkililer şerefleri üzerine yemin edip şartların bu şekilde uygulanmayacağını söylediler. Bir de bu söylenenlerin yazılı olduğu bir belge imzaladılar. Bu belge de sonra Rauf Bey’in ağlayarak imzaladığı anlaşma ile birlikte padişaha sunuldu.
Ancak ne oldu? Mektup, sözler filan havada kaldı, anlaşmada hangi tehlikeler görüldü ise, onlar aynen başımıza geldi. Kısa süre içinde ülkemiz işgal edilmeye başlandı.
Bu nedenle biri çıkıp “şöyle olacak korkmayın, bakın aslında bu böyledir” filan gibi bir şeyler söylediğinde aklıma her seferinde ülkemizi parçalayan Mondros Ateşkes Antlaşması gelir.
Eğer birileri ciddi ise söylediklerinde, o zaman çıkıp “bakın..” filan demez, bu tehlikenin olmayacağına dair bütün hukuki adımları atar ve bir garanti sunar. Kime? Varlıklarını almaya niyetlendiği Türk milletine tabii ki. Bu belgelerin sunulması halkın bu yapılmak istenene onayı anlamına gelmez, ama en azından ne oluyor diye bakmaya değer bir şekil alır.
Dediğim gibi, ‘kim ne söylemişler’i dikkate almadan etrafa bakarsak başka ne görüyoruz? Okulların durumu. Eğitimde dağıtılan kitaplarda yazanlar. Kapanan okullar. Açılan imam hatipler. Yapılmayan ülkenin ihtiyaç-meslek planlamaları.
Tarımda tarımsızlık.
Hayvancılıkta hayvancılıksızlık.
Çevrede çevresizlik.
Kesilen yüzbinlerce ağaç. (Bir ağaca bile razı değilim, bir ağaç kesilmesin diye evi kaydıran Ata’ma saygım tamdır)
Ve bunun gibi sayısız şey.
Bu nedenlerle diyorum ki, kim ne demiş bırakın anlam verme çabalarını.
Ne oluyor ona bakın.
Seçim kanunu ile ilgili nasıl kararlar alınıyor?
Mühürsüz pusula geçerli ne demek?
İktidar partisi ne diyor değil, ne yapıyor?
Muhalefet ne diyor değil, ne yapıyor?
Eskiler demişler zaten: Lafla peynir gemisi yürümez!